Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 149: 1992-2020 19

 

Asansör sessiz ve sorunsuz çalışırken aniden hafifçe sallandı.


Bu her seferinde olan bir şeydi, Lian Qiao buna alışmıştı. Ama RenDong buna alışamamış gibiydi çünkü asansör her sallandığında şok içinde nefesi kesiliyordu.


Bu sefer de farklı değildi.


Lian Qiao RenDong’a baktı ve onun hafif şaşkın gözleriyle karşılaştı. 


Lian Qiao konuşmak üzereydi ki RenDong’un yüzü aniden karardı, bir anda yakasından tuttu ve öfkeyle "Beni biraz el üstünde tutamaz mısın?!” dedi.


Lian Qiao: "Ha?" 


RenDong öfkeden titriyordu, giderek daha yumuşak ve çocuksu bir sesle Lian Qiao'ya bağırdı. "Seni okul kapısında tek başıma beklememe izin verme! Yoksa ben…"


Lian Qiao: “???”


O daha tepki veremeden Xu RenDong çoktan buruşuk bir bebeğe dönüşmüştü.


Lian Qiao: "???????"


Bir giysi yığınının içinde kıvrılmış mor patates ruhuna baktı ve o kadar şaşırdı ki tüm benliği allak bullak oldu.


Mor bir patatese dönüşen küçük RenDong kızgın görünürken durmaksızın ağlıyordu. Lian Qiao'nun zihinsel olarak toparlanması ve bu çirkin bebeğin RenDong olduğu gerçeğini kabul etmesi uzun zaman aldı.


Küçük mor patatesi dikkatlice kucağına aldı ancak mor patates ruhu hâlâ ağlıyor ve onu umutsuzca tekmeliyordu.


…Neden bu kadar kızgınsın?


Lian Qiao ne diyeceğini bilemiyordu ve RenDong'u tekrar kızdıracak ne yaptığını anlayamıyordu. Bir dakika önce her şey yolundaydı, değil mi? Birbirimizin ruh eşiydik, el ele tutuşuyorduk!


Neden aniden beni yalnız bırakıp mor bir patates ruhuna dönüştün!


Tür de değişti ah!



Onca eziyetten sonra, küçük RenDong nihayet tekrar altı yaşına geldi.


Son altı gündür, Lian Qiao neyi yanlış yaptığını bilmeden titriyordu. RenDong'un ne tür bir öfke yaşadığını bilmiyordu ama onu hep görmezden geliyordu.


Sorulduğunda sanki ağzı yapışmış gibi konuşmayı reddediyordu. Ve Lian Qiao ona her sorduğunda RenDong daha da sinirleniyordu. Bazen sinirlendiğinde kolunu tutup açıkça ısırdığı bile oluyordu.


"Elini ısırdığımda acıyor mu?!" dedi RenDong, aç bir kurt gibi gaddarca.


Lian Qiao şaşkınlık ve şefkat karışımı bir duyguyla altı yaşındaki çocuğun kendisiyle dalga geçmesini izledi. İçini çekti ve RenDong'un saçlarını sevgi dolu ve çaresiz bir tavırla okşadı.


"Senin neyin var böyle..."


RenDong homurdandı, arkasını döndü ve ona bakmayı kesti.


Altı yaşındaki çocuk henüz bebeklik yağlarını kaybetmemişti ve sırtı küçük bir panda gibi yuvarlaktı. Lian Qiao onun sırtına baktıkça, yeniden bir şefkat duygusu yükseldi.


Ancak bu hassas duygu RenDong'un ekşi sözleriyle bozuldu.


"Neden bir çocuğa sahip çıkamıyorsun?"


Bir soru olması gereken şey ton olarak bir ifadeydi. Yalnızca bu ifade, karanlıkta tek başına mücadele eden ve yardım çağrısı cevapsız kalan yalnız bir kedi yavrusu gibi sonsuz bir keder ve şikayetle doluydu.


Lian Qiao önce bir an için dondu kaldı. Ardından zorlama bir gülümsemeyle, "Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordu.


“…” Küçük RenDong hiçbir şey söylemedi, sadece başını derin bir şekilde eğdi.


Lian Qiao onun ne düşündüğünü anlamasa da üzüntüsünü açıkça hissediyordu. Kollarını açtı ve ona arkadan sarıldı.


Altı yaşındaki çocuk onun kollarında sadece biraz büyüktü. Hafızasındaki gibi zayıf, ince bir figür değildi ama Lian Qiao'ya açıklanamaz bir nostalji duygusu hissettirmişti.


Lian Qiao başka soru sormadı, sadece çenesini RenDong'un küçük başına dayadı ve onu sessizce kucakladı.


Bir süre geçti.


"Özür dilerim." Küçük RenDong aniden hıçkırıklarını bastırarak konuştu.


Lian Qiao ne için özür dilediğini bilmiyordu. Kolundaki sıcak, nemli dokunuş Lian Qiao'nun dikkatini dağıttı ve tüm kalbinin sıkışmasına neden oldu.


"Sen..." Neden ağladığını sormak istedi ama kalbinde RenDong’un bunu söylemeyeceğini bildiren belirsiz bir his vardı.


RenDong ondan bir şeyler saklıyordu ve bunu her zaman biliyordu.


Ama ne olmuş yani?


Bu yüzden Lian Qiao, "Devam et ve ağla. Seninle kalacağım." dedi.


Küçük RenDong arkasını döndü, kendini onun kollarına attı ve acı içinde ağladı.


Ertesi gün.


Sabah güneşinin ilk ışıkları "1999" başlığıyla yüzlerine vurduğunda üçü de gözlerinin önünde bir ışık parlaması hissetti ve gözlerini tekrar açtıklarında kendilerini trafikle dolu bir caddede buldular.


Lian Qiao yolun karşısına baktı ve XX İlkokulu'nu gördü, dönüp "RenDong, bu senin ilkokulun mu?" diye sordu.


Xu RenDong: "Hayır."


Lian Qiao ve Küçük Elma: "Ha???"


Bir şeyler doğru gelmese de, yine de RenDong öyle olmadığını söylüyorsa değildir. Bu yüzden Lian Qiao ve Küçük Elma bir anda yollarını kaybettiler ve bir sonraki adımda ne yapacaklarını bilemediler.


Xu RenDong: "Bana bir bıçak ver."


Lian Qiao sırt çantasından üç kenarlı bir bıçak çıkardı ve şaşkınlıkla “Bıçağı ne yapacaksın?” diye sordu.


Xu RenDong üç kenarlı bıçağı cebine soktu ve başını kaldırdı, bakışları uzaklara, sokağın sonundaki terk edilmiş binaya yöneldi.


"Gidip bir suç örgütünü çökertmem gerekiyor."


Lian Qiao ve Küçük Elma: "???"


XX İlkokulu'nun bulunduğu cadde kırtasiyeler, büfeler, küçük oteller, konutlar ve diğer çeşitli binalarla doluydu. Her yer keşfedilmeye değerdi. Patron RenDong'un neden sadece bu bitmemiş binaya ilgi duyduğu bilinmiyordu.


Lian Qiao ve Küçük Elma şaşkınlık içinde RenDong’u binaya kadar takip etti. RenDong çelik çitteki kırık deliğe ilerledi ve kısa bacaklarının bir adımıyla içeri daldı.


Arkasındaki iki kişi de aceleyle onu takip etti. Küçük Elma başını kaldırıp binanın karanlık girişini görünce kollarını kavuşturup irkilmeden edemedi. "Burası nasıl bir yer..."


RenDong konuşmadı, sadece ağzının kenarında alaycı bir ifade belirdi.


Lian Qiao RenDong'un aklında ne olduğunu bilmese de ona koşulsuz güveniyordu. RenDong yukarı çıkmak istediğini söyledi, bu yüzden RenDong'a yukarı kadar eşlik etmek için levye ve el feneri aldı. Bu bina bitmemiş bir binaydı, elektriği yoktu ve duvarlarının her yerinde delikler vardı, rüzgar ıslıklayarak içeri sızıyordu.


Üçü de yol boyunca inşaat çöplerinin üzerinden geçti. Dördüncü kata ulaştıklarında yukarıdan birinin konuşma sesini duydular.


Yukarıda anlamadıkları bir lehçe ile konuşan beş altı kişi vardı. Gevezelik ediyorlardı ve ne söyledikleri belli değildi. Küçük RenDong dördüncü katta durdu ve üçü yavaşladı, sessizce merdivenlere baktı.


Büyük, boş odanın ışıklarla aydınlatılmış olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Işıklara rağmen zemin hâlâ inşaat molozlarıyla doluydu. Yaşanabilir gibi görünmüyordu, sadece geçici olarak kalınacak bir yerdi.


Odada dört erkek ve bir kadın vardı, sıradan kıyafetler giymişlerdi ve hepsinin yüzünde gülümseme vardı. Ancak gülümsemelerinde insanı rahatsız eden belli belirsiz bir kötülük vardı.


Bu insanlar bir daire şeklinde toplanmışlardı. Ortada dizlerinin üzerinde titreyen küçük bir çocuk vardı.


Lian Qiao ve Küçük Elma çocuğu ilk gördüklerinde şaşkına döndüler. Bu ağır engelli bir çocuktu! Göz yuvaları boştu ve göz yuvarları yoktu. Doğuştan gelen bir sorun mu yoksa başına gelen bir talihsizlik mi bilinmez, her iki eli ve ayağı da garip bir şekle sahipti.


Küçük engelli çocuk paçavralar ve kirler içinde, ilk bakışta bir dilenci gibi görünüyordu. Kirli küçük ellerinde, içinde birkaç bozuk ve kağıt para bulunan kırık bir kâse tutuyordu.


Kâseyi büyük bir gayretle kaldırdı ve kâsenin içindeki parayı önündeki adama uzattı. Belli ki adam durumdan memnun kalmamıştı, hakaret ve küfürler savurarak kaseyi devirmiş, küçük dilenciyi yerden kaldırıp kemerle kırbaçlamıştı.


İzlerken Küçük Elma'nın gözleri kızardı ve ağlamaktan korktuğu için hemen ağzını kapattı.


Lian Qiao gözlerini kıstı ve alçak sesle şöyle dedi: "Topla ve biç…"*


*[İnsanları, daha ziyade çocukları kaçırıp uzuvlarını keserek “sempatik” hale getirir ve dilenci olarak çalıştırırlarmış.]


RenDong: "Hm."


Lian Qiao: "Polisi mi arayalım? Veya…" 


RenDong başını salladı ve ağzını hafifçe açtı. "Öldürelim."


Lian Qiao: "Tamam." 


Sözler ağzından çıkar çıkmaz Lian Qiao levyeyi kaptığı gibi fırlamıştı bile. Küçük Elma onun söylediklerini tam olarak yapma becerisi karşısında şaşkına dönmüştü ve onu daha da şok eden şey, yedi yaşındaki küçük RenDong'un elinde üç kenarlı bir bıçak tutması ve onu takip etmesiydi.


Siz ikiniz gerçekten... mükemmel bir eşleşmesiniz!


Küçük Elma karışık duygular içindeydi. Ama bir yetişkin olarak, gemide bir çocuk bile varken nasıl arkada saklanabilirdi ki? Hemen karpuz bıçağını çıkardı ve kahramanca mücadeleye katıldı.


Grup, bir grup silahlı delinin aniden arkalarında belirmesini beklemiyordu, üstelik aralarında güzel, pembe ve yeşim gibi bir çocuk vardı. Tepki vermek için çok geç kalmış ve hazırlıksız yakalanmışlardı.


Çatışma hızlı bir şekilde sona erdi -hayır, bu bir çatışmadan çok tek taraflı bir katliamdı.


Xu RenDong aslında soru sormak için birini canlı bırakmak istiyordu fakat beklenmedik bir şekilde Lian Qiao arka arkaya beş yetişkinin kafataslarını dağıtmıştı. O kadar acımasızdı ki karşı tarafa insan muamelesi yapmadığı söylenebilirdi.


Küçük RenDong içlerinden birine doğru yürüdü, nefesini hissetmek için elini uzattı ve son kişinin öldüğünden emin oldu. Çaresizce, "Neden hepsini öldürdün? Ya ellerinde bir ipucu varsa?" dedi.


Lian Qiao'nun öldürme niyeti henüz geri çekilmemişti ve şu anda tüm vücudu kanla kaplı, tıpkı bir asura gibiydi. Yüzündeki kırmızı ve beyaz beyin parçalarını gelişigüzel bir şekilde sildi ve umursamaz bir şekilde "Bir lehçeyle konuşuyorlar ve anlaşılamıyorlar, öyleyse sormanın ne anlamı var?" dedi.


RenDong: "...Mandarin Çincesi konuşmaları yasak mıydı?"


Lian Qiao kayıtsızca köşeyi işaret etti. "İşte, burada başka bir tane daha yok mu?"


Kötü muameleye maruz kalan küçük dilenci hiçbir şey göremiyor, sadece yabancıların geldiğini biliyor ama neler olduğunu anlamıyordu. Lian Qiao ona doğru yürüdüğünde, küçük dilenci çığlık attı ve geriye doğru çekildi. Garip bir şekilde bükülmüş kolları ve bacakları umutsuzca çırpınıyor, şekli bozulmuş küçük bir canavar gibi görünüyordu. Lian Qiao'nun vücudu sanki bir şey onu sokmuş gibi kasıldı. Yüzü hızla gevşedi ve sesi yumuşadı.


"Korkma, seni kurtarmak için buradayım."


Yedi yaşındaki küçük RenDong onu takip etti ve başını hafifçe eğerek ona baktı. Gözlerinde tarif edilemeyecek kadar karmaşık bir duygu vardı.


Sonbaharın sonlarıydı ve gün çoktan serinlemişti, ancak küçük dilencinin üzerinde hâlâ delikleri olan tek bir gömlek vardı. Lian Qiao ceketini çıkardı ve küçük dilenciye sardı. Küçük dilenci irkilip saklanmak isteyince Lian Qiao içini çekti, başını okşadı ve şöyle dedi: "Küçük dostum, çok acı çektin. Korkma, kurtuldun. Hemen polisi arayacağız ve seni anne babana götüreceğiz."


Küçük dilenci "anne ve baba" kelimelerini duyduğunda boş gözlerinden aniden yaşlar süzüldü. Kristal gözyaşları kirli küçük yüzüne yayıldı ve onu olağanüstü acınası bir hale getirdi.


Küçük Elma kendini tutamadı ve ağzını kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Xu RenDong sessizce izledi ve içinden sakince düşündü: Yani gözleri oyulduktan sonra bile ağlayabiliyor.


Lian Qiao, "Adın ne?" diye sordu. 


Küçük dilenci "Ah, ah" diye bağırdı ama konuşamadı.


Lian Qiao bir an dondu, sonra sert bir şekilde arkasını döndü ve Xu RenDong'a “Dili yok." dedi.


Xu RenDong: "Hm. Karakola gidelim.”


"…Tamam." Lian Qiao bilinçsizce küçük dilenciyi kucaklamaya gitti ancak uzattığı eli havada durdu. Küçük RenDong'a bakmak için başını çevirdi.


Küçük RenDong belli belirsiz gülümsedi. "Neden bana bakıyorsun? Ben kendi başıma yürüyebilirim, onu taşıyabilirsin."


Lian Qiao başını salladı, küçük dilenciyi kucağına aldı ve aşağı indi.


Polis karakoluna giden yol boyunca yoldan geçenler onlara garip bakışlar fırlattı. Yoldan geçenlerin fısıltılarından, engelli çocuğun her gün okuldan sonra okulun yanında yiyecek dilendiğini öğrendiler.


Çocuk o kadar ağır engelliydi ki çocuğunu okuldan almaya gelen aileler onu görmeye dayanamıyorlar, ilk başlarda ona hep biraz para veriyorlardı. Ama zaman geçtikçe insanlar buna alışmıştı. Ne de olsa o günlerde kimsenin ailesi zengin değildi, bu yüzden küçük dilenciye her gün verecek paraları yoktu.


Bunun sonucunda küçük dilencinin vücudunda irili ufaklı yaralar oluşmaya başladı.


İlk başlarda bunlar sadece çürük ve morluklardan ibaretti. Daha sonra, yaralar yavaş yavaş parçalandı ve irinle doldu, pis koku dayanılmaz hale geldi. İnsanlar artık ona yaklaşmak istemiyordu.


İfadesini aldıktan sonra karakoldan çıkana kadar Küçük Elma depresyon ve üzüntüyü üzerinden atamadı bile.


"Böyle insanlar nasıl olabilir?.. Hiç mi vicdanları yok? Bu tür bir iş yapmaya nasıl dayanabiliyorlar!"


Lian Qiao sessizdi. Küçük RenDong ise soğukkanlılığını yeniden kazanmıştı, düşünceli bir şekilde karakola bakarak fısıldadı. "Acaba cesetler yok oldu mu? Korkarım polis bizi öğrenecek."


Lian Qiao, "Endişeye gerek yok. Gördüğüm kadarıyla burada yeterince polis ve silah yok. Eğer gerçekten bize düşman olurlarsa korkmam.” dedi.


RenDong içini çekti. "Buna gerek yok. Polis şu ana kadar güvenilir görünüyor, gerekirse biz…" Konuşmasını bitirmeden önce kaşlarını çattı. "Küçük Elma, neyin var?"


Küçük Elma'nın göğsünü kapattığını ve çömeldiğini gördü. Alnından soğuk terler akıyordu ve yüzü uzun zamandır solgundu. Sefil beyaz yüzünü kaldırdı ve zar zor bir gülümseme takınmayı başardı.


"Lanetim sonunda gerçekleşti." dedi.


Sonraki Bölüm