Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 163: 1992-2020 33

 

Her zamankinden farklı olarak o gün Lian Qiao dersten sonra Xu RenDong'u almaya gelmemişti.


Xu RenDong eve döndüğünde diğerlerinin henüz gelmediğini ama kapının kilidinin açık olduğunu gördü. Doğruca Lian Qiao'nun birinci kattaki odasına gitti, kapıyı itti ve Lian Qiao'nun yatakta düzgün bir şekilde yattığını gördü.


"Hah..." RenDong rahat bir nefes aldı, okul çantasını sandalyeye fırlatıp Lian Qiao'ya doğru yürürken "Bu öğleden sonra ne yapıyordun, neden okuldan sonra beni beklemedin?" diye sordu.


Ama yatağa doğru yürüdüğünde Lian Qiao'nun pek de normal olmadığını gördü. Yüzünde iki anormal kızarıklık vardı, dudakları hafifçe aralanmıştı ve ağır ağır nefes alıyordu. Elini uzatıp alnına dokunduğunda alnının fokur fokur kaynadığını gördü ve aceleyle bir termometre bulup ağzına soktu. Sonra ateş düşürücü ilaç aramaya gitti.


Havluyu ve ilacı aldığında termometre ölçümü yapmıştı. Çıkardı ve baktı: Kırk dereceydi!


"Lian Qiao? Lian Qiao?" Lian Qiao'yu itmeye çalıştı ama Lian Qiao hiç tepki vermedi.


RenDong o anda paniğe kapıldı. Lian Qiao'nun fiziğiyle sebepsiz yere hastalanması imkansızdı, ateşinin böyle yükselmesi için bir şeyle karşılaşmış olması gerekirdi. Dudağını ısırdı ve kendini sakinleşmeye zorladı. Önce Lian Qiao'nun alnına koymak için bir havlu sıktı, ardından ateş düşürücü ilacı açtı.


"Lian Qiao, ilacı al, işte, ağzını aç." Xu RenDong o zamanlar sadece on üç ya da on dört yaşındaydı ve 1,85 metrelik bir yetişkin olan Lian Qiao'ya yardım etmek onun için çok yorucuydu.


Ama Lian Qiao ateşten bayılmıştı, tüm vücudu gevşemişti ve hiç tepki vermiyordu. Xu RenDong Lian Qiao'nun kollarına yaslanmasını sağladı, ardından Lian Qiao'nun ağzını açmak için elini uzattı.


"Lian Qiao, uyan, ilacı aldıktan sonra iyi olacaksın..." Ona ilacı vermeye çalıştı ama hiç işe yaramadı. Ağzı hapla doldurulmuş olmasına rağmen Lian Qiao yutkunamamıştı.


Lian Qiao'nun ağzına su döktüğünde bile su sadece ağzının köşelerinden dökülüyordu. Hiç yutamıyordu!


Ne yapmalıydı?


Kollarındaki kişi volkanik bir kaya gibi yatıyordu. Xu RenDong dişlerini sıktı ve onu yataktan kaldırdı.


"Lian Qiao, uyan, seni hastaneye götüreceğim -ah!"


Xu RenDong onu yatağın kenarına götürür götürmez Lian Qiao ağır bir şekilde öne doğru düştü. RenDong düşeceğinden korktuğu için aceleyle onun önünde durdu. Beklenmedik bir şekilde, ikisi arasındaki boyut farkı o kadar büyüktü ki Lian Qiao onu doğrudan yere yıkıp ezmişti.


"Hii..." Xu RenDong onun altında kaldı ve hareket edemedi.


Bu beden herhangi bir güç gösteremeyecek kadar küçüktü. Xu RenDong umutsuzca çırpındı ama baygın Lian Qiao bir dağ kadar ağırdı, göğsüne ölü gibi baskı uygulayarak nefes almasını bile zorlaştırıyordu.


"Lian... Qiao..." İnce kollarıyla onu itmeye çalıştı ama ne kadar zorlarsa zorlasın Lian Qiao hareket etmedi.


Xu RenDong'un kalbi çılgınca atıyordu, gözleri kararmıştı. Bu kadar zayıf ve küçük olduğu için kendinden daha önce hiç nefret etmemişti. Burada ölecek olabilir miydi?


O anda koridorda aniden ayak sesleri duyuldu. Xu RenDong yardım istemek için kapıya doğru baktı ve Küçük Elma'nın şaşkın gözleriyle karşılaştı.


"Odanın kapısı neden açık... ha?" Odadaki manzarayı net bir şekilde görünce Küçük Elma'nın ifadesi değişti.


 "Kahretsin!" Koşarak geldi, Lian Qiao'yu devirdi ve hızla Xu RenDong'un kalkmasına yardım etti. "İyi misin?!" 


Xu RenDong'un yüzü mosmor olmuştu ama nefes almak umurunda değildi. Dönüp Lian Qiao’yu çekti ve Küçük Elma'ya, "Onu yatağa götürmeme yardım et!" dedi.


Küçük Elma kendisine söyleneni yaptı.


Lian Qiao uzun ve zayıf görünen biriydi ama ne kadar ağır olduğunu ancak kucağına aldığında fark etti. Lian Qiao'yu yatağına geri götürdüklerinde, çoktan nefes nefese kalmış ve terlemişlerdi.


Lian Qiao kıyafetleri üzerindeyken zayıf, kıyafetleri yokken ise etli butlu görünen biriydi. Genelde uzun ve zayıf görünürdü, ağırlığını anlayabilmek için ancak kucağa almak gerekirdi. Lian Qiao'yu yatağına geri götürdüklerinde çoktan nefes nefese kalmış ve terlemişlerdi.


Küçük Elma "Neler oluyor?" diye sordu.


RenDong: “Bilmiyorum, ateşi yüksek. Onu hastaneye götürmek istiyorum.”


"Hastane mi?" Küçük Elma şaşkınlıkla "Burada hastane var mı?" diye sordu.


Xu RenDong açıklayamadı. Tam 120'yi aramak için aşağı inmek üzereyken yataktaki kişinin mırıldandığını duydu.


Bu ses bir çağrı gibiydi, Xu RenDong hemen arkasını döndü ve yatağa koştu.


“Lian Qiao? Uyanık mısın? Beni duyabiliyor musun?" Endişeyle Lian Qiao'nun yüzüne dokundu ama Lian Qiao'nun gözlerinin hala kapalı olduğunu gördü. Göz kapaklarının altındaki göz bebekleri sanki bir kabusa saplanmış da uyanamıyormuş gibi titriyordu.


"Ren... Dong..." Lian Qiao bilinçsiz olmasına rağmen bu iki kelimeyi gırtlağından güçlükle çıkardı.


Xu RenDong kalbinde bir acı hissetti, elini tuttu ve "Buradayım. Buradayım. Neyin var? Bana söyle, seni hemen hastaneye götüreyim.” dedi.


Lian Qiao'nun dudakları bir açılıp bir kapanıyordu, nefesi bir tutam hava gibiydi. "Benim için…benim için..."


RenDong kulağını dudaklarına dayadı ve aralıklı birkaç kelime duydu.


“Benim için…yaşa…”


Benim için yaşa?!


Bu tanıdık cümle Xu RenDong'u bir anda bir buz mağarasına düşmüş gibi hissettirdi.


O daha fazla düşünemeden koridorda birkaç ayak sesi daha duyuldu.


"Sorun ne?" 


"Neler oluyor?"


Keşiş, Uzun Saçlı Teyze ve diğerleri geri dönmüştü. Lian Qiao'nun yarı ölü olduğunu görür görmez hepsi şaşkına döndü.


Küçük Elma açıkladı: "Ateşi var ve saçma sapan konuşuyor. Öğleden sonra ne yaptığını biliyor musunuz? Nasıl oldu da birden ateşi çıktı?"


Diğerleri birbirine bakıp kafasını salladı.


Uzun Saçlı Teyze uzanıp Lian Qiao'nun alnına dokundu ve şaşkınlıkla “Ateşi çok şiddetli! Ona ateş düşürücü ilaç verdin mi?” diye haykırdı.


"İçmiyor." Xu RenDong kalabalığa bakmak için döndü. "Hastaneye gitmesi gerekiyor! Çabuk, benim için 120'yi arayın!"


"Hastane mi?" Kalabalık yine şaşırmıştı. Bu onların hatası değildi, ne de olsa bu mahallede hastane yoktu.


Xu RenDong dişlerini sıktı ve gidip kendisi aramaya karar verdi. Tam ayağa kalkacaktı ki kolu aniden çekildi. Onu sımsıkı tutan Lian Qiao'ydu.


"Gitme...beni bırakma..."


Lian Qiao baygın halde yanıyordu, yüzü kıpkırmızıydı ve sesi boğuk çıkıyordu. Xu RenDong'un kalbi yumuşuyor ve ağrıyordu, bu yüzden tekrar geri döndü. Elini tuttu ve onu yatıştırmaya çalıştı. "Gitmeyeceğim, korkma, gitmeyeceğim. Burada seninle kalacağım. Lian Qiao, gözlerini aç ve bana bak. “


Lian Qiao hala baygındı, sadece kolunu tutuyor ve ağlıyordu.


Xu RenDong'un kalbi onun ağlamasıyla kırıldı, ne yapacağını bilemiyordu. Arkadaki Uzun Saçlı Teyze birdenbire "Hâlâ ilaç alması gerekiyor." dedi.


RenDong kaşlarını çattı: "Ama o..." 


Uzun Saçlı Teyze: “Ver ona. Ateş düşürücü fitil gibi.”


RenDong şaşkına dönmüştü. Diğerleri de anlamamıştı.


Uzun Saçlı Teyze, bu noktada farklı biri gibi görünüyordu. Kalabalığı kararlı bir şekilde geri itti ve kapıyı elinin tersiyle kapattı. Sonra başka bir ateş düşürücü açtı ve Xu RenDong'a "Pantolonunu çıkar." dedi.


Xu RenDong sonunda anladı ve aceleyle onu durdurdu. "Tamam, anladım. Ben yaparım! Teyze, sen de çıkabilirsin!”


Uzun Saçlı Teyze ısrar etmedi, ilacı nasıl yerleştireceğini öğrettikten sonra hemen geri çekildi.


Xu RenDong ilacı ona dikkatlice koydu. Lian Qiao muhtemelen rahatsız hissetmişti, sanki bir şeyi dışarı atmaya çalışıyormuş gibi çaresizce bacaklarını savurmuştu. Aynı zamanda elleriyle poposunu kapatıyordu.


"Hareket etme, pantolonunu giyeceğim." Xu RenDong onu usulca ikna etti, bacaklarına bastırırken zorlukla pantolonu giydi.


Bütün bunları büyük zorluklarla yaptıktan sonra RenDong yine yorgunluktan nefes nefese kalmıştı.


Küçük çocukların fiziksel kondisyonu gerçekten çok zayıftı, boyut farkı gerçekten de yoğun çabayla mucizevi bir şekilde alt edilebilecek bir şey değildi. Küçük bedeniyle Lian Qiao'nun her iki bacağını da tutması bir yana, neredeyse birkaç kez tekmeleniyordu.


Neyse ki pantolonunu giydikten sonra Lian Qiao çok daha uslu durdu.


Görünüşe göre bilincini kaybetse bile masumiyetini korumak için pantolonunu kapatması gerektiğini biliyordu. RenDong gülmekten kendini alamadı.


Kapıyı yeniden açtı ve herkesi içeri aldı. Biraz konuştular ve hepsi öğleden sonra ipucu aramak için ayrıldıklarını, Lian Qiao'nun ne zaman döndüğünü ve neler yaşadığını bilmediklerini söylediler.


RenDong hâlâ hastaneye gidebilmeyi diliyordu ama ayağa kalkar kalkmaz Lian Qiao kolunu tutarak "beni bırakma" diyerek ağlamaya başladı. Başkaları ona yardım etmek isteseler bile yapamazlardı.


RenDong gerçekten onu uzaklaştırmaya dayanamadı. Uzun Saçlı Teyze, "Her neyse,zaten ilaç aldı, o yüzden önce gözlemleyelim." dedi.


Böylece RenDong bütün gece yatağın başında kaldı.


Akşam Uzun Saçlı Teyze, Küçük Elma, Keşiş ve diğerleri sırayla ona eşlik etmeye geldiler, ona yiyecek bir şeyler getirdiler ve Lian Qiao'nun durumunu kontrol ettiler. Lian Qiao hala uyanmamıştı, yanakları ateşten kızarmıştı ve sersemlemiş bir halde saçma sapan konuşuyordu.


Ancak bir daha hiç "benim için yaşa" gibi saçma sapan şeyler söylemedi, en fazla ağlayıp somurtuyordu.


Xu RenDong masada oturmuş ödev yapıyordu ama aklı tamamen Lian Qiao'daydı ve neredeyse her beş dakikada bir uyanık olup olmadığını görmek için dönüyordu. Bırakın gözden geçirmeyi ve hazırlanmayı, ödevini yapmak için bile çok geçti. Ancak üniversiteye giriş sınavı yaklaşıyordu, bu yüzden çok çalışması gerekiyordu.


İşkence gibi bir gece geçti. Ödev nihayet sabah 5'te bitmişti ama Lian Qiao henüz uyanmamıştı.


Şafak sökmüştü ve RenDong bedenini değiştirmişti. Uzun Saçlı Teyze okuldan hastalık izni almasını söyledi ve Lian Qiao'nun başucunda kaldı.


Ama Lian Qiao hala uyanmamıştı.


Tam Xu RenDong üniversiteye giriş sınavının arifesindeyken, sabah saat ikide endişeden deliye dönerken, Lian Qiao nihayet biraz kıpırdandı.


"Su…"


RenDong neredeyse sandalyeden atlayarak yatağa koştu. "Lian Qiao! Sonunda uyandın - su burada, otur, sana içireyim!


Lian Qiao'nun gözleri hâlâ kapalıydı ama onun hareketlerine uymayı başardı ve yavaşça kendi başına doğruldu.


RenDong terli sırtına dokundu ve sonunda rahat bir nefes aldı.


Lian Qiao'nun dudakları kurumuştu, bardağın kenarına dokunur dokunmaz içgüdüsel olarak onu kavradı ve sudan büyük bir yudum aldı. Boğulmasından korkan RenDong, su bardağını hafifçe aşağı bastırdı ve yumuşak bir sesle, "Acele etme, yavaş iç, boğulmamaya dikkat et." dedi.


Xu RenDong'un ağzı gerçekten de 'kutsanmış'tı. Kendisine hatırlatıldığı anda Lian Qiao boğuldu ve titreyerek öksürdü.


RenDong aceleyle sırtını sıvazladı. Bir süre öksürdükten sonra Lian Qiao gücünü toparladı. Şaşkınlıkla gözlerini açtı ve sonunda gözleri önündeki RenDong'a takıldı.


"Ren... Dong?" Şaşkınlıkla, sorgulayıcı bir tavırla seslendi.


"Benim." Xu RenDong kendi kendine birkaç yıl daha büyüdüğünü ve görünüşünün çok değiştiğini düşündü, bu yüzden garip görünmesine şaşmamalıydı. Onun elini tuttu ve yumuşak bir sesle, "Şimdi nasıl hissediyorsun?" diye sordu.


Lian Qiao ona baktı ve nedense gözleri aniden kırmızıya döndü.


RenDong onun acı çektiğini düşündü, onu ikna etmeye çalıştı ama sonra farkına varmadan kollarına sürüklendi. O daha tepki veremeden dudaklarında bir sıcaklık belirdi.


RenDong gözlerini kocaman açtı ve bilinçaltında onu uzaklaştırmak istedi ama hemen şöyle düşündü: Çoktan on yedi yaşına girdim, sorun değil.


O kabul eder etmez, Lian Qiao daha da içeri itti. Bu o kadar sıcak bir öpücüktü ki ikisinin de nefesini kesti. Lian Qiao onu bir felaketi atlatmış gibi derinden öptü, ağır ağır nefes aldı, başının arkasını tuttu ve öpücüğü daha da derinleştirdi. RenDong yalnızca ruhunun derinliklerinin ona doğru itildiğini hissetti, tüm vücudu onun kollarında gevşerken yüreğinin titremesine engel olamadı.


Bu vahşi denebilecek kadar ateşli öpüşmenin sonunda bitmesi ne kadar sürdü bilinmez. RenDong onun göğsüne yaslandı, kontrolsüzce nefes alıp veriyordu ama Lian Qiao onu bırakmadı, neredeyse titreyen şefkatli öpücüklerle sürekli olarak alnını ve saçının tepesini öptü. Sanki bir an sonra onu kaybedecekmiş gibiydi.


Lian Qiao'nun ateşi yeni düşmüştü ve vücudu hâlâ sıcaktı. RenDong o kadar sıcaklamıştı ki onu itmek zorunda kaldı ve kızgınlıkla, "Yeterince öpmedin mi? Üç günlük uykudan sonra acıkmadın mı? Tek düşünebildiğin beni öpmek mi?" dedi.


Lian Qiao aniden güldü, kulak memesini ısırdı ve alçak sesle gülerek, "Evet." dedi.


RenDong: “…” Neden kendisi için bir çukur kazmış gibi hissediyordu.


RenDong o anda gururlu otokontrolünü ortaya koydu ve Lian Qiao'yu sertçe iterek ayağa kalktı. "Gidip senin için biraz yulaf lapası yapacağım."


Lian Qiao isteksizce parmağını uzattı ve yumuşak bir sesle, "Yulaf lapası istemiyorum. Ben seni istiyorum." dedi.


RenDong: "Sorun çıkarma." Bunu söyledikten sonra acımasızca yanından ayrıldı ve yulaf lapası yapmak için aşağı indi.


RenDong gittikten sonra Lian Qiao'nun yüzündeki gülümseme yavaşça kayboldu. Dalgınlıkla yüzüne dokundu ve gözleri derinleşti.