Xiao Yuan gülümsemeye çalıştı. Fakat gözleri yanıyor, ağzı buruluyordu. Dudaklarını büzdü, sakinleşmek için derin bir nefes aldı. “Eğer... Yan-ge uyanmadan önce hayatta olduğuma dair bir haber gelmezse...”
“Doktor Xiao?”
“Hayatta olduğuma dair bir haber gelmezse benim adıma bir mektup yaz. Yan-ge benim el yazımı tanımıyor, bu yüzden bu konuda endişelenmene gerek yok. Mektuba şunları yaz…” Xiao Yuan bir an durakladı. Yan Heqing'in parmaklarıyla iç içe geçmiş elini hafifçe sıktı. Dudakları titremeye başladı. "Mektupta ona gittiğimi yaz. Ondan hoşlanmadığımı söyle. Onunla birlikte olmayı sadece hiçbir endişe duymadan zenginlik ve lüksün tadını çıkarabileceğim için kabul ettiğimi, ancak kimliğim ortaya çıktığı için, onun yanında olmanın güvenli olmadığını anladığımı ve onu terk etmeye karar verdiğimi yaz. Ve beni aramasını istemediğimi... Bu mektupla, ona sadece bir insan olduğunu hatırlat. Ona de ki: Beni aramak için dünyanın altını üstüne getireceğini söyledin. Beni çıkarmak için yerin üç metre altına kadar kazmam gerekse bile. Ama dünya çok büyük ve çok fazla yol var, nereyi üç metre kazacaksın?”
Chen Ge gözyaşlarını zor tutuyor, güçlükle konuşuyordu. “Doktor Xiao, böyle olmak zorunda mısınız? Majesteleri... o... o...”
Xiao Yuan yüzünü sildi ve devam etti: "Bunu kararlılıkla, ona hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yazmalısın. En iyisi tiksintimi göstermek, ona bir daha asla beni bulmasına izin vermeyeceğimi, kendi yoluna gitmesinin daha iyi olacağını, benim kendi yolum olduğunu söylemek. O yanımda olmazsa şu andakinden kesinlikle daha mutlu bir hayat yaşayacağımı söyle ona. Eski zamanlardan beri İmparatorluk Ailesi'nin en acımasız ve kalpsiz olduğunu söylerler. Ben her zaman rahat bir hayat özlemişimdir, ama onun kaderinde imparator olmak var. Sadece hayatımın geri kalanında bu tür şeylerle uğraşmak zorunda kalmamayı umuyorum. Chen Ge, lütfen tüm bunları mektuba yaz ve ona beni düşünmeyi bırakmasını söyle."
Yumruğunu taş duvara vurmasıyla Chen Ge’nin eli kızardı. Bundan sonra sakinleşmeyi başardı. “Doktor Xiao, anlıyorum.”
Xiao Yuan başını salladı, Yan Heqing'in yüzünü ellerinin arasına aldı ve soğuk dudaklarını öptü. Gözyaşları yüzünden aşağı aktı. Dilinin ucuyla yaladığında, acı ve buruk bir tat aldı.
“Gidiyorum.” Uzaktan at nallarının hafif sesi duyuldu. Xiao Yuan gecikmeye cesaret edemedi ve aceleyle ayağa kalkıp mağaranın çıkışına koştu.
Bir adım, iki adım, üç adım. Xiao Yuan'ın adımları yavaştan hızlıya, sonra hızlıdan tekrar yavaşa döndü. Mağaranın girişinde durup dışarıya baktığında, alacakaranlıkta ay ve yıldızların solduğunu gördü. Bu donuk ışığın vahşi doğaya düşüşünü seyreden Xiao Yuan ileriye bir adım attı. Soğuk bir rüzgâr esti, beraberinde amansız bir yalnızlık ve ürperti getirdi.
Aniden, Xiao Yuan gözyaşlarını tutamaz oldu. Sanki o gün, sarı kumların sonsuzluğunda, Yan Heqing'in at sırtında onu kovaladığı ve ona “Unutmayacağım, kesinlikle asla unutmayacağım” dediği anı görebiliyormuş gibi.
Hayatta sekiz zorluk vardır; onlardan kaçınamazsın ve onları durduramazsın. Ama neden Yan Heqing'in hayatındaki zorluk ben olmak zorundayım... neden?
Xiao Yuan gözlerini sertçe ovuşturdu, sonra aniden dönüp mağaraya geri koştu. Chen Ge'nin omuzlarını sıkıca kavradı ve şöyle dedi: "Az önce söylediğim her şeyi unut! Yan-ge uyandığında, ona benim, Xiao Yuan'ın onu sevdiğini söyle! Onu gerçekten çok seviyorum! Bu hissin ne zaman başladığını bilmiyorum ama onunla birlikte olduğumda kendimi mutlu hissediyorum. Sonsuza dek yanında kalmak istiyorum. O nereye giderse ben de onunla gideceğim. Acımasız imparatorluk ailesinden korkmuyorum, derin sarayın bir hapishane gibi hissettireceğinden de korkmuyorum. O yanımda olduğu sürece bana yeter..."
Son birkaç kelime boğuk hıçkırıklara dönüştü. Chen Ge kendine gelemeden Xiao Yuan dönüp mağaradan dışarı fırladı.
Tıpkı trajik bir drama gibiydi. Sonunda konuklar arkalarında bir yalnızlık hissi bırakarak ayrıldılar, ama sahnedeki oyuncular rollerini oynamaya ve hikayelerini söylemeye devam ettiler. Başrol oyuncusu kollarını sallarken şarkı söylüyordu: “Hiç fark etmemiştim özlemimi, meğer işlemiş bile iliklerime. Nereden filizlendi aklım ermiyor, birden nasıl kök salıyor?"
Şarkı o kadar güzel ve akılda kalıcıydı ki insan onu sonsuza kadar dinleyebilirdi. Ama ne yazık ki kimse dinlemedi.
Kimse işitmedi.
Kimse bilmedi.