Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 128: Yatağın Başındaki Saygın Oğul

 

RenDong ameliyat masasına yattığında Lian Qiao da ameliyat masasına yattı.


RenDong’un açılan karnında bir dolu kan olması ile Lian Qiao’nun da karnında bir dolu kan olması bir tesadüf müydü?


Nedeni basitti: yırtılmış bir dalak.


Dalak çok hassas bir organdı ve dış kuvvetlere maruz kaldığında yırtılmaya meyilliydi. Kendine ait zengin bir kan kaynağı vardır, bu nedenle yaralandığında bolca kanama eğilimi gösterirdi. Ancak vücudun bu kısmı acıya karşı duyarlı değildi, bu nedenle iç kanamaya rağmen kişi fazla tepki vermemişti. Lian Qiao ancak hemorajik şoka girene kadar dayanabilmiş ve ardından bir gürültüyle yere yığılmıştı.


Ameliyathane oracıkta patlayıvermişti.


Hasta RenDong henüz ameliyat masasına yatmamıştı ki ailesinden Lian Qiao yere yığılmış ve dalak yırtılması nedeniyle büyük bir ameliyata alınmıştı. Yırtılmış bir dalak için büyük bir ameliyattı. Lian Qiao'nun babası o kadar kızmıştı ki ona sövüyor ve ortalığı karıştırdığı için “piç” deyip duruyordu. Sövdükten sonra meslektaşlarının gözlerinin kenarlarındaki kasların hafifçe seğirdiğini fark etti, belli ki gülmek istiyorlar fakat buna cesaret edemiyorlardı. Ancak o zaman yanlışlıkla kendine küfrettiğini fark etti.


Sövgüler azalmasa da ve bu piç piç olsa da hâlâ kurtarılması gerekiyordu.


Böylece iki ameliyathane sağlı sollu açılmıştı. Eyaletteki en iyi travma cerrahı olan Başhekim Lian bir süreliğine Xu RenDong'a gidiyor ve ardından bir süreliğine piçe dönüyordu. Gidip gelmekle çok meşguldü.


Doğrusu dalak yırtılması kulağa korkunç gelse de Başhekim Lian için önemli bir şey değildi.


Dalak yırtılması dalak yırtılmasıdır, keser biçersin; kanama kanamadır, sadece kan nakli yaparsın. Yandaki Xu RenDong'un kan grubunun kendisininkiyle aynı olması bir tesadüftü, önceden büyük miktarda intraoperatif kan talep ettiğinden ihtiyaç duyarsa gidip birkaç torba daha alabilirdi. İşe yarardı ama biraz pahalıydı.


Elbette bir yaşamın karşısında haysiyet önemli değilken peki para nasıl önemli olabilirdi?


Sonuç olarak hastanenin tüm elit omurgası bu ikisini kurtarmak için çok çalıştı.


Başhekim Lian ameliyathaneden çıkar çıkmaz ameliyat önlüğünü fırlatıp attı ve öfkeyle bölümüne geri döndü. Kalanından yoğun bakım ünitesi sorumluydu, bu yüzden müdahale edemezdi ve bunu yapacak cesareti de yoktu. Yoğun bakım ünitesinin müdürü karısıydı. Cerrahînin başı olmasına rağmen uzmanlığı kendi alanındaydı ve farklı bir bölüm farklı bir dağ gibiydi. Yoğun bakıma giderse muhtemelen Lian Qiao gibi kötü muameleye uğrayacak ve kovulacaktı.


Bu epey küçük düşürücü olurdu.


Böylece bilinci yerinde olmayan iki genç adam birbiri ardına yoğun bakım ünitesine götürüldü.


Bu kez çırılçıplak soyulma ve entübe edilme sırası Lian Qiao'daydı. Dileğinin yerine geldiği söylenebilirdi.


İkisi de birbiri ardına büyük ameliyatlar geçirmiş olsalar da Lian Qiao'nun yarası gerçekten de RenDong'unkinden çok daha hafifti. Ameliyattan yaklaşık beş saat kadar sonra Lian Qiao'nun anestezisinin etkisi geçti ve acıdan sersemlemiş bir halde uyandı.


Gözlerini açtı ve boş gözlerle tavana baktı, kuru dudakları hafifçe titriyordu.


Yan taraftaki genç bir hemşire memnun bir şaşkınlık gösterdi. "Müdür Qiao, Müdür Qiao, bakın, oğlunuz uyandı!"


Bilgisayarın yanında genç bir doktora reçeteleri ayarlaması için talimat veren Müdür Qiao başını kaldırmadan "Uyanma vakti gelmişti." dedi. Oğlunu görmeye gelmeye hiç niyeti yoktu.


Küçük hemşire dilini çıkardı. Müdür Qiao'nun ebeveyn-çocuk ilişkisini bilmiyordu ve sormaya da cesaret edemiyordu. Ama sonra Lian Qiao'nun yatakta biraz debelendiğini ve kalkmak için yorganı kaldırdığını gördü.


"Hey ne yapıyorsun!" Genç hemşire aceleyle onu tuttu.


"Nerede o?..” Lian Qiao hemorajik şoktan yeni çıkmıştı, yüzü bir ölününki gibi bembeyazdı ve vücudundaki hiçbir gücü kullanamıyordu. Birkaç kez çırpındı ama genç hemşirenin elinden kurtulamadı, bu yüzden üzgün bir sesle "O nasıl?.. diye sormakla yetindi.


"Hemen yanında!" Genç hemşire, arkasındaki sahneyi görebilmesi için perdeyi kaldırırken onu tuttu.


Lian Qiao başını çevirdi ama sadece yüksek yatak korkuluklarını görebildi. Kaşlarını çatmaktan kendini alamadı.


Yoğun bakım ünitesindeki yatak korkulukları özel olarak yapılmıştı, o kadar yüksek ve aşılmazdı ki yatakta yatarken  karşı taraftaki durumu göremezdi.


Genç hemşire "Uslu dur ve sorun çıkarma, senin için korkulukları indireceğim." dedi.


Lian Qiao başını sallamaktan kendini alamadı, ancak o zaman genç hemşire yatağın yan tarafındaki saklı düğmeye bastı ve bir tık sesiyle yatak korkulukları aşağı indi.


Lian Qiao uzun zamandır özlemini çektiği RenDong’u nihayet görebildi.


RenDong'un yatağı da korkulukla çevriliydi, bu yüzden bakınca sadece dış hatları görülebiliyordu. Ancak Lian Qiao sadece burnunun ucundan bile onun kendi RenDong’u olduğunu anlayabiliyordu.


Lian Qiao güçlükle başını çevirerek RenDong’un yatağının yanındaki monitöre baktı. Neyse ki tüm hayati değerleri normale yakındı. Operasyon muhtemelen başarılı olmuştu.


Lian Qiao'nun kalbi nihayet yatıştı ve uzun bir nefes verdi.


Genç hemşire "Bir yerinde rahatsızlık mı hissediyorsun?" diye sordu.


Lian Qiao gözlerini boş boş kırpıştırdı ve kendisinde bir sorun olduğunu fark etti. Her tarafına yerleştirilmiş olan tüplere baktı ve şaşkınlık içinde, "Neden ben de yatıyorum?" diye sordu. Hareket etmeye çalıştı ve hemen bir tıslama sesi çıkardı.


Genç hemşire şaşırmıştı. “Yeni mi fark ettin?”


Lian Qiao ancak o zaman yay gibi bir vücuda sahip olmadığını, farkına varmadan bir iç yaralanma geçirdiğini anladı. Dalağının tamamı kesilmişti, büyük bir laparotomi geçirmişti ve şu anda hâlâ midesine bağlı bir drenaj tüpü vardı.


Hemşire yanındaki drenaj torbasını aldı ve ona gösterdi. İçinde kırmızılı sarılı bir madde olan büyük bir torbaydı ve iğrenç görünüyordu.


Lian Qiao bir süre drenaj torbasına baktı ve ardından "Ameliyatı onunla birlikte mi oldum?" diye sordu.


Hemşire: "Evet."


Lian Qiao: "Ameliyathaneler bitişik mi?"


Hemşire: "Ha? “


Lian Qiao ne düşüneceğini bilmiyordu. Tüm varlığı aniden paniğe kapıldı ve kekeleyerek sordu. "Ameliyat... Ameliyat masaları ne kadar uzakta? Benimki ve onun ameliyat masası…” 


Hemşire kafası karışmış görünüyordu: “Ameliyatla ne derdin var? Ameliyat masaları elbette her ameliyathane için bir tanedir.”


Yoksa Büyük Genç Efendi Lian hâlâ sevgilisiyle bir çift olarak mı ameliyata girmek istiyordu?


Hemşire kendi beyin fırtınasına gizlice gülerken, Lian Qiao'nun aniden geri çekilmesini ve tüm vücudunu yataktan aşağı yuvarlamasını beklemiyordu!


"Hay ananı!" Hemşire şaşkınlıkla direkt patlamıştı. "Ne yapıyorsun?! Olay çıkarmayacağın konusunda anlaşmıştık!" Yardım çağırırken bir yandan da Genç Efendi Lian’ın yere düşmesini engellemek için iki eliyle Lian Qiao'yu tutmaya çalıştı.


Şaka mıydı bu! Vücuduna bağlı yedi ya da sekiz tüp vardı, eğer gerçekten düşerse hepsi kopmaz mıydı?


Etrafındaki hemşireler de şok olmuştu, ne de olsa yatak korkulukları genç hemşire tarafından indirilmişti, eğer bir hastanın yere düşmesi gibi büyük bir kaza olursa bundan hemşireler sorumlu tutulacaktı.


Hemşirelerden oluşan bir kalabalık bağırarak Lian Qiao'yu yatağa geri yerleştirmek için el birliğiyle koşturdu.


Lian Qiao umutsuzca çırpınıyordu. "Beni yalnız bırakın, bırakın ona gideyim, lütfen… Gitmeliyim… Ona yakın olmama izin verin…"


Başhemşire hiddetle “Zaten onun yanındasın, daha ne istiyorsun!” dedi. 


Bununla birlikte hemşirelere Lian Qiao'nun ellerini ve ayaklarını bağlamalarını ve yatağa sabitlemelerini söyledi.


Lian Qiao ağlamak istiyor ama gözyaşları akmıyordu. Ne yapmalıydı? RenDong çoktan asansöre binmiş olabilir miydi? Tam da ameliyatı birlikte yapıyorlarken… Neden bayılmıştı? Neden biraz daha dayanamamıştı?


RenDong ameliyat masasından kalkana kadar dayanmalıydı! Ameliyat zamanı RenDong için en tehlikeli zamandı! Ve RenDong’un yanında bile değildi!


Neden o anda bayılmıştı?


Lian Qiao endişeden ölecek gibiydi, kendini suçluyor ve vicdan azabıyla yanıyordu. Çırpınırken acı acı yalvardı. "Özür dilerim, benim hatamdı, beni bırakır mısınız, onun yanına gitmeme izin verin, bırakın gideyim…"


"Sorun ne?" Müdür Qiao kaşlarını çatarak yürürken hastane yatağını çevreleyen kalabalık aniden ayrıldı.


Lian Qiao annesini görür görmez bir kurtarıcı görmüş gibi oldu ve neredeyse gözyaşları içinde bağırdı. "Anne! Onlara beni bırakmalarını söyle! Ona yakın kalmama izin ver, tamam mı? Eğer yanında olmazsam ona bir şey olacak! Anne sana yalvarıyorum…”


Lian Qiao'nun annesi başını çevirip yandaki monitöre baktı ve Lian Qiao'ya şöyle dedi: "O iyi. Asıl yarayı daha fazla hareket ettirirsen yeniden dikilmesi gerekecek olan sensin."


"Hayır, hayır…” Lian Qiao o kadar endişeliydi ki gözyaşları yüzünden akıyordu. "Ben iyiyim, ben iyiyim, anne bana izin ver ...... "


Lian Qiao'nun annesi onu görmezden geldi ve hemşireye "Ateşini ölç." dedi.


"Emredersiniz!" Genç hemşire aceleyle bir kulak termometresi getirdi ve Lian Qiao'nun kulağına koydu. "39.8!" diye haykırdı.


Lian Qiao'nun ateşi olmasına rağmen etrafındaki tüm sağlık personelinin yüzünde "Ah, şaşılacak bir şey yok." ifadesi vardı. Lian Qiao'nun annesi de rahatlamıştı. "Demek ateşi varmış, saçma sapan konuşmasına şaşmamalı. Düşmenin beynine zarar verdiğini sanmıştım. Nasıl oluyor da beyin MR'ında hiçbir şey görünmüyor diye düşünüyordum..."


Bu yüzden Lian Qiao'nun yakarışlarını hiçe sayan Lian Qiao'nun annesi özverili bir şekilde ona antibiyotikler ve ateş düşürücü iğneler verdi, anne sevgisiyle anestezi etkisini artırdı ve böylece Lian Qiao iyi bir uykuya daldı. Bu sayede ameliyattan sonraki ilk günü huzur içinde geçirdi.


Lian Qiao tekrar uyandığında ateşi düşmüştü. Yüksek dozda sakinleştiricinin etkisiyle o kadar uyuşmuştu ki beyni ağrıyordu, bembeyaz tavana bakarken nerede olduğunu hatırlaması biraz zaman aldı.


Etrafında kimse yoktu ve iki tarafına çekilmiş yüksek korkuluk yüzünden hiçbir şey göremiyordu. Tek yapabildiği ağzını açıp seslenmekti. "Kimse var mı?.. Gelen… kim… anne…"


Bu sırada etrafta kimse yoktu ve yüksek karyola tahtası iki yanından çekilmişti ve hiçbir şey göremiyordu. Sadece seslenmek için ağzını açabildi: "Birisi var mı... Birisi... Anne..."


Kısa süre sonra görüş alanında genç hemşirenin yüzü belirdi.


Son seferinde korktuğu her halinden belli olan hemşire asık bir suratla "Yine ne istiyorsun?" diye sordu.


Lian Qiao'nun sesi kısıktı. "O nasıl?..”


"Harika gidiyor." Muhtemelen son kaza genç hemşirenin azarlanmasına neden olmuştu, bu yüzden şimdi Lian Qiao'ya karşı daha sabırsızdı. "Sadece onu rahat bırak ve önce kendini toparla." Bunu söyledikten sonra tekrar ayrıldı.


Lian Qiao tekrar bağırdı ama kimse gelmedi. Etrafından gelip geçen ayak seslerini, doktorların ve hemşirelerin yüksek sesle konuştuklarını duydu ama kimse onunla ilgilenmedi.


...Yoğun bakım ünitesinde hastalara böyle mi davranıyorlar! Hizmet neden bu kadar kötü!


Lian Qiao öfkeyle düşündü ve kendi başına doğrulmaya çalıştı. Maalesef daha sonra fark etti ki ellerinde özel eldivenler vardı, bir uçları yatak korkuluğunun altına bağlanmıştı ve ayak bilekleri de iple tutturulmuştu. Kollarının ve bacaklarının hareketi o kadar kısıtlıydı ki doğrulamıyordu.


Uzun bir süre tekrar seslendi, ancak hala cevap yoktu, bu yüzden başını çevirdi ve yandaki monitöre bakmak için boynunu zorlukla uzattı.


Sorun yok, sorun yok, kalbi hâlâ atıyor.


Sadece yüzünü görememesi biraz tedirgin ediciydi.


Lian Qiao aşılmaz birinci sınıf hastane yatağında yatarken sakinleşmek zorunda kaldı. Yavaş yavaş endişelerinin aslında gereksiz olduğunu fark etti.


Eğer RenDong ameliyat masasında asansörü gerçekten tetiklemiş olsaydı şu anda Lian Qiao’nun yapabileceği hiçbir şeyin faydası olmazdı. RenDong’un hâlâ hayatta olması ya asansörden kurtulduğu ya da oraya hiç gitmediği anlamına geliyordu.


Şu anda RenDong hemen yanında yatıyordu. Yoğun bakım yatakları geniş aralıklarla yerleştirilmişti ama aralarında sadece bir iki metre vardı. Zhong Xiu asansörü açtığında sadece koğuşun kapısında durduğunu ve yine de içeri alındığını hatırladı. Şimdi RenDong ile arasındaki mesafe göz önüne alındığında asansör gerçekten açılırsa o da bunu hissedebilmeliydi.


Gerçekten endişeliydi, o kadar endişeliydi ki beyni gitmişti.


Yüreğini sıkan ipler bir kere gevşediğinde bedenindeki ağrı kendini göstermişti.


O kadar acıyordu ki… Karnı yarılıyormuş gibi içten dışa doğru vuruyordu…


Ne tür bir yaralanma olduğunu görmek için midesine gerçekten dokunmak istedi fakat elleri ve ayakları bağlıydı. Sadece içini çekti ve dinlenmek için gözlerini kapattı.


Ama gözlerini kapatır kapatmaz aklına birden korkunç bir düşünce geldi.


Ona yalan söylüyor olabilirler miydi?


Yandaki adamın yüzünü görmesini engellemek için yatağın korkuluklarını kaldırmış olamazlar mıydı?.. Sebebi de yandaki adamın RenDong olmamasıydı!


Yoksa RenDong çoktan…


Bunu düşündüğünde Lian Qiao'nun kalbi hızla çarptı ve tekrar bağırdı. "Kimse var mı? Bana yardım edebilecek kimse var mı? Annem nerede? Onu görmeme izin verin! Onu görmeme izin verin!"


Yatağın başucundaki monitör de alarm verdi ve kalp atış hızının 120'yi aştığını gösterdi.


Etrafında ayak sesleri duyuldu. Genç hemşire yanına geldi, uzandı ve alarmı kapattı. "Ne istiyorsun be!" diye sinirlendi.


Hemşire yirmili yaşlarının başında görünüyordu, muhtemelen ondan biraz daha gençti. Lian Qiao yaşamının bu hemşirenin ellerinde olduğunu bilerek ağzını açtı ve dikkatlice yalvardı. "Zaten bu şekilde bağlıyım, artık bir iblis olmama imkan yok. Bana bir iyilik yapıp onu bir dakikalığına görmeme izin verir misiniz? Lütfen, dışarı çıktığımda size borcumu ödeyeceğim."


Hemşire mutsuz bir şekilde, "Henüz uyanmadı, görecek ne var ki?" dedi.


Lian Qiao bir an tereddüt etti ve sonunda en çok endişelendiği şeyi sordu. “...O gerçekten Xu RenDong mu? Xu RenDong gerçekten hâlâ hayatta mı?"


"Hayatta hayatta hayatta!” Hemşire sabırsızlanmıştı. "Daha kaç kez hayatta olduğunu söylememi istiyorsun! Monitörünü önüne itmeme ne dersin?"


Lian Qiao bu sözleri duyduğunda çok sevindi. "Gerçekten mi? O zaman teşekkür ederim!” 


Genç hemşire aslında bu sözleri öfkeyle savurmuştu, Lian Qiao'nun bu iyiliği gerçekten kabul edeceğini ve monitörü gerçekten görmek isteyeceğini beklemiyordu. Şaşıran hemşirenin gözleri parladı ve şöyle dedi: "Peki, monitörü önüne iteceğim. Ama anlaşalım, artık bağırıp çağırmana izin yok! Ben çok meşgulüm!"


Lian Qiao aceleyle başını sallayarak uslu olacağını belirtti.


Böylece RenDong’un monitör onun önüne itildi.


Yatak korkuluğu o kadar yüksekti ki Lian Qiao monitörü tam olarak görebilmek için boynunu sertçe eğmek zorunda kalmıştı. Hemşire ayrılmadan önce boynunun altına bir yastık koyacak kadar nazikti.


Lian Qiao monitöre baktı. RenDong'un hayati belirtileriyle ilgili herhangi bir sorun olduğu anda monitörden bile daha yüksek sesle çığlık atıyordu.


Nihayetinde tüm doktorlar ve hemşireler onun gürültüsünden o kadar rahatsız oldular ki üst makamdaki bir doktordan, Lian Qiao’nun annesinden, talimat istediler ve ona sakinleştirici verdiler.


Dünya nihayet yeniden sessizliğe büründü.