Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 139: 1992-2020 9

 

Bu sözler üzerine herkesin yüzü bir anda değişti.


Yaralı Adam’ın korkudan beti benzi attı. Yine de soğukkanlılığını korumaya çalıştı ve yukarı doğru hızlıca bir bakış attı.


Korkunç bir şey görebileceği korkusuyla olabildiğince hızlı bir şekilde yukarı bakmış ancak ilk bakışta tavandan başka bir şey görememişti.


Kalabalık da endişeyle baktı ve "Ne gördün?" diye fısıldadı. "Hiçbir şey."


Yaralı Adam bunu duyunca kalbi yatıştı ama yüzü alaycı bir ifadeyle, "Ne yapıyorsun, beni korkutmaya mı çalışıyorsun?" dedi.


Lian Qiao omuz silkti. "Seni neden korkutayım ki? Eğer sana zarar vermek isteseydim bunu doğrudan yapardım, neden seni korkutmam gereksin?"


Kalabalık: “…” Sen gerçekten işini biliyorsun.


Yaralı Yüz de söylediklerinin çok makul olduğunu düşünüyordu ama saldırıya uğrayan kişi olarak kalbindeki öfkeyi hâlâ yatıştıramıyordu. Lian Qiao'nun yüzünü işaret edip ona küfretmek üzereyken aniden yanaklarının ısındığını hissetti. Yüzüne yine bir şey çarpmıştı.


Yaralı Adam sinirlendi ve eliyle gelişigüzel bir şekilde sildi. Ağzını açtı ve "Sen..." dedi.


Daha kelimeler ağzından çıkmadan havada aniden kanlı bir ağız belirdi ve Yaralı Adam’ın kafasını ısırıp koparmak için ağzını açtı!


Yaralı adam tepki vermeye vakit bulamadan vücudu sarsıldı ve ardından yere düştü. Boyun boşluğu kırık bir musluk gibiydi, kanıyor ve yere büyük miktarda kan sıçratıyordu. Başsız beden, karnı deşilmiş ama öldüğünü bilmeyen bir balık gibi yerde seğiriyordu.


Kalabalık dehşete kapılmıştı ve hayalet gibi bir figürün tavandan baş aşağı sarkmasını izliyordu.


Yırtık pırtık giysiler içinde solgun, beyaz bir adamdı. Bacakları bambu çubukları kadar inceydi ama karnı bir davul kadar büyüktü, ilk bakışta büyük karınlı bir örümceğe benziyordu. Ancak ipek eğirmiyor, sadece yanaklarını şişirerek çiğniyordu.


Adam o kadar büyüktü ki ağzı bir leğen gibi açılıyordu, bu yüzden canlı bir insanın kafasını çiğnerken hiç zorlanmadı. Korkunç beyaz yüzünde büyük bir keyif ifadesiyle, ağzının köşelerinden kemik parçaları düşerken yüksek bir çıtırtı sesiyle kafayı çiğnedi.


Kalabalık onun kafayı, hatta ağzının kenarlarından kaçan et parçalarını bile yutmasını izledi. Uzun, ince parmakları kan kırmızısı dudaklarını sildi ve açgözlülükle et parçalarını tekrar ağzına tıktı. Et ve kemikleri yutarken adamın yüz ifadesi zevkten memnuniyete dönüştü.


Kalabalık şaşkındı, mankenler gibi oldukları yerde donup kalmışlardı.


Ta ki Lian Qiao yavaşça "Demek aç bir hayaletti." diyene kadar.


Kalabalık ancak o zaman bunun bir hayalet olduğunu fark etti!


Birisi "Hâlâ ne yapıyorsunuz? Kaçın!" diye bağırdı, kalabalık rüyasından uyandı ve her yöne dağıldı. Bazıları dışarı koştu, bazıları mutfağa koştu ve diğerleri panik içinde üst kata koştu.


Ancak birinci kattaki küçük böcekler çoktan odalarına dönmüştü ve müdür hiçbir yerde bulunamıyordu, belki de çocuklarla birlikte saklanıyordu.


Ancak aç hayalet kimsenin peşinden koşmadı, Yaralı Adam’ın üzerine atladı ve vücudundan geriye kalanları çılgınca kemirdi.


Göz açıp kapayıncaya kadar Lian Qiao'nun yanındaki insanlar ortadan kayboldu. Oturma odasında kalan tek ses, aç hayaletin çiğneme sesiydi.


Lian Qiao yanındaki son kişi olan Küçük Elma'ya baktı ve şaşkınlıkla sordu: "Sen neden kaçmadın?"


Küçük Elma dudaklarını kıvırdı. “Kaçmanın faydası yok, zaten dışarı çıkamayacağız. Savaşmak daha iyi." Bununla birlikte Lian Qiao'nun kendisine ödünç verdiği karpuz bıçağını çıkardı.


Karpuz bıçağı birkaç düzine santimetre uzunluğundaydı, bilenmiş ve parlatılmıştı ve o anda oturma odasında belirdiğinde öldürücü bir aurası olduğu söylenebilirdi.


Bunu söyledikten sonra Küçük Elma karpuz bıçağını aldı ve ilerledi. Bıçağı kaldırıp yere indirdi ve karpuz bıçağı aç hayaleti ortasından kesti. Ancak aç hayalet başını bile çevirmeden bilinçsizmiş gibi cesedi kemirmeye devam etti.


Aç hayaletin bir bedeni yoktu. Küçük Elma'nın darbesi ne kadar sert olursa olsun sadece hayaletin içinden geçti ve aç hayalete herhangi bir zarar veremedi.


Darbesi başarısız olunca dehşete kapıldı ama vücudu tereddüt etmeden hemen Lian Qiao'nun yanına geri çekildi.


Lian Qiao kaşlarını hafifçe çattı ve tam konuşacakken Küçük Elma'nın "Cık, aslında fiziksel bağışıklığı var." dediğini duydu.


Fiziksel bağışıklık mı?


Böyle bir oyun terimi duymak çok nadirdi ve Lian Qiao hoş bir şaşkınlık yaşadı. Kahkahasını tuttu ve sordu: "Peki ya ne yapmalıyız? Hiç büyü biliyor musun?"


"Ne düşünüyorsun, tabii ki hayır." Küçük Elma ona boş bir bakış attı ve onu yanına çekmek için uzandı. "Unut gitsin, hadi kaçalım! Bu olay örgüsü bizi öldürmeye niyetli.*


*[Oyunlarda oyuncunun teçhizatının yetersiz olması durumunda oyunun onu kaybetmeye zorlaması]


"Bekle." Lian Qiao kıpırdamadı ama kucağındaki bebeği ona uzattı. "Onu bir süre tut, bir deneyeyim." Sonra sırt çantasına uzandı.


Küçük Elma'nın gözleri beklentiyle parladı, eşi benzeri olmayan bir hazine çıkaracağını düşünüyordu. Lian Qiao'nun elinde tuttuğu şeyin sıradan bir levye olmasını beklemiyordu.


"Bu yine fizikî değil mi?!" Küçük Elma büyük bir hayal kırıklığına uğradı "Bir vajra havan tokmağı çıkaracağını sanmıştım!"


“Deneyelim bakalım!” Lian Qiao konuşmayı bitirmeden çoktan ileri fırlamıştı.


Aç hayalet cesedi çoktan kemirmiş, yerde sadece et ve kemik parçaları bırakmıştı. Şu anda sadece başını çevirdi ve iki taze insana tükürdü.


Lian Qiao ona doğru koştu ve levyesini savurdu. Aç hayalet bunu ciddiye almadı ve kaçmak yerine acımasızca gülümsedi. Ancak levyeyi gördüğü anda yüzü aniden değişti ve kaşlarını çatarak atlattı.


Gerçekten de levyeden korkuyordu!


Lian Qiao levyeyi hedefe tutturamayınca hemen yönünü değiştirerek aç hayalete tekrar savurdu. Bu sefer aç hayalet sadece kaçmakla kalmadı, hatta elleri ve dizleri üzerinde evin köşesine doğru sürünerek dişlerini gösterdi ve ona hırladı.


Aç hayaletin levyeye karşı son derece temkinli olduğu açıktı. Küçük Elma şaşkın şaşkın baktı ve "Nasıl olur?!" diye ağzından kaçırdı.


Lian Qiao: "'Kutsandı." 


Küçük Elma: "???"


Lian Qiao başka bir şey söyleme zahmetine girmedi, levyeyi aldı ve öfkeyle aç hayalete saldırdı. Aç hayalet ona ters bir bakış attı ve başını duvara doğru çevirdi. Suyun içine dökülen süt gibi hiç ses çıkarmadan kayboldu.


Lian Qiao levyeyi tutarken hayal kırıklığına uğramış hissederek boş duvara baktı.


Küçük Elma kıkırdadı. “Hepsi senin suçun. Levyeyi daha önce çıkarmadın, bu yüzden canavar kaçtı.”


"Canavarın" kaçıp gittiğini söyledi, "hayaletin" değil. Tanıdık bir konuşma tarzıydı, buna şüphe yoktu.


Lian Qiao gülümsedi. "Sen de mi oyun oynamayı seviyorsun?"


Küçük Elma şaşırmıştı, sonra gülümsedi. "Evet, ben bir oyun delisiyim... Peki ya sen?"


Lian Qiao'nun kalbinde güçlü bir samimiyet duygusu yükseldi. Ama şimdi akraba tanıma zamanı değildi, bu yüzden hızla Küçük Elma'ya geri döndü ve elini uzattı. "Onu bana geri ver."


"Hayır, biraz daha tutmama izin ver! Bu küçük arkadaş çok sevimli görünüyor." Küçük Elma eğilirken gülümsedi ve elini küçük RenDong’un yüzüne yumuşakça bastırdı. "Ahhhh bu küçük yüz çok iyi hissettiriyor, çok istiyordum…aahhh!”


Küçük RenDong parmağını ısırmıştı!


Küçük Elma acıyı hissetmiş ve hemen elini çekmişti. Bir anlık dikkatsizlikle küçük RenDong'u tutan eli de gevşedi ve kundak kollarından kaydı!


İkili hemen şok oldu. Neyse ki Lian Qiao RenDonf’u yakalamakta gecikmeyerek bir trajediyi önledi.


Hiçbir tehlike olmamasına rağmen Lian Qiao hala korkudan soğuk terler içindeydi. Kalbi çılgınca atıyordu, RenDong'u sıkıca kollarına aldı ve Küçük Elma'ya bağırdı. “Ne yapıyorsun! Aptal, bir çocuğu bile tutamıyorsun!”


Daha konuşmasını bitirememişti.


"Ahhh!"


Lian Qiao ellerindeki acıyı hissedince istemsizce kurtulmak istedi ama sonraki saniyede bunun aksine bir tepki göstererek kollarını sıktı ve küçük RenDong'u bir kez daha kollarının arasına aldı.


Şaşkınlıkla başını eğdi ve RenDong'un onu gerçekten de sert bir şekilde ısırdığını görünce şok oldu!


Lian Qiao'nun ilk düşüncesi ‘Beni neden ısırdın?!’ olmasına rağmen ağzından çıkan başkaydı.


"Dişlerin mi çıktı?!"


Küçük RenDong: “…”


RenDong onun muhteşem tepkisi karşısında şok oldu ve afallamış halde ağzını açmaktan kendini alamadı.


Lian Qiao, parmaklarındaki diş izlerini anında unuttu ve ağzındaki dişleri saymak için dikkatlice RenDong'un ağzını açtı. Hemen heyecanla "Dişlerin çıkmış! Üç tanesi büyümüş! Sonunda büyüyorlar hahahahaha!" dedi.


RenDong: “…” Utançla başını çevirdi, dudaklarını şapırdattı ve konuşmadı.


Lian Qiao bebeğin sonunda dişlerinin çıkmasının sevincine o kadar kapılmıştı ki küçük RenDong’u öpüp sıktı, onu havaya fırlatmak için sabırsızlanıyordu. Küçük Elma ısırılan parmaklarının uçlarını ovuşturdu ve şüpheyle, "Bu oğlun…hayır, sevgilinde bir sorun mu var? Neden sebepsiz yere insanları ısırmayı seviyor?" dedi.


Lian Qiao'nun ruh hali çalkantılıydı, son hecesini yükseltmişti: "Bilmiyorum kiii~"


Küçük Elma: “...” Bu yaşlı babanın da bir beyin sorunu var gibi görünüyor.


Aç hayalet kaçtıktan sonra bir daha asla ortaya çıkmadı. Dört bir yana dağılan ekip arkadaşları arka arkaya geri döndü ve ikilinin açıklamalarını duyunca büyük şaşkınlık yaşadı.


Görünüşte işe yaramaz bir bebek bir bebek gerçekten hayaletleri görebiliyor muydu? Ne de olsa çocukların başkalarının göremediği şeyleri görmesi normaldi.


Kutsanmış bir levye gerçekten hayaletleri yenebilir mi? Ah, mantıklı görünüyor. Ama Lian Qiao levyeyi kutsaması için Buda’ya nasıl getirdi?


Bu şey gerçekten kutsanabilir mi?


Her halükarda kriz şimdilik ortadan kalkmıştı. Tam o sırada yetimhanenin müdürü büyük bir gürültüyle aşağı indi ve kalabalığa büyük bir şaşkınlıkla, "Millet, saat çok geç oldu, hâlâ yatmıyor musunuz?" diye sordu.


İnsanlar birbirlerine baktı ve kendi kendilerine, "Çok rahat konuşuyorsun, kaz önce kilitli kapılar ardında saklanan sen değil miydi?” diye düşündü.


Müdür sanki az önce olan şey gerçekten bu değilmiş gibi işine baktı ve hoş bir şekilde, "Henüz uyumak istemiyorsanız lütfen daha yumuşak konuşun, çocuklar uyuyacak." dedi.


Kalabalığın yüzünde karışık ifadeler vardı, kurumundaki çocukların zihinsel olarak çok güçlü olduklarını, alt kat perili olmasına rağmen göz açıp kapayıncaya kadar uykuya dalabildiklerini düşünüyorlardı.


Yine de müdür hayaletler ve canavarlarla işbirliği içinde olabilirdi, ne de olsa onlar NPC'lerdi…


Örnekler tarafından suistimal edilen bu eski oyuncuların travma sonrası stres bozuklukları vardı, bu yüzden her zaman tetikteydiler. Sadece birbirlerine karşı değil, aynı zamanda NPC'lere karşı da kendilerini sağlama alıyorlardı. Lian Qiao bu grup insanla konuşamayacak kadar tembeldi, bu yüzden kucağında Küçük RenDong ile yukarı çıktı.


Yatak odasına döndüğünde Lian Qiao dikkatlice kapıyı arkasından kilitledi. Arkasını döndüğünde kalbi açıklanamaz bir şekilde yerinden fırladı, sanki odada biri varmış gibi hissediyordu.


Sonra dikkatlice odaya baktı.


Büyük bir oda değilse de masa, sandalyeler, yatak ve dolaplarla iyi döşenmiş, çok sade bir yerdi. İki yatak vardı ve ikisi de yetişkin yatağıydı. Bir kişilik daha yer vardı ama müdür nedense bu odaya başka oyuncu yerleştirmemiş, sadece Lian Qiao ve küçük RenDong’a bırakmıştı.


Lian Qiao kısa süre sonra hissettiği tuhaflığın nedenini buldu.


Odadaki tek küçük masanın üzerinde küçük bir tabak vardı. RenDong’u tabağın yanına götürdü ve tabağın içinde birkaç ayı bisküvisi olduğunu gördü.


…Onlar yokken onlara kim gizlice bisküvi vermişti?


Lian Qiao bir bisküvi aldı ve büyük bir şaşkınlıkla inceledi. Bisküviler basit bir şekle sahipti ve fazla kokmuyorlardı, muhtemelen bugünlerde bir paketi birkaç yuan olan ucuz şeylerdi. Ama 90'lı yıllarda nadir bulunan bir şeydi.


Lian Qiao ona uzun süre baktı ve herhangi bir numara görmedi. Ne var ki kollarındaki küçük RenDong iki kez "ah, ah" diye bağırarak etli kollarını bisküviye doğru uzattı.


Lian Qiao onun da bisküviyi incelemek istediğini düşünerek bir tane verdi. RenDong’un bisküviyi alıp doğrudan ağzına atmasını beklemiyordu.


Lian Qiao şok oldu ve bilinçsizce onu kapmaya çalıştı. "Hey! Yeme onu! Ya zehirliyse?"


Ama küçük RenDong başını salladı. İki kara gözü parlıyor, gözyaşlarını tutuyordu. Küçük bisküviyi tuttu ve sadece üç süt dişiyle kemirdi. Gözlerinde hep yaş vardı.


Lian Qiao sersemledi ve aniden kalbi yerinden fırladı.


"Burası... senin büyüdüğün oda mı?"


Küçük RenDong başını salladı.


Lian Qiao aniden anladı.


Sert bir kışın karlı bir gecesinde yetimhaneye kadar kanlar içinde yürümekte ısrar eden o kişi…


Zhong Xiu’ydu.