Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 148: 1992-2020 18

 

Küçük Elma o kadar telaşlanmıştı ki bir an ne yapacağını bilemedi.


Bu adamlar keşişin yoldaşları mıydı? Keşişin yok olduğunu görürlerse onu aramaya gelirler miydi!


Kaçmalı mıydı?


Peki ya Lian Qiao? Lanet şu anda nasıl ortaya çıkabilirdi!


Küçük Elma zihninin karıştırılamayacak kadar kalın bir çimento kütlesine dönüştüğünü hissetti. Beynini hiç kullanamıyor ve çok terliyordu, titreyerek yardım için Lian Qiao'ya dönmek zorunda kaldı.


"Lian, Lian Qiao!" Küçük Elma umutsuzca hıçkırıklarını tutmaya çalıştı. "Ne yapacağım! Ne yapmalıyız!"


"...Ha... ha..." Lian Qiao ağır ağır nefes alıyordu. Yüzünde en ufak bir renk bile yoktu ama yine de savaşıyordu. Elini kaldırdı ve duvardaki deliği işaret ett. "Kapat... ha... Delikleri kapat..."


Küçük Elma hiç düşünmeden duvara doğru koştu ama hemen ardından yine fikirleri tükendi.


Deliği kapatmak mı? Neyle kapatacaktı?


Doğru ya! Giysilerle!


Neyse ki hâlâ müdürün onlara verdiği eski kıyafetleri giyiyorlardı. Kıyafetler yamalarla kaplıydı. Küçük Elma dişlerini sıktı, yamaları yırttı ve bir top halinde duvara soktu. Duvardaki bütün delikleri tıkaması uzun sürmedi.


Duvardaki ışık alan delik kapatılınca küçük oda hemen karanlığa gömüldü.


"Sırada ne var?!"


Küçük Elma endişeyle başını çevirdi ama karanlıkta Lian Qiao'nun nerede olduğunu göremedi.


Lian Qiao'yu göremediği için anında daha da sarsıldı. Neyse ki Lian Qiao ona hemen bir sonraki talimatı verdi.


"Şimdi... Ha... Konuşma, sakın konuşma..."


Küçük Elma burnunu çekti ve gözyaşlarını zorlukla geri çekti. "......Hm!"


El yordamıyla Lian Qiao'nun sesini çıkardığı noktaya doğru sürünürken vücudundaki titremeyi dizginlemek için elinden geleni yaptı. Emeklerken yanlışlıkla yerdeki keşişe dokunduğunda yumuşak insan dokunuşu onu o kadar korkuttu ki tüm vücudu titredi. Neyse ki Lian Qiao onun yaklaştığını hissetti ve onu yanına çekmek için inisiyatif aldı.


"Bu tarafa." Lian Qiao'nun sesi zayıftı ve zar zor duyuluyordu.


Lian Qiao onun kolunu çekiştirdi. Bu hareket hafifti ama Küçük Elma'ya daha önce hiç hissetmediği bir güvence vermişti. Dudağını ısırdı ve gözyaşlarını tutarak keşişten kaçmak ve Lian Qiao'nun yanına sürünmek için olabildiğince dikkatli bir şekilde emekledi.


Merdivenlerdeki ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu, neredeyse üçüncü kata varmışlardı.


Küçük Elma nefes almaya bile cesaret edemiyor, kalp atışlarının sesinin duyulmasından korkuyordu. Yanındaki Lian Qiao pek umursamıyor gibiydi; hâlâ uzun, yavaş ve derin nefesler alıyordu. Nefes alış verişi hafifçe titriyordu, belli ki çok acı çekiyordu.


Küçük odanın dışında bir ışık titriyordu, bir el feneriydi. Grup konuşuyor ve gülüyordu, Küçük Elma'nın tam olarak anlayamadığı bir lehçeyle konuşuyorlardı.


Sadece bu grupta hayal ettiğinden çok daha fazla insan var gibiydi. En az yedi veya sekiz kişi falanlar mıydı?


El fenerinin ışığı dalgalandı ve grup onları fark etmedi, hâlâ yukarı doğru çıkıyorlardı. Küçük Elma rahatlamıştı, tam rahat bir nefes almak üzereydi ki aniden merdivenlerden birinin haykırdığını duydu.


"Sikeyim!"


Lehçeye rağmen bu ulusal küfür herhangi bir Çinli için anlaşılabilirdi. Hemen ardından adam bir dizi kelime daha sıraladı ve etrafındaki herkes kahkahalara boğuldu.


Küçük Elma'nın sinirleri anında yeniden gerildi. Nefesini tuttu ve dışarıda neler olup bittiğini öğrenmek için kulaklarını kabarttı. Ancak kafasını dışarı çıkarıp bakmaya asla cesaret edemezdi, dışarıda neler olup bittiğini sadece seslerden anlayabilirdi.


"Ah... ah!" Bir dizi küfür ve kahkahanın arasında bir kedi yavrusunun mırıltısı gibi belli belirsiz bir ses duyuldu.


Küçük Elma metalin ete çarpma sesine benzeyen birkaç donuk gümbürtü duyduğunda ne olduğunu merak ediyordu. Yavru kedinin miyavlaması aniden kesilmiş ve adamlar tekrar kahkahaya boğulmuşlardı. Anlamadığı bir lehçeyle konuşuyorlar, gülüyorlar ve üst kata çıkıyorlardı.


Grup gittikten sonra Küçük Elma sonunda rahatlayarak uzun bir iç çekti.


Bir süre başının döndüğünü hissetti ve sonra nefesini tuttuğunu fark etti.


Aynı anda yanındaki adam zayıf bir inilti çıkardı.


"Ah..."


Küçük Elma yanındaki adamın gevşek bir şekilde yere yığıldığını hissetti ve hemen ona yardım etmek için uzandı. Ancak elini uzatır uzatmaz parmak uçları aniden soğuk ve keskin bir şeye dokundu.


Küçük Elma şok içinde elini geri çekti. Ama parmaklarındaki ürkütücü his hâlâ devam ediyordu.


Soğuk, keskin ve sanki sıcak ve kaygan bir şeyle lekelenmiş gibiydi…


Küçük Elma havaya yükselen sıcak kan kokusuyla irkildi. Şaşkınlıktan sesi kısılmıştı. "Lian Qiao, sen..."


Lian Qiao'nun zayıf nefesi beton zeminden yükseliyordu, artık konuşacak gücü kalmamıştı.


Küçük Elma kalbindeki korkuyu dizginleyerek tekrar ona doğru uzandı. Bu sefer, o tuhaf şeye dokunduğunda bile irkilmedi. Ve böylece çok geçmeden Lian Qiao'nun göğsündeki o soğuk, keskin şeyin gerçekte ne olduğunu anladı.


Bu bir eldi.


Üç tane, uzun, keskin tırnaklı, çocuk eliydi.


Hayalet elleri kanla kaplıydı ve Lian Qiao'nun göğsüne sertçe saplanmıştı. Demek lanetin olayı buydu, yani gerçekten de kurtuluş yoktu!


Küçük Elma anında gözyaşlarına boğuldu. Ağlamak istedi ama sesi boğazında düğümlendi. Lian Qiao'nun göğsündeki kanlı deliği elleriyle kapatmaya çalışarak Lian Qiao'nun önünde diz çökmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.


Delikten sıcak kan akmaya devam etti. Hayalet eller bir yabancının yaklaştığını hissetti ve üçü birlikte kıvrıldı.


Lian Qiao homurdandı, belli ki büyük bir acı içindeydi.


Küçük Elma'nın kalbi şiddetle titredi ve ona tekrar dokunmaya cesaret edemeyerek elini aniden geri çekti. Bu sefer ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Sıcak gözyaşları tüm yüzünü kapladı ve gözyaşları yağmur gibi yağarken kontrolsüzce hıçkırdı.


"Lian Qiao, hayır... ölme... sen ölürsen o ne yapacak... ölme!"


Adamın adını duymasa bile, sadece "o" kelimesini duymak Lian Qiao'nun bilincini yerine getirmiş, bilinçsizliğin eşiğinden onu geri çekmişti.


"..." Karanlıktan belli belirsiz bir ses geldi.


Küçük Elma Lian Qiao'nun göğsündeki iğrenç ve bükülmüş elleri umursamayarak hızla kulaklarını ona yaklaştırdı, gözyaşlarını tuttu ve "Ne demeye çalışıyorsun? Söyle bana, dinliyorum!” dedi.


"Yardım et...ona..." Lian Qiao'nun boğazı kabaran kanla tıkanmıştı ve yalnızca belirsiz heceler söyleyebiliyordu. "Kurtar onu... kurtar... onu..."


“Onu kesinlikle kurtaracağım! Onu kurtarmak için elimden geleni yapacağım!” Küçük Elma'nın içinde aniden güçlü bir dürtü uyandı. Kollarını Lian Qiao'ya doladı ve onu merdivenlere doğru sürükledi. Hhıçkırıklarını tutarak, "Dayan! Biraz daha dayan! Seni onu son bir kez görmeye götüreceğim!" dedi.


"Öhö…öhö…" Lian Qiao, aceleyle yaptığı hareket ağır yaralı ciğerlerini tahriş ettiği için şiddetle öksürdü. O kadar şiddetli öksürmüştü ki iki ciğerini de boğazından çıkaracak gibiydi.


Öksürürken tekrar kusmaya başladı. Ancak karanlıkta kan mı yoksa organlarını mı kustuğunu görmek imkansızdı.


Küçük Elma daha fazla dayanamadı, sonunda yere yığılarak ağzını kapattı ve yüksek sesle ağlamaya başladı.


 "Ühü…ühühüühhü" 


Bastırılmış ve çaresiz hıçkırıklar karanlık odada yankılanıyor, adamın giderek zayıflayan öksürükleri arasına karışıyordu.


"Ağlama..." Lian Qiao elini güçlükle ona uzattı ve kanlı parmaklarıyla onu nazikçe itti. "Sen... tek başına... git..."


"Hüü…ühü…Lian Qiao…" Küçük Elma sadece ağlayabildiği için kendinden nefret ediyordu. Xu RenDong burada olmak ne kadar güzel olurdu, diye düşündü. Lian Qiao bu kadar güçlüyken Lian Qiao ile yan yana durabilen bir adam da onun kadar güçlü olsa gerekti!


Eğer onun yerine o adam burada olsaydı Lian Qiao yine de ölür müydü?!


Ama dünyada eğer diye bir şey yok!


Küçük Elma çaresizce ağzını kapattı, hıçkırıklarının yukarıdakileri uyarmasından korkuyordu. Kendisinden delicesine nefret ediyordu, beceriksizliği yüzünden kendinden nefret ediyordu. Ama sonunda kendini sakinleşmeye zorladı, neredeyse duyulamayacak derecede kısık, titreyen bir sesle Lian Qiao'ya sordu:


"Ona…iletmemi istediğin bir sözün var mı?..”


“...” Karanlıkta Lian Qiao usulca gülümser gibi oldu, sonra sahip olduğu son şefkat kırıntısıyla, "Ona benim için bir buğulanmış çörek götür…” dedi.


"…lezzetlisinden."


Bu son cümleyi söyledikten sonra etrafta hiç ses kalmadı.


Küçük Elma şaşkına döndü. Aniden -20 derecelik bir dondurucuya atılmış gibi, tüm bedeni tepeden tırnağa buz kesmişti.


Lian Qiao ölmüştü.


Kontrol etmeye gerek yoktu, Lian Qiao ölmüştü.


Küçük Elma trans halinde ayağa kalktı ve merdivenlere doğru yürüdü.


Binanın dışına çıkmayı nasıl başardığını bilmiyordu. Bitmemiş binanın dışında hava çoktan kararmıştı. Bu kadar zaman geçmiş miydi?


Saat kaçtı? Xu RenDong hâlâ dersten çıkmamış mıydı?


…Önce gidip biraz buğulanmış çörek alayım.


Lezzetli. Gerçekten lezzetli. Kesinlikle hoşuna gidecek.


Uzun bir ders gününden sonra acıkmış olmalı.


Ama Lian Qiao…


Lian Qiao… Öldü…


Küçük Elma çitlere doğru yürüdü, yerdeki çöp yığınını gördü ve dakikalar önce Lian Qiao'nun silah bulmak için ortalığı karıştırdığını ve yüzünde bir gülümsemeyle ona iki kiremit uzattığını hatırladı. Tekrar hıçkırarak ağlamaya başladı.


“Ühühü…üühühühü…”


Ağzını sımsıkı kapatmış, bastırılmış ve acı dolu gözyaşlarıyla ağlıyordu.


Birden göz kapakları titredi.


Küçük Elma şaşakaldı, sanki göz kapakları görünmez bir el tarafından yukarı kaldırılmış gibi hissediyordu.


Ne oluyor?     


Dehşet içinde sol gözüne dokundu. Bir saniye sonra sol gözü karardı ve şiddetli bir acı hissetti!


"Ahhhhhhhh!"


Acıyor! Çok acıyor!


Gözünden ıslak, sıcak ve yapışkan bir şey fırladı. Küçük Elma titreyerek başını eğdiğinde avucunun içinde kırmızılı beyazlı bir şey gördü.


Onun... onun...


Göz…yuvarı…


Anında kalbini büyük bir korku kapladı. Nefes alamadan sağ gözünün kapağı da görünmeyen eller tarafından açıldı.


Sonra.


“Ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh!” 


Sefil çığlıkları gökyüzünü yardı.


Küçük Elma artık hiçbir şey göremiyordu, tüm dünya sonsuz bir karanlığa gömülmüştü.


Ne oldu, bu neden oluyor? Çok acıyor, çok acıyor… Biri bana yardım etsin…


Xu RenDong, gidip Xu RenDong’u bulayım! Belki bir yolu vardır!


Gözlerini kaybetmeden önce olanları hatırlayan Küçük Elma dışarıya doğru tökezledi ama çelik çitlere çarptı.


Çıkış nerede? Delik nerede?


Küçük Elma kanlı elleriyle çitin etrafını yoklarken hıçkıra hıçkıra ağlıyor, korkudan nefes alamıyordu.


Acıyor! Acıyor! Biri bana yardım etsin!


İçinden yardım için çılgınca haykırdı ama ona karşılık veren, kurtuluş değil iki patırtı sesi oldu.


Birdenbire elleriyle hiçbir şey hissetmez hale geldi.


…Ha?    


Çit nerede? Çit nerede, neden onu hissedemiyorum?


Küçük Elma bileklerinden keskin bir acı gelene kadar kopup yere düşenin iki eli olduğunu fark edememişti.


Neyse ki bileklerinin kopmasının acısını uzun süre çekmedi.


Çünkü bacakları da aniden kırılmıştı.     


…Neden?


Ellerini ve bacaklarını kaybeden Küçük Elma kırık bir porselen bebeğe benziyordu. Terk edilmiş inşaat alanına yığılmış, boş göz yuvaları açık bir şekilde gökyüzüne bakıyordu.


Neden? Neden bu hale gelmişti?


Dayanılmaz acı ve yoğun kan kaybı duyularını yok etmişti. Şiddetli baş dönmesi içinde büyük bir şaşkınlıkla düşündü:


Neden? Neden bu hale geldim?


Bunu bana kim yaptı?


…Şimdi buğulanmış çörek de alamam.


Sonraki Bölüm