Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 28: Gitme o güzel geceye usulca.

 

"Gitme o güzel geceye usulca..."

An Zhe ve Colin uzun, dar, beyaz bir koridorda yürüyorlardı ki hep bir ağızdan seslerin okuduğu duyuldu; çocuksu bir yumuşalıkta, sanki yankılanırmış gibi çevrelerinde titreşen bir ses topluluğu.

Burası İrem Bağı'nın altıncı katıydı ve onları buraya getiren kişi Lin Zuo adında otuzlu yaşlarında, beyaz gömlekli ve ince altın çerçeveli gözlüklü nazik görünümlü bir adamdı.

İkisi ofise götürüldü ve Lin Zuo, "Burada hayatınız nasıl gidiyor?" diye sordu.

Colin, "Çok iyi." diye yanıtladı.

Lin Zuo onlara "Ana şehirdeki koşullar dış şehirdekinden daha iyi." dedi.

An Zhe de bunu fark etmişti. En azından dış şehirdeyken, dünyada İrem Bağı gibi devasa bir bina olduğu aklına bile gelmemişti.

Bu koridorda memur hariç 10 oda vardı. Bunlardan beşi derslik, beşi de çocuk yurduydu. Yurtlar küçük yataklarla doluydu ve her biri 100 kişilikti. Lin Zuo'nun demesine göre İrem Bağı'nın bu katı bu şekilde on koridordan oluşuyor ve her birinde aynı yaştaki çocuklar bulunuyordu. Başka bir deyişle, altı yaşına yakın dört bin insan yavrusu vardı.

"Altı yaşına geldiklerinde çoğu evlat edinilmk üzere dış şehre gönderilirdi. Ancak şimdi dış şehir düştüğü için altı yaşından sonraki eğitim işini ana şehir devralmak zorunda. Personel sıkıntısı çektiğimiz için buraya gelmeniz çok iyi oldu." dedi Lin Zuo. "Altı yaşın altındaki çocukları yeni gelenlere teslim etmeye cesaret edemiyoruz, bu nedenle bu çocuk grubu size altı yaşına geldiklerinde atanacak."

An Zhe, "Tamam." dedi.

"Daha ileri eğitim düzenlemeleri henüz yapılmadı, bu nedenle siz ikiniz beni takip edin ve sürece kendinizi alıştırın, olur mu?"

Colin başını salladı. "Hm."

Lin Zuo hafifçe gülümsedi ve raftan bazı kılavuzlar indirdi. "İşte ders kitapları ve işleyiş rotası, önce bunları okuyun ve herhangi bir sorunuz olursa bana sorun."

An Zhe kendi kopyasını aldı.

Burada biri dil ve edebiyat, diğeri matematik ve mantık olmak üzere iki eğitim sınıfı vardı ve onun aldığı dil ve edebiyat ders kitabıydı. Altı yaşındaki çocuklar temel okuma ve dilbilgisini çoktan öğrenmişti ve ders kitaplarında kısa masallar ile şiirler vardı. Bunlar An Ze'nin çok iyi öğrendiği şeylerdi, dolayısıyla An Zhe'nin bilmediği hece ya da kelime yoktu.

Ders kitabını inceledikten sonra dersin başlama zamanı gelmişti. An Zhe bir dizi masa ve sandalyeyi taşıyarak sınıfın arka köşesine oturdu. Elinde çocukların oturma çizelgesi vardı ve Lin Zuo ona sadece dersi dinleme değil, aynı zamanda çocukların derse katılımını kaydetme görevi de vermişti. Eğer bir çocuk bir soruya cevap vermek ya da bir soru sormak için inisiyatif alırsa ekstra puan verilecek ve fısıldaşırlarsa ya da alakasız eylemlerde bulunurlarsa puan kesilecekti.

Oturduğu sırada yavrular hep birlikte başlarını çevirip ona baktı. Yavruların tenleri çok yumuşak, gözleri saf ve temizdi; tek tip beyaz kıyafetleri, siyah şortları ve benzer kısa saç kesimleri vardı, bu da cinsiyetlerini bir an için ayırt etmeyi imkânsız hale getiriyordu. An Zhe'ye bakmaya devam ederken birkaç kez fısıldaştılar ve An Zhe onlara gülümsedi.

Yavrulardan birkaçı da ona gülümsedi ve içlerinden biri gözlerini kırpıştırdı, kirpikleri birkaç kez titredi ve "Siz yeni öğretmen misiniz?" diye sordu.

An Zhe, "Evet." dedi.

"Vay canına." diye fısıldadı bir başka yavru. "Çok güzelsiniz."

An Zhe, "Teşekkür ederim." dedi.

Yavru, "Rica ederim." diye cevap verdi.

Başka bir yavru, "Adınız ne?" diye sordu.

An Zhe onlara adını söyledi.

Bir yavru, "Benim adım Bai Nan." dedi.

"Benim adım Jisha."

"Benim adım Du Cheng."

Tabii ki bazı kayıtsız yavrular da vardı, örneğin köşedeki, ona bir kez bakıp geri dönen gibi.

Ancak An Zhe'nin etrafındaki heyecan uzun sürmedi, çünkü Lin Zuo içeri girmişti.

Yavrular hemen An Zhe'nin yanından dağılarak yerlerine döndüler v Lin Zuo derse başlamadan önce kimsenin eksik olmadığını doğrulamak için etrafına bakındı.

An Zhe'nin daha önce koridorda duyduğu şiirin aynısından, ders kitabındaki son şiirden bahsediyordu - diğer içeriklerden biraz daha karmaşıktı, koridorda yürürken sınıflardan birindeki çocuklar okumuştu.

Yavrular şiiri baştan sona okuyarak başladılar.

        "Gitme o güzel geceye usulca.

        İhtiyarlık yanmalı ve saçmalamalı gün kapandığında;

        Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında.

        Akıllı adamlar, bilmelerine rağmen karanlığa gömüleceklerini sonlarında,

        Sözleri şimşek çaktırmamış olduğu içindir ki onlar

        Gitmezler o güzel geceye usulca.
        
        ..."

Bir kez okunduktan sonra Lin Zuo kürsüde durdu ve "Anlayamadığınız bir yer var mı?" diye sordu.

Bir yavru elini kaldırdı. An Zhe onu oturma planıyla karşılaştırdı ve onun Bai Nan adlı yavru olduğunu gördü.

Bai Nan, "Hiçbir yerini anlamadım." dedi.

Diğer yavrular güldü.

Lin Zuo, Bai Nan'a "Sorunun kapsamını daralt." dedi.

"Peki..." Bai Nan tereddütlü bir sesle başının arkasını kaşıdı. "Geceye neden usulca gidemiyoruz?"

An Zhe, Bai Nan için forma bir puan ekledi, ardından Lin Zuo'ya bakarak cevabını bekledi.

Bai Nan'ın sorduğu sorunun cevabını bilmiyordu. İster uçurumda olsun ister insan üssünde, pek çok kez alacakaranlığın yavaş yavaş gündüzün yerini aldığını, her gecenin karşı konulamayacak kadar usulca yere indiğini görmüştü.

Lin Zuo'nun bakışları üzerlerinde gezindi, dudakları hafifçe büzülerek hafif ciddi bir kavis çizdi.

"Bu, bu yılki dersinizin son metni." dedi. "Önceki tüm metinlerden farklı anlamlara sahip, bu yüzden sizin için biraz zor olabilir."

Döndü ve tahtaya "Gitme o güzel geceye usulca" sözlerini yazdı, ardından kürsünün altındaki yavrulara döndü.

Lin Zuo, "Bu, mecazlar ve sembollerden oluşan bir şiir." dedi. "Gitme o güzel geceye usulca. Bu, ölümü boyun eğerek kabul etmemek demektir."

An Zhe kelimeleri defterine not ederken gözleri hafifçe büyüdü.

Daha sonra Lin Zuo ilk cümleden itibaren açıklamaya başladı ve An Zhe dikkatle not aldı.

Konuşmanın ardından yavrular bir kez daha dizeleri baştan sona yüksek sesle okudular.

        "Ve sen, benim babam, hüzünlü tepede, orada

        Yalvarırım, lanetle ve kutsa beni şimdi acımasız göz yaşlarınla.

        Ama gitme o güzel geceye usulca."

An Zhe'nin not alan kaleminin ucu, İkiz Kuleler'in gün ışığında parladığı ve şehrin açıldığı, kenarlarının mavi gökyüzünde kaybolduğu yerden çok uzak olmayan parlak pencereden dışarı bakarken durakladı. Biliyordu ki şehir o güzel geceye henüz gitmiyor, gitmemeye çalışıyordu.

Bugünkü derslerinin sonunda Lin Zuo işten ayrılarak çocukları Colin ve onun ellerine bıraktı. Yavruları hayat öğretmenleriyle birlikte akşam yemeğine götürmeleri ve ardından günün haberlerini izlemek için yatakhanede toplanmaları gerekiyordu. Yavrularla bağ kurmak için An Zhe'nin haberlerle ilgili her türlü soruyu yanıtlamak için hazır olması gerekiyordu. İşten ancak haberler bittikten sonra ayrılabilirlerdi.

Karınları doyduktan sonra yavrular çok aktif bir ruh hali içindelerdi, koridorda oynayıp konuşuyorlardı. An Zhe kulaklarında milyonlarca sivrisineğin çığlık attığını hissettiyse de bu insan yavrularına müsamaha gösterdi. Uçurumda bile yaratıklar yavrulara karşı nazik olurlardı - ama sadece kendi yavrularına.

Haber zamanı gelip de hayat öğretmeni puanlama kağıdını çıkardığı an, yavrular onu görünce sessizliğe bürünerek kendi başlarına büyük projeksiyon ekranının etrafında bir daire oluşturdular, An Zhe de ortalarında oturuyordu.

Ekrana bakarken aniden parmaklarına bir şeyin dokunduğunu hissetti. Aşağı baktığında, yanında oturan Bai Nan isimli yavrunun parmaklarını onun parmaklarına doladığını gördü.

An Zhe'nin insanlarla pek fazla fiziksel teması olmamıştı ve iyi hatırladığı tek seferinde de Lu Feng'e çarpmış, Lu Feng'in göğsündeki rozet yüzünden başı acımıştı - ama yavru insanın vücudu Lu Feng'inkinin aksine yumuşaktı.

İnsan yavrusu tıpkı sporun vücudunda sessizce durması gibi onun yanında sessizce duruyordu. An Zhe, Bai Nan'ın başını okşayarak bu hayale sahte bir huzur hissi kattı.

Bunun üzerine Bai Nan ona yaklaştı kollarını onun kollarına dolayarak ona yapıştı. Aynı zamanda Jisha adındaki bir başka yavru daha yaklaştı, bu yavru kıza benziyor gibiydi. Hemen ardından bir grup ona doğru kıpırdandı ve diğer tarafta Colin de birkaç yavru tarafından ilgi gördü; yetişkinlere yakın olmak tüm yavruların doğasında var gibi görünüyordu.

Buna rağmen hala kendi yerinde bağdaş kurmuş, kıpırdamadan oturan yalnız bir yavru vardı. An Zhe onun adının Sinan olduğunu hatırladı. Sinan derste hiç soru sormazdı. Sinan'la göz göze gelip ona gülümsedi ama Sinan gözlerini kaçırarak bakışlarını tekrar büyük ekrana çevirdi.

Haberler başlamıştı.

"6. Bölge'nin bombalanmasından sonra dış şehirdeki yaratıkların sayısı önemli ölçüde azaldı. Ordunun ikinci hava birliği bu sabah saat altıda havalandı ve dış şehri desteklemek için 1. Bölge'ye indi. Yargı Mahkemesi'nden Albay Lu Feng, dağıtım merkezinin kurtarma operasyonu için mevcut ekibe komuta edecek..."

An Zhe aniden tanıdık bir isim duydu. Ana şehre geldiğinden beri Lu Feng'i hiç görmemişti. Bu adam yine dış şehre gitmişti.

Aniden Bai Nan, "Ah, Yargıç." diye fısıldadı.

Jisha, "Çok korkuyorum." dedi.

An Zhe onlara "Sorun nedir?" diye sordu.

Bai Nan, "Haberlerde hep Yargıç'ın kaç kişiyi daha idam ettiğinden bahsediliyor." dedi.

Jisha, "Ayrıca sık sık uçuruma gidiyor. Uçurum çok korkutucu." diye ekledi.

An Zhe onun başını okşadı. "Korkma."

Jisha burnunu çekti.

"Sen insansın, Yargıç seni koruyacaktır."

Jisha burnunu çekmeye devam etti.

Bai Nan,"Öğretmenim, siz Yargıçla hiç karşılaştınız mı?" diye sordu.

Aynı zamanda haberlerde "Göstereceğimiz haber savaş muhabirinden." deniyordu.

Kamera parladı. Bir muhabir, siyah üniformalı bir subayla röportaj yapıyordu. Kişinin göründüğü ilk anda An Zhe onun Lu Feng olduğunu düşündü fakat bir sonraki anda Lu Feng olmadığını, haber ekranında adı gösterilen, Lu Feng'in yanındaki genç yargı memuru Seraing olduğunu fark etti.

An Zhe, Bai Nan'ın sorusuna yumuşak bir şekilde "Karşılaştım." yanıtını verdi.

Bai Nan, "Nasıl görünüyor? Haberlerde yüzünü göstermiyorlar." diye sordu.

Jisha da araya girdi. "Çok mu zalim görünüyor?"

Yavruların hepsi bu soruyla ilgileniyor gibi görünerek ona baktı.

"O..." An Zhe, Lu Feng'in görünüşünü düşündü ve insan estetiğini baz alarak bir yargıya varmaya çalıştı. "Biraz sert ama yakışıklı."

"Neye benziyor?"

Yavruların soruları gitgide bir diğerinden daha da zor oluyordu. An Zhe, nasıl bir karşılaştırma yapacağını bilmiyordu. Tam iyice düşünürken birden Lu Feng'in gözlerinin rengini hatırladı. Öylesi soğuk, koyu yeşil - sanki gökyüzünde beliren kutup ışıkları gibi.

"Sanırım... kutup ışıklarına benziyor." diye yanıtladı.

Yavruların gözlerinde şaşkınlık belirdi.

O anda An Zhe bir taraftaki hayat öğretmeninin ona başparmağıyla onay verdiğini gördü.

Hayat öğretmeni ona "Dil ve edebiyat öğretmeyi hak ediyorsun." dedi.

An Zhe bunun bir iltifat mı yoksa hayat öğretmeninden gelen bir eleştiri mi olduğunu anlamadı, bu yüzden sadece gülümsedi.

Ana şehirde zaman günden güne geçiyordu. Farkına bile varmadan, neredeyse bir aydır burada yaşıyordu.

İrem Bağı'nda hayat çok huzurluydu, en fazla yavruların kavga ve tartışmalarından olur, başka bir şey olmazdı. An Zhe'nin İkiz Kuleler'in dibinden geçtiği zamanlar olmuştu fakat her iki kuleye de girmek için bir karta ihtiyacı vardı. Herkesin içeri girme izni yoktu. Sporunu görebilmesi için önce Deniz Feneri'nin tam olarak nerede olduğunu bilmesi ve içine girebilmesi gerekiyordu ki bunların ikisini de şu an başaramıyordu.

Ancak bu arada haberler insanlık için giderek daha cesaret verici bir hal alıyordu, zira Albay Lu daha on gün önce ekibini ayrıntılı bir eylem planını gerçekleştirmek üzere dağıtım merkezinin derinliklerine götürmüştü - haberler özellikle Yargı Mahkemesi'nin uçurumun derinliklerindeki düzenli eğitimleri sayesinde yaratıklarla başa çıkma konusunda son derece deneyimli olduklarını vurguluyordu.

Beş gün önce ordu dağıtım merkezini resmen geri almış,  geniş çaplı bir temizlik ve dezenfeksiyon çalışması yürüterek içeriyi kalan yaratıklardan arındırmıştı. Böylece Deniz Feneri tarafından gönderilen ekipler de ekipmanların onarımına başlamıştı.

An Zhe bugün haberleri dinlemeye devam etmeyi planlamıştı ama o gün Lin Zuo gece vardiyasında çalışmak zorundaydı, bu yüzden An Zhe işten erken çıkmak zorunda kaldı.

Yaz aylarında akşam saat altı olsa da gökyüzü hala aydınlıktı ve sadece ince bir grili mavili tabaka batıdaki gökyüzünü yavaşça kaplıyordu. An Zhe kartını okuttu ve İrem Bağı'nın binasının cam kapıları yavaşça açıldı, onun gibi işten erkenden çıkan Colin ile beraber dışarı çıktı.

Normal iş çıkış saati değildi ve yollarda çok az kişi vardı. An Zhe, servis aracına giden kısa yolu kullanarak sokaklarda yürüdü. O ve Colin birbirlerinden hoşlanmıyorlardı, bu yüzden aynı yöne gidiyorlarken bile aralarında uzun bir mesafe vardı.

Dünya alışılmadık derecede sessizdi. An Zhe tam küçük sokağı geçip geniş bir yola çıkmak üzereyken arkasından aniden ayak sesleri duydu. Sonra yanından beyaz bir gölge, kısa beyaz bir figür geçti. An Zhe kaşlarını çatarak ona baktı. Küçük bir kız olduğundan emindi.

Sınıfındaki kız ve erkek çocuklar birbirine benzer giyinir ve görünürdü ama beş ya da altı yaşlarında olan önündeki bu çocuk şüphesiz bir kızdı - olağanüstü ince bir vücudu, omuz hizasında siyah saçları ve beyaz bir elbisesi vardı.

İlerisinde bir yol vardı ve yolda bir araba ilerliyordu. An Zhe, "Dikkatli ol!" diye bağırdı.

Yolun karşısında bir araba ıslıklayarak geçti ve kız irkilmiş gibi sarsılarak durdu. Bir anda nefesi kesilerek An Zhe'ye baktı, bakışları korkmuş ve dehşete düşmüş gibiydi.

An Zhe "Sana yardımcı olabilir miyim? İrem Bağı'ndan mı geliyorsun?" diye sordu.

O sözünü bitirir bitirmez kızın gergin hali daha da arttı ve başını şiddetli bir şekilde sallayarak doğruca yola doğru koşmaya başladı!

An Zhe hızla onu takip etti.

O anda sokağın köşesinde siyah bir figür belirdi. Kızın önünde dimdik dururken hareketleri temiz ve basitti. Kız öne doğru bir adım attı fakat adam onu almak için eğildi. Kız şiddetle debelenirken adam birkaç adım attı, kız hiçbir şey yapamıyordu.

Hemen peşinden gelen An Zhe: "..."

İki çift göz buluştu.

An Zhe onu selamladı. "...Merhaba."

Lu Feng, "Merhaba." diye yanıtladı.

An Zhe ona dağıtım merkezinin kurtarılıp kurtarılmadığını sormak istiyordu ama şu anda söyleyecek daha önemli şeyleri vardı. Yaklaşık bir aydır bu sözler için hazırlanmıştı.

O gün trende Lu Feng'in morali bozuktu. Pek mutlu değildi ve An Zhe bunun nedenine dair bir tahminde bulunmuştu -bu dünyada çok az insan Albay'a mantık çerçevesinde bakabiliyordu.

Albay'ın küçük kızı tehlikeli yoldan kurtarma eylemiyle birleştiğinde vardığı yargı daha da haklı hale geliyordu.

"Albay." dedi.

Lu Feng hafifçe kaşlarını kaldırır gibi oldu. "Sorun nedir?"

Kız hala çırpınıyordu, bakışları donuktu, saçları dağınıktı ve iyi görünmüyordu. Lu Feng gelişigüzel bir şekilde onun sırtını sıvazladı, tekniği kabaydı ama en azından niyeti iyiydi.

Böylece yargısı bir kez daha doğrulanmış oldu. An Zhe önce küçük kıza ve sonra Lu Feng'e bakıp samimiyetle, "Siz iyi bir insansınız." dedi. 

Albay bu kez kaşlarını gerçekten kaldırdı ve dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi; içten bir gülümseme değil, sanki An Zhe'nin açıkça yanlış bir şey söylediğini duymuş gibiydi.

Bir an sonra bir eliyle küçük kızı zapt ederken diğer eliyle iletişim cihazını aldı. "Yedinci kavşak, hedef ele geçirildi."

Konuşurken An Zhe'ye belli belirsiz bir bakış attı.

An Zhe: "...?"


Not:

Bölümdeki şiir Dylan Thomas'ın Gitme O Güzel Geceye Usulca şiiridir.