Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 37: "Benimle Deniz Feneri'ne gel."


Bir mantar bile bu sözlerin iyi sözler olmadığını bilirdi.

Ancak tuhaftır ki An Zhe buna karşı çıkamadı.

Kapıdan içeri girdi. Nöbetçi kulübesindeki gardiyan olanları görmüş fakat konuşmaya cesaret edememişti.

An Zhe bu insanları anlıyordu.

Yargıçlık pozisyonu rütbe olarak en yüksekte olmasa da öldürme konusunda en tepe otoriteydi ve kimse Lu Feng'i gücendirmek istemiyordu.

An Zhe de dahildi.

Böylece, "Teşekkürler Albay." dedi.

"Teşekküre gerek yok." dedi Lu Feng. "Git ve öğleden sonra izin al."

An Zhe: "...Ha?"

Lu Feng umursamaz bir tavırla gözlerini kaldırdı ve hafifçe, "Benimle Deniz Feneri'ne gel." dedi.

"Ne için?" dedi An Zhe.

Lu Feng, "Doktor Ji'nin sana soracağı bir şey var." diye açıkladı.

An Zhe bu ifadenin doğruluğundan biraz şüphelendi, Doktor Ji neden onu görmek istesindi ki?

Bir an için Lu Feng'in onu İrem Bağı'nda olduğu için tutuklamak istediğinden şüphelendi. Ancak bu sabahki performansının mükemmel olduğunu düşünüyordu, üstelik Seraing de onun adına konuşmak için inisiyatif almıştı.

An Zhe: "..."

Birden Seraing'in gözünde pek de akıllı görünmediğini fark etti.

Fakat zeki bir insan olmasa da aklı başında bir mantardı ve Deniz Feneri'ne gitmek yapmak istediği bir şeydi.

"Tamam." dedi.

Lu Feng belli belirsiz hımladı ve gitmek için döndü.

***

Çocuklar askeri eğitmenlerden ders alırken An Zhe onlara eşlik etmek için bir bankta oturuyor ve eğitmenlerin yardıma ihtiyacı olduğunda -puanlama, zamanlama gibi şeyler- yanlarına çağırılıyordu.

Ne yapacak başka bir şeyi ne de ofiste okumak isteyeceği bir şey vardı. Bu yüzden çeşitli silahların nasıl kullanılacağına dair yazılmış bir el kitabı almaya mecbur kaldı.

Colin onunla oturmak yerine yanındaki banka oturdu; yeni bir arkadaş edinmişti, yan sınıftaki dil ve edebiyat öğretmeni, yirmi yaşlarında bir delikanlıydı.

Bu sırada An Zhe'nin elindeki kitabın sayfalarında PL1109 adlı büyük bir savaş uçağının ayrıntıları yer alıyordu; manyetik alan karmaşasının olduğu dönemde insan teknolojisinin bir başyapıtı olan bu uçak birinci sınıf radyasyon kalkanı muhafazasına, birinci sınıf program ile motorlara ve tüm üsse özgü, manyetik alanların yokluğunda doğru bir şekilde konum belirleme ve yön bulma yeteneğine sahip bağımsız bir seyir sistemine sahipti.

Kulağa etkileyici geliyordu ama An Zhe'nin bu konuyla gerçekten hiç ilgisi yoktu ve hatta uykusuz geçen bir geceden dolayı belli belirsiz uyuklamaya başlamıştı.

Sağında, Colin ve dil öğretmeni selamlaşmalarını bitirmiş, birbirleri ile tanışmış ve içeriği rüzgarla beraber An Zhe'nin kulaklarına savrulan sohbete dalmışlardı.

"Ana şehri seviyor musun?" diye sordu Colin.

An Zhe, Colin'in yine vaaz vermeye başlamak üzere olduğunun kesinlikle farkındaydı.

"Sevmeyecek neyi var?" diye cevap verdi genç. "Ana şehir bize güvenli bir yaşam verdi."

Ayrıca konuşkan birine benziyordu. Bu cümle biter bitmez bir yenisine başladı: "Bir aydır ana şehirdeyiz. Sen ne düşünüyorsun?"

"Hoşuma gittiğini söyleyemem." dedi Colin.

"Neden?" diye sordu genç. "Paralı asker olarak dışarı çıkıp ölmek zorunda kalmamak, daha önce düşünemediğim bir şeydi. Anneme beni üç dersimi bitirmeye zorladığı için her gün minnet duyuyorum, gerçi o daha çok dil ve ekonomi derslerimi bitirmemi istiyordu, böylece daha sonra ikmal istasyonu sınavına girebilecek ve hayatımı kazanmak için vahşi doğaya gitmek zorunda kalmayacaktım."

Colin bir an sessiz kaldı ve "Annen nerede?" diye sordu.

"Vahşi doğada öldü." dedi genç. "Babam beni evlat edindikten sonra birkaç yıl geri dönmedi, ardından geri dönmeyen o oldu.

"Başın sağ olsun." dedi Colin.

"Teşekkürler." Genç gülümsedi. "Alıştım bunlara. Ya sen?"

"Annem Yargıç tarafından öldürüldü. Babam... biz ana şehre giderken 6. Bölge'de kaldı."

"Başın sağ olsun." dedi çocuk da.

Ancak birbirleriyle deneyimlerini paylaşmaları ikisini hızla yakınlaştırdı ve kısa bir sessizlikten sonra genç, eğitim alanındaki çocuklara baktı; kollarını başının arkasında kavuşturdu ve içini çekti. "O kadar uzun zamandır dış şehirdeydim ki hepimizin çocukken ana şehirden çıktığımızı unutmuşum."

"Ben oldukça iyi hatırlıyorum." dedi Colin. "Beş altı yaşlarındayken biyolog olmak istiyordum, iyi notlar aldım ama yine de ana şehirde kalamadım."

"Ben de çocukken bir subay olmak istiyordum." diye mırıldandı genç. "Final sınavında düştüm ve ordu beni istemedi."

Colin, "Kaderin ne getireceği belli olmuyor." dedi.

"İyi tarafından bakalım. Yeterince kalifiye değildik, kalsak bile zorlanacaktık." diyerek içini çekti genç. "Ana şehirde kalmak seni mutlu edecek diye bir şey yok. Gidip insan arşivlerini derlemeye ve incelemeye merak salan fakat mükemmel matematiksel yetenekleri nedeniyle hayatlarının geri kalanını Deniz Feneri'nde balistik hesaplayarak geçiren insanlar duydum. Biyolog olmak isterken üssün senin dilbilimci olarak daha uygun olduğunu düşünüp seni belgeleri karıştırmaya göndermesinin ne kadar zor olacağını düşününce... Senin yerinde olsaydım kendimi ölü sayardım."

"Üssün sevmediğim yanı da bu." dedi Colin. "Soğukkanlı, kalpsiz bir makine gibi."

"Kendini küçük bir parça olarak düşünmelisin, genlerin senin modelin ve hangi bölme üzerinde çalışacağını belirliyor."

Colin ender rastlanan bir gülümseme sundu. "Komik adamsın."

Genç, "Dil çalışırken metafor kullanmayı iyi öğreniyoruz." dedi.

"Ama insanlar parça değildir. Üs her şeyi insan çıkarlarına hizmet adına yapıyor ama biz insanlığımızı kaybediyoruz."

"Başka ne yapabiliriz? Üssün pirincini bedavaya yiyemeyiz, biraz değer katmaya ihtiyacımız var." Çocuk ayağa kalktı ve önündeki çocuklara baktı.

"Çocukları gerçekten seviyorum." Genç aniden çok mutlu bir şekilde gülümsedi. "Bu işi çok seviyorum. Belki bir gün ders verdiğim çocuklardan biri dünyayı kurtarabilecek mutlak bir dahi olur."

Sonra kendi kendine "Derslerime hazırlanmam gerek." diye döndü.

An Zhe Colin'e bakmadan önce ona merakla baktı.

Colin artık konuşmuyordu. An Zhe Colin'in bu sefer yoldaş bulamayacağını düşündü.

Dış şehirde Colin'in elinde "Yargıya Hayır" yazılı bir pankart vardı. Ana şehirde elinde ne tutabilirdi? An Zhe bunun "İnsanların Sınıflandırılmasına Hayır" ya da "Özgürlük İstiyoruz" gibi bir şey olabileceğini düşündü.

An Zhe'nin düşünceleri yavaş yavaş karıştı ve daha uykulu hale geldi. Askeri metne bakarak konsantre olmaya çalıştı. Aceleyle savaş uçağı sayfasını çevirdi ve silahlar bölümüne baktı. Bir mantarı parçalara ayırabilecek uranyum bombası veya hidrojen bombası gibi farklı bomba türleri vardı. Ancak korkmuyordu. İnsanlar uçurumdaki yaratıklardan farklı olarak düzenli yaratıklardı. Kurallara uyduğu sürece yaşayabilirdi.

Sabahı bu şekilde geçirdi ve öğlene doğru çocuklar eğitimlerini bitirmişti. Birkaç yavru bir araya toplandı, bu birkaçı eğitimi o kadar zor bulmuştu ki yemek yemeye bile tenezzül etmemiş, onun etrafındaki bankta homurdanmaya başlamıştı.

An Zhe yavrulardan birine nazikçe yara bandı yapıştırırken yanındaki kısa saçlı ve eğitimi çok zor bulan bir kızı "Ha gayret, eğitimi geçtikten sonra subay olacaksın." diye teselli etti.

Kız "Direkt elenmez miyim?" diye sordu.

An Zhe ona "Hayır, elenmezsin." dedi.

Ana şehirde kalamasalar bile iyi bir eğitim almaları gerektiğini düşünüyordu. Aksi takdirde büyüdüklerinde -eğer dış şehir o zamana kadar yeniden faaliyete geçerse- fiziksel zindeliği çok zayıf olan, onları evlat edinecek kimsesi olmayan, hiçbir paralı askerin kabul etmeyeceği ve şehir işleri ofisinde ya da ikmal istasyonunda sivil bir iş bulamayan çocuklar, ister erkek ister kız olsunlar, bodrumun üçüncü katına gitmek zorunda kalacaklardı.

Orada bir ay kalmıştı ve oradaki insanların iyi durumda olmadığını biliyordu.

Bu nedenle, "Hepiniz iyi çalışmalısınız." dedi.

Kız kollarını ona doladı ve "Ama subay olduktan sonra bile her gün antrenman yapmam gerekecek." dedi.

An Zhe kızın saçlarını okşadı ve bir an düşündü. "Ama güzel üniformaları var."

Bir yavru eğitim alanındaki askerlere baktı ve "Çok çirkinler." dedi.

"Rütbeleri yeterince yüksek değil." An Zhe ona ciddi bir şekilde, "Terfi edip... albay olursanız oldukça hoş görünürsünüz." dedi.

"Gerçekten mi?" diye sordu yavru.

"Şuradaki güzel giyimli kişi gibi mi?" diye sordu başka bir yavru.

An Zhe: "Kim?"

Yavru onun arkasını işaret etti.

An Zhe arkasını döndü.

Ondan iki üç metre ötede siyah üniformalı bir albay bir direğe yaslanmıştı. Çok yakındı ve yavrular ondan korkmuyordu.

Belki de bunun nedeni o sırada bu albayın kaşlarını hafifçe kaldırmışken, ifadesinde biraz mutluluk sezilirken An Zhe'ye bakmakta olmasıydı.

An Zhe: "..."

Az önce söylediği sözler muhtemelen duyulmuştu.


Sonraki Bölüm