Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 140: 1992-2020 10

 Lian Qiao duygusallaşmanın tam ortasındayken arkasında aniden bir "tık, tık, tık" sesi duyuldu. Sanki biri parmak eklemleriyle ahşap kapıya vuruyor gibiydi.

Lian Qiao bir anda tetiklendi, küçük RenDong'u beşiğe koydu, levyeyi kaldırdı ve kapıya doğru yürüdü.


"Kim o?"


Kapının arkasından hiçbir yanıt gelmedi.


Lian Qiao birkaç kez daha sordu ama kapının arkasından hâlâ ses gelmiyordu.


Karşı taraf sessiz kaldığı için Lian Qiao kapıyı öylece açamadı. RenDong’un yanına geri döndüğünde küçük RenDong’un beşiğin kenarına yaslanmış düşünceli bir şekilde kapıya baktığını gördü.


"Sorun nedir?" Lian Qiao küçük kafasını okşadı. "Yine ne gördün?"


Küçük RenDong kaşlarını çattı, bir süre kapıya baktı ve sonunda başını salladı.


"Korkma, dışarıda ne olursa olsun ben buradayım." Lian Qiao onu beşiğinden çıkarıp kucağına oturttu.


Küçük RenDong’un saçları henüz fazla uzamamıştı, kısa ve yumuşaktı ve dokunulduğunda harika bir his veriyordu. Lian Qiao onu uzun süre sevgiyle okşadı, ta ki küçük RenDong dayanamayıp başını çevirene kadar.


Okşamayı kes! Dokunmaya devam edersen kel kalacağım!


Lian Qiao Küçük RenDong'un gözlerindeki bu sözleri okuyunca gülmekten kendini alamadı.


Bir tabak ayı bisküvisini bitirdikten sonra küçük RenDong çoktan uykusu gelmişti. Ne de olsa bir yaşına yeni basmış bir çocuktu ve yemek yedikten sonra uyuması gayet doğaldı. Lian Qiao onu birlikte uyumaları için yatağa götürmek istediyse de küçük RenDong yüzüne birkaç kez tekme attı ve yatağa girmeyi reddetti. Lian Qiao beşiği ulaşabileceği bir yere çekmek ve ışığı söndürüp yatmadan önce bir elini beşiğin üzerine koymak zorunda kaldı.


Küçük RenDong kısa süre sonra derin bir uykuya daldı. Lian Qiao onun kedi yavrusu gibi nefes alışını dinlerken birden aklına bir şey geldi.


Sanki önceki örneklerde RenDong hiç bu kadar derin uyumamıştı.


Patron RenDong onun her seferinde yan gelip yatarak kazanmasını sağlasa da RenDong’un görünüşteki soğukkanlılığının altında gizlice aşırı endişe ve tedirginliği hissedebiliyordu.


Özellikle son seferinde -örneğe tam olarak adım bile atmamışken ve hala asansördeyken RenDong aniden duygusal bir çöküş yaşamıştı.


Aslında çok fazla stres altındaydı, sadece bundan bahsetmiyor ya da kabul etmiyordu.


O her zaman böyleydi. Ne olursa olsun, ne kadar acı verici olursa olsun, dişlerini sıkar ve buna katlanırdı.


Hatta sakince şöyle derdi: İyiyim, iyiyim.


Daha fazla acıya dayanabilirim.


İnsan böyle bir insanı nasıl sevmezdi?


Fakat…


Karanlıkta Lian Qiao yavaşça gözlerini kırpıştırarak beşikte uyuyan bebeğin masum yüzüne baktı.


Fakat…


Tam da bu tür bir RenDong ona istemsizce arzulatıyordu…


Yaralanmasını… canının acımasını…


Feryadını duymayı… Onu perişan görmek istiyordu. Onu tutmak, sıkmak, mücadelesini ve direnişini kendi ellerinde hissetmek istiyordu.


Ne kadar acı çekmesi gerektiğini görmek istiyordu…


Tamamen çökmesini…


Lian Qiao kendi düşünceleri karşısında dehşete düşmüştü. Bir anda sırtı soğuk terlerle ıslanmış, aklına böyle bir şeyin nasıl geldiğine hayret etmişti.


Oda çok karanlık olduğu için miydi? Yoksa…


Eli istemsizce göğsüne doğru uzandı ve gömleğinin içinden sert bir nesneye dokundu.


O pirinç anahtardı.


Anahtar vücut ısısını taşıyordu ve basit şekli gömleğinden hissedilebiliyordu.


Shi JianChuan, anahtarın doğal olarak bir kilidi açmak için kullanıldığını söylemişti.


Peki, o kilidin arkasında tam olarak ne saklıydı?..


Lian Qiao trans halinde düşünüyordu. Aniden, sessizliğe gömülmüş yatak odasında garip bir ses duyuldu.


“Tık, tık, tık.”


Lian Qiao'nun kalbi yerinden fırladı. Kimdi o? Kapıyı yine kim çalıyordu?


Lian Qiao beşiğe baktı, küçük RenDong hâlâ uyuyordu. Onu uyandırmak istemediği için yavaşça yataktan kalktı ve kapıya doğru yürüdü.


İlkbaharın başlarında, sıcaklık tekrar soğumaya başladığında, soğuk rüzgar Lian Qiao'nun açıkta kalan ayak bileklerine eserek onu titretti. Lian Qiao iki adım attı ve aniden bir şeylerin ters gittiğini hissetti.


Az önce kapının çalınması nasıl olmuştu da… Biraz yakın gelmişti?


Işıklar açık olmasa da, Lian Qiao yatağın odanın kapısından ne kadar uzakta olduğu konusunda iyi bir fikre sahipti.


Az önce duyduğu kapı sesi kapının dışından gelmiş gibi görünmüyordu da…


İçinden mi geliyordu?


Bunu düşündüğünde Lian Qiao artık RenDong’u rahatsız edip etmemeyi umursayamazdı. Levyesini çekerken RenDong’u kucağına aldı ve önündeki karanlığa dikkatle baktı.


Yatak odasındaki ışık düğmesi kapının yanındaydı ve onu şimdi açmak akıllıca olmazdı. Bu yüzden genç RenDong’u nazikçe sallayarak uyandırdı ve "RenDong, bak, hayalet nerede?" diye fısıldadı.


Küçük RenDong sersemlemiş bir şekilde uyandı ve "hayalet" kelimesini duyduğunda tüm vücudu anında dikkat kesildi.


Gözlerini fal taşı gibi açtı, koyu renk gözlerini dolaştırdı ve kısa süre sonra kafası karışmış bir halde başını salladı.


"Hayır mı?" Lian Qiao şaşırmıştı. Işıklar sönmeden hemen önce kapının çalındığını, RenDong’un da bir an için odanın kapısına baktığını ama hiçbir şey görmediğini hatırladı.


Fazla düşünüyor olabilir miydi? Bu bir hayalet değil de yaramaz küçük bir arkadaş mıydı?


…Öyleyse bu küçük arkadaş gerçekten enerjisini yanlış yere harcıyordu.


Lian Qiao küçük RenDong’a sarıldı ve elinde levyeyle bir süre bekledi. Odada olağan dışı bir şey yoktu ama baharın serin esintisi sırtını ürpertiyordu. RenDong’dan birkaç kere daha kontrol etmesini istedi fakat RenDong hiçbir şey görmediğini belirterek her seferinde başını salladı.


Lian Qiao'nun pes edip uyumaktan başka seçeneği yoktu.


Bu sefer, RenDong'un beşikte tek başına uyumasına izin verme konusunda endişeliydi. RenDong isteksiz olsa da onu kendi yorganının içine çekti ve onunla birlikte yattı.


Yatak odası karanlıkta tekrar sessizliğe büründü. Küçük RenDong kısa süre sonra yeniden uykuya dalmış, bir kedi yavrusu gibi usulca horluyordu.


Lian Qiao ilk başta tetikte kaldı. Kısa bir süre sonra RenDong'un uyku hali ona da bulaştı ve uykusu geldi.


Yavaş yavaş kafası biraz karıştı, yanındaki kişinin sevgilisi mi yoksa çocuğu mu olduğunu anlayamıyordu.


Küçük ReDong’un üzerinde sıcak ama alışılmadık bir süt kokusu vardı. Yarı uykulu, yarı uyanık olan Lian Qiao kendini tutamayarak yaklaştı ve yüzünü RenDong’un yumuşak küçük yüzüne bastırdı. Sanki farkında olmadan hayatında asla elde edemeyeceği bir hazineyi elde etmiş gibi son derece rahatlamış ve memnun hissetti.


…Ta ki o ürkütücü ses bir kez daha huzurunu bozana kadar.


“Tık, tık, tık.”


Tahtaya vuran eklemlerin sesiydi bu.


"...... Siktir!" Lian Qiao tatlı uykusundan uyandı ve anında patladı. Başını kapıya doğru çevirdi ve bağırdı. "Hangi orospu çocuğu kafayı yemişçesine gecenin bir yarısı Wang ZuXian* gibi davranmak için uyanık kalıyor!”


*[东成西就 (Dong Cheng Xi Jiu) filminden bir karakter. Gece vakti ortalıkta dolaşırmış.]


Yanındaki küçük RenDong onun bağırışıyla irkilerek uyandı ve kollarında çırpınmaya başladı.


Lian Qiao kapıya küfretmeye devam ederken Küçük RenDong’un sırtını yatıştırıcı bir şekilde sıvazladı. "Kapıyı çalmak ha! Tekrar çal! Tekrar çal ki dışarı çıkıp seni öldüreyim!”


Azarlama sesi gecenin karanlığında çok mu korkutucuydu bilinmez, Küçük RenDong yüksek sesle "vaaaa" diye bağırdı. Lian Qiao şok oldu ve hemen onu teselli etti. "Korkma, sana bir şey yapmayacağım, korkma…”


Küçük RenDong dinlemedi ve etli küçük vücudu Lian Qiao'nun kollarında kıvranarak dışarı çıkmaya çalıştı. Düşmesinden korkan Lian Qiao ona daha da sıkı sarıldı ve panik içinde onu ikna etmeye çalıştı. "Neyin var? Ne istiyorsun? Sana ne istersen getireceğim, uslu dur…”


Küçük RenDong mırıldanarak çığlık attı ve Lian Qiao'nun kollarından kurtulmak için umutsuzca yatağa doğru uzandı. Lian Qiao başını çevirip yatağın yanındaki sırt çantasına baktı ve sonunda RenDong’un ne demek istediğini anladı.


Hayalet… Aslında buradaydı!


Lian Qiao hızla sırt çantasından levyeyi çıkardı ve RenDong ile kendisinin önüne koydu. Ancak o zaman küçük RenDong çırpınmayı bıraktı. Küçük etli elleri göğsünün yakalarını kavrıyor, kara gözleri dosdoğru ileriye bakıyordu.


Odada hiç ışık yoktu, sadece göz alabildiğine bir karanlık vardı.


Lian Qiao gözlerini kocaman açtı. Zayıf ışık nedeniyle gözbebekleri büyümüş, farklı bir şeye dair en ufak bir ipucu bile yakalamaya çalışıyordu.


Bir büyük ve bir küçük birkaç dakika boyunca sessizlik ve dikkat içinde bekledi ve sonunda ürkütücü ses yeniden başladı.


"Tık, tık, tık.”


Bu sefer tahtaya vurma sesi çok yakındı, sanki beşiğin altından geliyormuş gibiydi. Beşiğe bir şey dokundu ve hafifçe sallanarak bir gıcırtı sesi çıkardı.


Lian Qiao tereddüt etmeden beşiği tekmeledi ve aynı anda levyesini savurarak sesin kaynağına şiddetli bir darbe indirdi.


Hayaletlerin nerede olduğunu bilemediği için levyeyi sadece rastgele savurabilirdi. İyi olan şey levyenin yeterince uzun olmasıydı, rastgele savursa bile yeterince geniş bir menzile sahipti. Levyenin bir şeye çarptığını hissetti ve ardından keskin bir kadın çığlığı kulaklarında çınladı.


"Yaaaaaaaaaaah!"


Dişi hayalet kara tahtaya sürtülmüş keskin bir çivi gibi çığlık atıyor ve insanların dişlerini sızlatıyordu. Lian Qiao rahatsızlığını bastırdı ve sinek kovalıyormuş gibi levyeyi olabildiğince sert salladı. Ancak bu kez şansı yaver gitmemiş, levye hiçbir şeye isabet etmemişti. Bunun yerine yatağın altından bir el geldi ve ayak bileğini yakaladı!


Dehşete kapılan Lian Qiao vurmak için bilinçsizce levyeyi kaldırdı. Ama baktığında şok içinde donup kaldı.


Bir noktada yatağın her yerinde sürünen kollar ortaya çıkmıştı. Bunlar belli ki kadın kollarıydı, uzun ve ince, kıvranan sayısız beyaz yılan gibilerdi. Hepsinin tırnakları parlak kırmızı ojelerle boyanmıştı ve umutsuzca  yataktan fırlıyorlardı.


"Kahretsin!" Lian Qiao korku içinde çığlık attı ve savaşma gücünü kaybetti, tüm vücudu titrerken yatağın üstüne saklandı.


Kollarındaki küçük RenDong gözlerini devirmekten ve içinden homurdanmaktan kendini alamadı. ‘Ne diye saklanıyorsun! Arkanda bir duvar var, nereye saklanabilirsin ki!’


Lian Qiao korkuyla yatağın ucuna doğru sürünerek ilerledi ve hıçkırarak bağırdı. "Hayır, hayır, hayır, buraya gelme! Hık-”


RenDong'un kalbi tekledi.


Eyvah! Hıçkırıyor!


Yüz binlerce kelimeden sonra yazar sonunda bu özelliği hatırlamıştı! Bu Lian Qiao'nun şu anda ne kadar korktuğunu gösteriyordu!


Küçük RenDong, kollarında şiddetle mücadele etti ve ‘Kutsanmış bir levyen varken neden korkuyorsun?’ demeye çalıştı. Ancak hıçkırıklara boğulacak kadar korkan Lian Qiao aklını kaybetmiş ve çığlık atmak dışında her şeyi unutmuştu.


Bu hayalet eller levyesine karşı zayıf olmasına rağmen Lian Qiao o kadar korkmuştu ki istikrarlı bir şekilde geri çekilmişti. Hayalet eller, yatağın kenarından ortasına sürünerek yavaş yavaş ileri doğru ilerledi. Daha hızlı olanlar Lian Qiao'nun baldırlarına tırmanmaya başlamıştı bile.


Lian Qiao: "Ahhhhhhhhhhhhhhhhh!"


Ren Dong: “…”


Çaresizlik içindeki RenDong sadece son silahını kullanabilirdi.


“Vaaaaaahhh!..“


Ağlamak!


Bebeğin ağlaması sanki aniden bir hava saldırısı sireni çalmış gibi yeri göğü titretti ve Lian Qiao'yu ürpertti.


Xu RenDong’un niyeti ağlayarak diğer oyuncuları uyandırmaktı, bu yardım çağırmakla eşdeğerdi. Ancak o ağladığında Lian Qiao aniden cesaret topladı, gözbebekleri titredi ve aniden levyeyi kavrayıp bacağına sertçe vurdu.


Çat!


Lian Qiao'nun bacağının yan tarafından ürpertici bir kemik kırılma sesi geldi.


Küçük RenDong, ağlamaya devam etmeyi unutarak bir an için dondu kaldı. Tek görebildiği gözlerinin önünde parlayan soğuk bir ışık ve kulaklarında çınlayan bir çatlama sesiydi.


Lian Qiao elinin hızlı bir hareketiyle etraflarını saran düzinelerce koldan fareleri halleder gibi kurtulmuştu.


RenDong: “…” Ne iyi bir dövüşçü!


Hayaletler artık hareket edemese de Lian Qiao aşırı uyarılmıştı ve onları neredeyse kıymaya çevirecek şekilde vurmaya devam ediyordu.


Bu durumu gören hayalet ellerin geri kalanı korkuyla titredi, büküldü ve zeminin köşesine doğru gözden kayboldu.


"Ah, ah..." RenDong etli küçük elini uzatıp Lian Qiao'nunkine ulaşmaya çalıştı ancak Lian Qiao hala deli gibi çırpınıyordu.


Ta ki kapı bir kez daha çalınana kadar.


"Tık, tık, tık.”


Lian Qiao: "Siktir! Ne cüretle gelirsin?!”