Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 143: 1992-2020 13

 

Kalabalık bunu duyunca paniğe kapıldı.


Hepsi deneyimli oyuncular olmakla birlikte hayaletlerin ve canavarların ne kadar korkunç olduğunu ve sıradan insanların başa çıkabileceği bir şey olmadığını tam da deneyimli oyuncular oldukları için biliyorlardı.


O anda hepsi gökyüzüne baktı. Gecenin karanlığında ay ve yıldızlar seyrekti ama hiçbir hayalet görülemiyordu. Yine de küçük RenDong’un tepkisi hayaletlerin varlığını kanıtlıyordu.


Bu daha da korkutucu değil mi!


Kalabalığın beti benzi attı. Biri hemen bozuldu, Lian Qiao'yu göstererek bağırdı. "Ne demek istiyorsun?! Sadece ölmemizi izlemeyi mi düşünüyorsun?!"


Lian Qiao: "Pek sayılmaz."


Dudakları kıvrıldı ve çantasından bir şey çıkardıktan sonra Küçük Elma’ya fırlattı. “Al bakalım.”


Herkes havada yay gibi uçan bir şey gördü. Küçük Elma bilinçsizce onu yakaladı ve eli ağırlaştı. Kutsal levyeydi!


Lian Qiao kayıtsızca şöyle dedi: "Size tüm perili hazinemi ödünç verdim. Bundan sonra ne yapacağınız size kalmış.”


Sonra hasır bir sandalye çekti ve sanki onun için hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi tepeden bakan büyük bir lord edasıyla oturdu.


Kalabalık: “…” Neden bu kadar sakinsin, bu hayaletle bir çeşit lanet olası anlaşman mı var?


Kalabalık bunu sorggulamaya fırsat bulamadan bir çığlık duyuldu.


“Ahhhhhhhhhhhhhh!”


Bu, yüzüne yağmur suyu damlayan adamdı!


Başının üzerinde asılı duran ve kan damlaları gibi tüm kafasını kaplayan siyah bir sis bulutu vardı. Siyah sisin içinden tüyler ürpertici bir çiğneme sesi geldi ve adam tiz, insanlık dışı bir çığlık atarak elleri ve dizleri üzerinde salak bir sinek gibi kıvranmaya başladı.


Kalabalık kendiliğinden koca bir adım atarak geri çekildi ve adamın merkezde olduğu bir düzine metre çapında geniş bir daire oluştu.


Adam çemberin ortasında debelenip kıvrandı ve kısa süre sonra bir gümbürtüyle yere düştü. Kan boynundan aşağı akıyor, giysilerini ve pantolonunu ıslatıyordu. Karnı deşilmiş bir balık gibi seğirerek yere düşmüştü, hayatı sona ermişti ama kasları hâlâ sinir reflekslerine sahipti.


Siyah sisten yavaş yavaş bir şey çıktı.


Uzun, ince uzuvları ve davul kadar büyük bir karnı olan bir canavar yerde yatıyor, cesetle ziyafet çekiyordu. Bu Lian Qiao’nun o gece savaştığı aç hayaletti!


Tıpkı geçen sefer olduğu gibi, bu sefer de aç hayalet ancak bir insan kafasını kopardıktan sonra ortaya çıkmıştı.


Aç hayalet eti ve kemikleri çiğnedi, sonra yüzünde bir zevk ifadesiyle onları yuttu.


Kalabalık, aç hayaletin fiziksel olarak bağışık olduğunu ve sıradan silahların ona karşı işe yaramayacağını, sadece Lian Qiao’nun kutsal levyesinin kullanılabileceğini bilerek dehşet içinde izledi. Bu yüzden birisi Küçük Elma'yı itti ve "Çabuk git!" diye bağırdı.


Küçük Elma gitmek için bacağını çoktan kaldırmıştı ama adam onu itince öfkelenerek "Ben lanet olası bir kızım! Neden bana yaptırıyorsun da kendin yapmıyorsun! Seni pislik!"


Pisliğin gözlerinde bir mahcubiyet izi parladı ve hemen "Levye senin elinde, sen gitmezsen kim gidecek!" diyerek kendini haklı çıkardı.


Küçük Elma levyeyi ona fırlatmakta hiç tereddüt etmedi. “Öyleyse sen git!” 


Pislik: "..."


Aç hayaletin doyması için bir ceset yeterli değildi. Ağzı o kadar büyüktü ki cesedi birkaç ısırıkta çiğnemiş, geriye sadece et ve kemik parçaları kalmıştı. Yer kan ve sıvı yağmuruna tutulmuştu, kan ile iç organların kokusu birbirine karışmış ve bir göl oluşturmuştu.


Aç hayalet kırmızı dilini çıkarıp dudaklarını yaladı ve açgözlü bakışlarla kalabalığa döndü. Onu görünce ürperen kalabalık aceleyle Pislik’in arkasına saklanarak el birliğiyle onu itti. "Reddetme! Hadi git!" "Elinde levye var, neden korkuyorsun, sen erkek değil misin!"


Pislik’in riski göze almaktan ve kendini cesaretlendirmek için bağırmaktan başka seçeneği kalmamıştı.


Aç hayaletin gözleri kendisine doğru hamle yapan birini görünce parladı. Ama Pislik’in elindeki levyeyi görür görmez tekrar endişelendi. Pislik’in görünüşte cesur ama aslında açıklıklarla dolu olan darbesinden kaçınmak için başını eğdi. Ardından adamın bileğini sıktı ve bir çat sesiyle Pislik’in bileği koptu!


"Ahhhhhhhhh!" Kopan bileğin acısı Pislik’in saldırı gücünü anında kaybetmesine, kolunu kapatıp olduğu yere çömelmesine ve çığlık atmaktan başka bir şey yapamamasına neden oldu.


Kalabalık: "......" Lanet olsun, seni göndermenin bir ölüm fermanı olduğunu bilsek de silahını düşmana verebileceğini kim bilebilirdi!


Aç hayalet, pislik adamın kopmuş eli vasıtasıyla levyeyi tutuyordu. Sahne biraz komik olsa da kalabalığın benzi atmıştı, gülmeye halleri yoktu.


Sadece hasır bir sandalyede oturup savaşı uzaktan izleyen Lian Qiao bir kahkaha attı.


"Bu çok iyi."


Küçük RenDong Lian Qiao'nun kucağına oturmuş, gözlerinde endişe ve şaşkınlıkla sahadaki paniklemiş ve öfkeli kalabalığa bakıyordu. Aslında Lian Qiao'nun neden bu şekilde davrandığını tam olarak anlayamamıştı. Bu oyuncular pek işe yaramayacaktı ama onları ölüme göndermeye de gerek yoktu.


Xu RenDong her zaman insan hayatının her şeyden önce insan hayatı olduğunu düşünmüştü, bu yüzden eğer kurtarabiliyorsa kurtarmalıydı. Geçmişte Lian Qiao da buna katılıyordu ama bu sefer neden?..


Lian Qiao ona sarıldı, parmaklarıyla saçlarını hafifçe okşadı ve fısıldadı. "Bana onları neden kurtarmadığımı mu sormak istiyorsun?”


Küçük RenDong başını önce yukarı aşağı, sonra sağa sola salladı.


Lian Qiao: "Başını böyle sallayarak ne demek istiyorsun?"


Küçük RenDong bir kuzgun tüyü kadar siyah olan yere baktı. Çocuksu ama biraz ağır bir sesle "Çünkü ben bir yüküm. Kendi gücünle herkesi koruyamazsın." dedi.


Lian Qiao onu dinlerken belli belirsiz gülümsedi. RenDong’un küçük yüzünü kavradı, gözlerinin içine baktı ve "Yine kendini suçlu hissediyorsun, değil mi?" diye sordu.


Küçük RenDong kaşlarını indirdi ve hiçbir şey söylemedi.


Lian Qiao ona baktı ve ciddi bir ifadeyle, "Senin yüzünden harekete geçmediğim doğru. Ama sen bir yük olduğun için değil, sen hariç herkes benim gözümde bir hiç olduğu için." dedi.


Küçük RenDong dondu ve gözlerini kaldırdı, kara gözleri şokla doluydu. Konuşmak istedi ama Lian Qiao parmağıyla dudaklarına bastırdı.


"Şşş." Lian Qiao o yumuşak dudakları bağlılık ve nezaketle ovuşturdu, gözleri yavaşça uzaklaşırken sesi de soğudu. "Konuşma, sadece seyret."


İkilinin dikkati dağılmışken avludaki savaşın durumu büyük ölçüde değişmişti.


Levye aç hayalet tarafından alınmış ve kalabalık sihirli silahlarını kaybettikleri için dağılıp kaçmak zorunda kalmıştı. Cesur olanlardan bazıları aç hayaletle savaşmak için avludaki çapaları kaptı ancak sıradan demir aletler herhangi bir zarar verememişti. Çapa aşağı iner inmez aç hayalet ikiye bölünmüş ancak vücudu titredikten sonra toparlanmıştı. Sanki çapa suya atılmış gibiydi, küçük bir sıçrama dışında bir dalga bile yaratamamıştı.


Bunun yerine, saldıran adam aç hayalet tarafından boğazından tutularak havaya kaldırılmıştı. Aç hayalet kanlı ağzını kocaman açtı ve başını eğerek…


Adam tek bir ısırıkla iki parçaya ayrıldı.


Kalabalık yürekleri parçalanarak izledi. Saklanmak için yetimhaneye geri kaçmaya çalıştıklarında kapının kilitli olduğunu ve ne kadar denerlerse denesinler kıramadıklarını görünce şok oldular.


"Lanet olsun! O kahrolası kadın!" Kalabalık müdüre küfürler savurdu. Yine de küfürler sadece küfürdü, geriye dönüp bakıldığında hâlâ yüzleşilmesi gereken bir kriz vardı.


Neyse ki aç hayalet, insanları öldürmekten çok yemekle ilgileniyordu. İkiye bölünmüş cesedi ağzına tıktı ve bütün olarak yuttu. Yutabileceğinden çok daha fazla et ve kan ağzının kenarlarından kayarak aç hayaletin dehşetine dehşet kattı.


Uzun Saçlı Teyze çoktan yere yığılmış, zayıf bacakları üzerinde yere düşerek yüzünü kapatmış ve sert bir çığlık atmıştı. Diğerleri de yıkılmanın eşiğine gelmiş, köşeye çekilmiş ve sırtlarını duvara yaslamış titriyorlardı.


Avlu sınırlıydı ve çıkış yolu yoktu, peki başka nereye kaçabilirlerdi?


Tek yapabilecekleri ölmeyi mi beklemekti?


Hepsi umutsuzluk içindeydi. Küçük elma’nın bile yüzü solmuş, tir tir titriyordu.


Ancak diğerlerinin aksine Küçük Elma korkusuna rağmen umudunu yitirmemişti. Sanki bu durumla başa çıkmanın bir yolunu düşünüyormuş gibi etrafına bakındı. Gözleri hızla avlu kapısına ilişti.


Avlu kapısı açıktı. Aklına bir şey gelen Küçük Elma'nın gözleri parladı ve kapıya doğru biraz ilerledi.


Avlunun diğer ucunda onları izleyen Lian Qiao ve RenDong birbirlerine baktılar ve birbirlerinin gözlerinde takdir dolu bir ifade gördüler.


Durum buydu. Küçük Elma oldukça zekiydi.


Sadece bunu tek başına yapamıyordu, yardıma ihtiyacı vardı.


Küçük RenDong, Lian Qiao'yu dürttü ve "Git ve ona yardım et." dedi.


Lian Qiao ayağa kalktı ve "Tamam." dedi.


Bununla birlikte küçük RenDong’u kucağına aldı ve sakince küçük köşke doğru yürüdü.


Küçük köşkün kapısı kilitliydi, yani burada kimse saklanamazdı. Herkes avlunun dört bir yanına dağılmış, Lian Qiao'nun aniden ortaya çıkışına şaşkınlıkla bakıyordu.


Lian Qiao sonunda yardım edecek olabilir miydi?


Herkesin gözlerinde aynı anda hem umut hem de şüphe parladı. Ne de olsa Lian Qiao'nun elindeki tek kutsal levye aç hayalet tarafından kapılmıştı. Lian qiao sadece bir ölümlüyken aç hayaletle savaşmak için ne yapabilirdi?


Aç hayalet ikiye bölünmüş adamı ve bileği kopan adamı art arda yemişti. İki canlı insan birkaç dakika içinde yenilip yutulmuş ve geriye sadece korkunç bir çamur ve kan gölü içinde büyük bir et ve kan birikintisi kalmıştı.


Aç hayalet doyumsuz bir memnuniyetle ağzını sildi ve açgözlü bakışlarıyla ortalığı bir kez daha tarayarak başını kaldırdı.


Şimdi kimi yemeliyim?


Gözleri kalabalığın üzerinde dolaştı. Baktığı herkes dehşetle gerildi, sırtlarındaki tüyler kuyruklarına basılmış kedilerinki gibi diken diken oldu.


Lian Qiao o anda aniden bir ses çıkardı.


"Hey."


Bir elinde küçük RenDong’u tutarken diğer elini kaldırarak aç hayalete doğru bir parmak salladı.


"Buraya gel."


Lian Qiao'nun çıplak elleriyle ne yapmaya niyetli olduğunu bilmeyen kalabalık irkildi. Sadece avlu kapısının yanındaki Küçük Elma tüm avlu boyunca uzaktan onun bakışlarıyla karşılaşmıştı.


Dört göz karşılaştı. İkisinin de dudakları yükseldi.


“…” Sadece küçük RenDong’un dudakları aşağı kıvrılmıştı.


Aç hayalet doğal olarak bu ikisinin arkasından komplo kurduğunu bilmiyordu. Lian Qiao'nun kucağındaki küçük bebeği gördüğünde iştahı anında kabardı, elleri ve ayakları üzerinde Lian Qiao'nun üzerine atlarken ağzı sulandı.


Lian Qiao iki adam boyundaki yaratığın kendisine doğru hamle yapmasını seyrederken kıpırdamadı. Kollarındaki küçük RenDong da yüzünde hiçbir korku göstermedi, sanki önünde bir dağ yıkılsa bile Lian Qiao ile birlikte buna katlanmaya istekliymiş gibi sessizce göğsüne yaslandı.


Kalabalığın yüreği ağzına geldi ve içlerinden haykırdılar: ‘Ne yapıyorsun, seni aptal! Madem ölmek istiyorsun ne diye kilit oyuncuyu da yanında sürüklüyorsun?’


‘Ya bizim hayatımız?!’


Ancak o anda diğerlerinin onları kurtarmaya gelmesi için artık çok geçti. Aç hayalet çoktan onun önüne ulaşmıştı, örümcek bacakları kadar ince soluk kolları Lian Qiao'nun kollarını yakalamış, RenDong’u bir çırpıda kapıp götürmeye hazırdı!


Küçük RenDong refleks olarak gözlerini kapattı. Aynı anda Lian Qiao da bir elini kaldırdı ve nazikçe küçük RenDong’un gözlerinin üzerine koydu.


Ardından dudakları kıpırdayarak hızlıca bir şeyler söyledi.


Sonraki Bölüm