Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 33: Kötüleşecekti.

 

Konuta varıp Lu Feng'in arabasından indikten sonra An Zhe, "Teşekkür ederim," dedi.

"Teşekküre gerek yok." dedi Lu Feng. "Yemeği nerede yiyeceksin?"

"Kendim pişireceğim." dedi An Zhe.

"Patates çorbası mı?"

"Hm."

Lu Feng "Seviyorsun öyle mi?"

An Zhe bir an için ciddi bir şekilde düşündü.

"Seviyorum." dedi. "Ama zaten başka bir şey alacak param yok."

"Farkındayım."  Lu Feng başını salladı. "Bu akşam sana başka bir şey ısmarlayacağım."

An Zhe, "Neden?" diye sordu.

Lu Feng hafifçe, "Heterogenez bir türü keşfetmeme yardımcı olduğun için teşekkür mahiyetinde." dedi.

Bu kulağa doğru geliyordu. Lu Feng Sinan'ı onun sayesinde fark etmişti.

Böylece An Zhe'ye malzemeler bölümünden seçim yapma fırsatı verildi. Sonunda üssün verdiği menüden domates, patates ve dondurulmuş sığır eti satın aldı. Dana eti çok pahalıydı ve yanında üretimden kaldırılacağını belirten özel bir tabela vardı. Bu yüzden satın almakta bir an tereddüt etti ama bu tereddüt anında Lu Feng kartını çoktan okutmuştu. Kart makinesinde görüntülenen bakiye, An Zhe'nin insanlar arasındaki farkı görmesini sağladı.

Malzemelerin yanında basit talimatlar vardı ve An Zhe bunlardan başka bir şey bilmiyordu, bu yüzden çorbayı kaynatmaya devam etti.

Çorba pişerken An Zhe bir şey fark etti.

Kıpırdamadan durdu ve sessizce tencerede hafifçe çalkalanan suya baktı.

Çorba oldukça çok dolu doluydu ve patatesler iyice yumuşamıştı, domateslerin tatlı ve ekşi aroması sığır etinin aromasıyla karışmıştı, patates çorbasından farklı bir tattı, çok lezzetliydi.

Fakat...

Lu Feng ona baktı. "Sorun nedir?"

"Ben..." An Zhe ona baktı.

Lu Feng'in yeşil gözleri beyaz bir sis tabakasının ardından ona bakıyordu ama pek de sert görünmüyorlardı.

"Ben..." An Zhe kekeledi. "Çok fazla şey yapmışım gibi görünüyor."

"Çok fazla mı?" Lu Feng ona doğru yürüdü ve hafifçe eğilerek tencereye baktı.

An Zhe bunun gerçekten çok fazla olduğunu biliyordu.

Daha fazla malzeme vardı, bu yüzden daha fazla su kullanmıştı.

Patates çorbası yaptığında patatesleri biraz daha yumuşatmak ve çorbayı biraz daha koyulaştırmak için çok fazla su eklemeyi severdi ve sonra o kadar suyu çok küçük bir porsiyon çorba olarak yavaşça pişirirdi.

Ancak bu çorba patates çorbasından farklı bir şekilde işliyor gibiydi - eğer biraz daha pişirirse malzemeler dağılıyor ve birbiriyle karışmış tanımlanamayan nesnelerden oluşan bir tencereye dönüşüyordu.

Çorbanın üç kişiye fazlasıyla yeteceğini tahmin etti.

Lu Feng, "Bayağı çokmuş." dedi.

An Zhe uzun uzun düşündü ve sonunda bir çare buldu. "Colin'i gelip bizimle yemesi için davet edebilirim."

Lu Feng başını çevirdi ve ona belli belirsiz bir bakış attı.

An Zhe o belli belirsiz bakışta Lu Feng'in duygularına dair keskin bir ipucu yakaladı; fazla çorba pişirmek ciddi bir hata gibi görünüyordu.

Lu Feng, "Seraing 3202'de yaşıyor, ona bir kase gönder." dedi.

3202'nin kapı zilini çaldıktan sonra Seraing hızla kapıyı açtı.

"Sen miydin?" Biraz şaşırmış görünüyordu.

An Zhe ona bir termos uzattı. "Çorba yaptım, sana da bir kaselik getirdim."

"Vay canına," dedi Seraing." Teşekkür ederim. Ben de tam akşam yemeği için dışarı çıkmak üzereydim."

An Zhe ona çorbayı verdi. "Rica ederim."

Seraing, "Sen... bunu bana neden verdin? Belki Albay'ın hoşuna giderdi." diye ekledi.

An Zhe bir an için nasıl cevap vereceğini bilemedi.

Sonunda, "Albay'da da var." dedi.

"Öyledir sahi." Seraing güldü. "Yani burada yaşadığımı sana Albay mı söyledi?"

An Zhe başıyla onayladı.

Seraing An Zhe'yi içeri aldı, termosu oturma odasındaki masanın üzerine koyduktan sonra çekmeceden pembe bir pakete sarılmış bir şey çıkardı - insan atıştırmalığına benzeyen bir şeydi.

An Zhe'nin eline tutuşturdu ve "Al, şeker." dedi.

"Teşekkür ederim." dedi An Zhe.

Seraing "Ana şehirde yaşamaya alıştın mı? Kaçıncı kattasın?" diye sordu.

"3702'deyim." dedi An Zhe.

"Tanrım." Seraing gülümsedi. "Ne tesadüf."

Bu sırada dışarıdan kuvvetli bir rüzgar esti ve Seraing'in odasındaki borudan bir uğultu geldi.

An Zhe sesin geldiği yere doğru baktı.

"Havalandırma borularının aslında kapalı olması gerekiyordu ancak yazın hava rüzgârlı olduğunda boruların içinde çok fazla nem oluşmasını önlemek için bir süreliğine hepsini birden açıyorlar ve tüm bu süre boyunca borular gürültü yapıyor, o kadar gürültülü ki bazen ana şehirde kalan insanlar gürültüden uyanıyor ancak korkacak bir şey yok." Seraing yumuşak bir ses tonuyla konuşmasını bitirdi ve gülümseyerek, "Ama Albay muhtemelen seni çoktan sakinleştirmiştir." dedi.

An Zhe'nin kafası karışmıştı.

Birincisi, sakinleştirilmeye ihtiyaç duyacak kadar korkmuş hissetmiyordu ve ikincisi Lu Feng onu hiç sakinleştirmeye uğraşmamıştı.

"Sakinleştirmedi." dedi An Zhe.

"...Belki de unutmuştur." dedi Seraing.

An Zhe, Seraing'in Lu Feng'i çok nazik bulduğunu ve kendisi ile arasındaki ilişkinin çok iyi olduğunu düşündüğünü hissetti.

3702'ye döndüğünde Albay şaşırtıcı bir şekilde yumuşayarak yemekleri kendisi koymuştu - ama ne yazık ki bir kaselik verilmiş olmasına rağmen hala biraz fazla kalmıştı.

Albay soğuk yeşil gözlerle ona baktı. "Sen alabilirsin."

"Alamam." dedi An Zhe.

Lu Feng, "Üssün kaynaklarını israf edemezsin." dedi.

An Zhe kaşığıyla küçük bir parça sığır eti aldı ve yutmaya çalıştı. Lu Feng kendi payını yedikten sonra onu tencerenin geri kalanıyla yüzleşmeye yüzleşmeye zorlamıştı. Şimdi yarısını yemişti.

Lu Feng'in tonu düzdü. "Devam et."

An Zhe bir parça patates ve bir kaşık çorba daha yedi.

Bunun mümkün olduğunu düşünmüyordu.

Bu çorba lezzetli olsa bile insanların yiyebileceği miktarın bir sınırı vardı.

Kötüleşecekti.

An Zhe başını kaldırıp Lu Feng'e baktı.

Ancak adamın da kendisine baktığını gördü; kaşları hafifçe kalkmıştı ve yüz ifadesi sessiz bir zevkle doluydu.

An Zhe: "…"

Bunu bilmeliydi. Lu Feng'in amacı üssün kaynaklarını korumak değildi; aldığı zevk ona zorbalık etmek üzerine kuruluydu.

Biraz kızgın bir şekilde kaşlarını çattı. Bu kez kararlıydı. "Yemiyorum."

"Yiyecek israfı suçu." dedi Lu Feng.

An Zhe, "O zaman sen de bu suçu işledin." diye karşılık verdi.

Lu Feng kollarını kavuşturdu ve An Zhe'ye tepeden tırnağa bakar gibi oldu. "Akıllıca."

An Zhe onun ne demek istediğini anlamıştı.

Bu adam bir dahaki sefere yemeğe geldiğinde kendi miselyumundan bir parça kesip onu zehirleyeceğine yemin etti ve bu adama daha fazla ilgi göstermeyerek kaşığını masaya bıraktı.

Fakat Lu Feng gülümsedi. Uzandı ve çorbanın geri kalanını kendi önüne koydu. Görünüşe göre Yargıç bunu kendisi yapacaktı. An Zhe bir süre onu izledi ve parçayı yarıya indirmeye karar verdi.

Yemekten sonra Lu Feng'i yolculadı; Albay'ın akşam bir konferansı vardı.

Kapıya doğru yürürken Lu Feng aniden bir şey hatırlar gibi oldu.

Üniformasının göğüs cebinden yarı saydam bir kutu çıkardı ve An Zhe'ye uzattı.

"Uyuyamazsan bunu kullanabilirsin." dedi.

An Zhe dairesine döndükten sonra kutuyu açtı. Kutudan bir çift beyaz şemsiye şeklinde ses geçirmeyen kauçuk kulak tıkacı çıktı.

Lu Feng'in iyi bir adam mı yoksa kötü bir adam mı olduğu arasında gidip geliyordu, sonunda adamı şimdilik dengesiz biri olarak tanımladı.

Dışarıdaki rüzgâr şiddetini artırmaya devam ediyordu ve odadaki uğultu belli belirsiz tizleşiyordu, gerçekten de insanlar için uyumayı zorlaştıracak bir seviyedeydi - fakat An Zhe kulak tıkaçlarını takmayacaktı, en azından şimdilik.

An Zhe yatağının önünde duruyordu. Bütün öğleden sonra tek bir şey düşünmüştü.

Deniz Feneri'nde özgürce hareket edemeyecekse sporunu ne zaman bulabilecekti?

Önceden bunun aşılmaz bir sorun olduğunu düşünmüştü ama artık bir çıkış yolu vardı; şehirdeki tüm binalar havalandırma kanallarıyla birbirine bağlıydı.

Odanın penceresine bakmak için döndü.

Pencere küçüktü, sadece iki ders kitabının birleşimi kadar büyüktü ve yanında iki metal sürgülü panjur vardı. Pencereye doğru yürüdü ve panjurları kuvvetle içeri doğru itti ve bir tık sesiyle sıkıca kapandılar, böylece kimse odayı dışarıdan göremeyecekti.

Miselyum.

Miselyum An Zhe'nin vücudundan yayıldı. Kıyafetleri, boynundaki mermi kovanı bağlı kolyeyle birlikte yumuşak bir gürültüyle yere kaydı. Aynı anda yakasından bembeyaz bir miselyum bulutu fırladı ve sessizce karanlık deliğe bakarak yatağın altına yuvarlandı.

Bir mantar olarak An Zhe'nin dış dünyaya dair belirsiz bir algısı vardı; görme ve işitme birbirine karışmıştı, koku ve dokunma ayırt edilemezdi. Artık görüntüler ya da sesler yoktu, insan dilinin böyle bir değişikliği tarif edemeyeceği kendine özgü bir histi.

Deliğin girişinde üç kat ince bir tel örgü vardı, küçük ya da büyük tüm böcekleri dışarıda tutmaya yetiyordu.

Fakat yumuşak bir mantarı durduramazdı.

Sonraki Bölüm

Yazar Notu: Mantarın harika macerası