Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 58: Çünkü sen benimlesin.

 

Hışır.

Ses dalgası havada bir dalgalanma yaratıyor gibiydi. An Zhe bir anda, konumunu belirlemek için gözlerine değil sese güvendiğini fark etti.

Sayısız uzuvları kıpırdayarak onlara doğru hareket etti.

Bam!

Karanlık gökte bir silah sesi yankılandı. 

Silah sesleri gece göğünü doldurdu. Lu Feng akıl almaz bir hızla bir kayaya tırmanıp ilk atışı yaparken An Zhe'nin yanı başında bir rüzgar esti.

Hışırtı kesildi. Vücudundaki gözler yavaşça döndü ve donuk, aralıklı bir tıslama duyuldu. Soluk borusu püstüllerle dolu olsa gerek, diye düşündü An Zhe.

İkinci atış sağ üstteki bir gözüne isabet etti.

Tıslama daha da arttı ve An Zhe'nin gözleri aniden büyüdü.

Kan.

Gözündeki yaradan siyahımsı kırmızı kanlar fışkırdı. Hayır, fışkırmıyordu. Püskürüyordu.

Lu Feng birkaç el ateş ettikçe yarası giderek büyüdü. Kan, fıskiyeden çıkan su gibi fışkırdı; yaratığın uluması daha da katlandı.

An Zhe başını kaldırıp Lu Feng'e baktığında adamın bakışlarının sanki her şey beklediği gibiymişçesine soğuk olduğunu gördü.

Tekrar yaratığa baktı. Kanatlarını çırpıyordu fakat vücudu uçamayacak kadar ağırdı. Çıldırmış gibi ileri atılarak doğruca Lu Feng'in bulunduğu kayaya çarptı. Büyük bir gürültü koptu ve kaya sarsıldı, toz ve taş parçaları aşağı düştü. Lu Feng kayanın tepesinde durmasına rağmen hiç kımıldamamıştı. Yüksekte durmuş, devasa et yığınına bakıyordu.

Kayaya çarpması daha hızlı kanamasına neden olmuştu. Ağzı açılmış bir su şişesi gibiydi. An Zhe bu hayale sığmaz sahneyi seyrederken yaratığın vücudunun tükenmez bilmez sıvılardan oluştuğundan şüphelendi.

Onuncu darbenin ardından ses zayıfladı ve devasa gövdesi yavaşça yere düştü.

Sadece kan değil, doku blokları ve garip şekilli organlar da yarıktan dışarı akıyordu. Kalp ve akciğerler birbirleri ile kaynaşmış, yarı katı halde dışarı akıyorlardı. Ardından tarif edilemez berbat bir koku tüm alana yayıldı. Uçurumdaki yaratıkların bile vücutlarında böylesine tarif edilemez organlar yoktu.

An Zhe: "...?"

Bilinci bir anlığına kararır gibi olurken Lu Feng'e baktı. Lu Feng kaşlarını kaldırıp onun yanına atladı. "Sorun nedir?"

"...Bu kadar mı?" dedi An Zhe.

"Bu kadar."

An Zhe "Çok kolay öldü." dedi inanamayarak.

"Hm." Lu Feng silahını kaldırdı; kabzası soğuk ve beyaz beş parmağının arasında yavaşça döndükten sonra belindeki silah kılıfına yerleştirildi.

An Zhe büyük bir şaşkınlık içindeydi; silahla vurulursa nasıl olacağını bile merak etmeye başlamış ve biraz korkmuştu.

Lu Feng gözlerinde hafif bir gülümsemeyle ona baktı, sonra dönüp uzaklaştı.

Yaratığın çirkinliği An Zhe'nin hayal gücünün ötesindeydi, ayrıca ölüm hızı da hayal gücünü aşıyordu. Uçurumda pek çok devasa ve çirkin yaratık vardı ama önündeki bu parçalanmış et yığını uçurumdaki yaratık ne kadar çirkinse o kadar güçlüdür kuralıyla açıkça tezat oluşturuyordu.

Yaratığın bedeni böylece kum tepesinin üzerine düştü, vücudundan siyahımsı kırmızı irin akarak zemini koyu bir renge boyadı. Aynı irin, gün boyunca yavaşça damlayan çiy damlaları gibi şimdi de çalıları lekeliyordu. Bir an sonra çalıların yaprakları onu emdi.

Lu Feng saatine baktı. Yarım saat sonra yaratığın öldüğü kesinleştiğinde ona yaklaştı. An Zhe onu takip etti -gerçi hâlâ topallıyordu.

Garip biçimli gövdesi kutup ışıkları altında garip bir metalik parlaklık yansıtıyordu. Vücudun her parçası farklı yaratıklara ait olmasına rağmen birbirlerine sıkıca bağlıydı ve vücudun içinden büyüyorlardı. Daha önce siyah arıyı yutmasını düşünen An Zhe, bir yaratığın genlerini yuttuğunda genlerinin o kısmının hakim olduğu organı hemen büyüteceğini fark etti.

Lu Feng yaratığı uzun uzun gözlemledikten sonra An Zhe'ye "Gidelim," dedi.

"Gitmek mi?" dedi An Zhe.

"Muhtemelen burada bu şeylerden daha çok vardır." dedi Lu Feng. "Güvenli bir yer bulalım."

An Zhe etrafına bakındı, görüş alanında tozlu bir çölden başka bir şey yoktu, "Nereye?" diye sordu.

Lu Feng, "İleride harabeler var," diye cevap verdi.

An Zhe gökyüzünde uçarken neden hiç harabe görmediğini merak etti.

Sonra Albay'ın ulaşım aracı bir uçakken kendisinin bir arıya bindiğini hatırladı. Albay'ın görüş alanının daha geniş olması doğaldı.

Lu Feng'in ona "Yürüyebilir misin?" diye sorduğunu duydu.

"Evet."

Aslen acıya katlanamayan bir mantar değildi.

Yine de biraz acıyordu.

Albay ona belli belirsiz bir bakış atıp "Buraya gel." dedi.

Sonunda An Zhe Lu Feng'in sırtına döndü. Lu Feng'in boynuna sarıldı ve yüzünü Lu Feng'in omzuna gömdü. Lu Feng'in nefes alışını ve yürürkenki hareketlerini hissedebiliyordu. Dalgalı tepelik arazi aslında sadece dört ayaklı sürüngenlerin hareket etmesi için uygundu. Üzerine bastıkları zemin sert değildi, ayakları bastığında kum hafifçe çukurlaşıyordu; kemiklerin ve kasların gücü için uygun değildi. Görünen o ki yalnızca sürüngen yaratıkları bu ortamda suda yüzen bir balık gibi ilerleyebilirdi. Dünyada insan faaliyetleri için uygun olmayan pek çok yer vardı. Burada yürümek ekstra fiziksel güç ve bir insanı taşımak daha fazla çaba sarf etmeyi gerektiriyordu. Ancak Lu Feng bunu zahmet olarak görüyormuşa benzemiyordu. An Zhe'nin sınırlı hafızasına göre Albay, konuşmayı sevmemesi dışında hiçbir şeyi zahmet olarak görmüyordu.

Sessizlik içinde An Zhe arkasına baktığında gökyüzünün sonsuz karanlığının altındaki bembeyaz kumun üzerinde bir sembol gibi derin ve sığ bir sıra ayak izi gördü.

Birden İrem Bağı'ndaki o günü hatırladı. O gün boş bir koridordan geçiyordu, beyazlar giymiş birkaç kişi boş bir odada toplanmış güzel satırlar okuyor ve grubun lideri elinde gümüş rengi bir haç tutuyordu. Jeomanyetik alanın ortadan kalktığı, güç kaynağının kesildiği ve herkesin korku içinde olduğu bir zaman olmasına rağmen onların ifadeleri dingindi, sanki devam etmeleri için onları ayakta tutacak bir güç bahşedilmişti.

"Ölümün gölgesindeki vadiden geçsem de şerden korkmayacağım." Bu dingin satırları Lu Feng'e okudu. "Çünkü sen benimlesin. Değneğin, asan, beni teselli eder."

Lu Feng'in sesi soğuk havaya bir parça yumuşaklık katıyor gibiydi. "Dahası var mı?"

An Zhe zar zor hatırlayarak devam etti. "İyilik ve merhamet yaşamım boyunca beni izleyecek şüphesiz."

"Ve sonsuza dek rabbin evinde yaşayacağım."

"Tanrı'ya inanıyorlar."

An Zhe "Tanrı mı?" diye sordu.

An Ze'nin üs için yazdığı makalede geçen 'Tanrı' yahut 'tanrılar' kelimelerini hatırladı.

Lu Feng yanıt olarak hafifçe mırıldandı.

An Zhe ona "Peki ya sen?" diye sordu.

Lu Feng yanıt vermedi.

Daha fazla konuşmadı. Sessizliği bozan tek şey gece rüzgarıydı. Sonra An Zhe ders kitaplarındaki şiirleri basit ya da karmaşık olmaları fark etmeksizin Lu Feng'e okumaya başladı. Gitme O Güzel Geceye Usulca'yı da bitirdi ve sonra baştan tekrar etti. Lu Feng ile konuşacak hiçbir şeyi yoktu fakat geceyi biraz daha canlı kılmak için bir şeyler söylemek istiyordu. Yapabileceği tek şey buydu.

Rüzgar güçlü olduğundan sesler kısa sürede uçup gidiyordu fakat onlar bu kadar yakınken An Zhe Lu Feng'in onu duyabildiğini biliyordu.

Tüm dizeler ikişer kere tekrarlandığında uzun bir yol katetmişlerdi.

An Zhe Albay'ın orduda ne tür bir eğitim aldığını bilmiyorsa da bu yolun ve bu gecenin çok uzun olduğunu biliyordu.

O kadar uzun ki sonsuza kadar, bu dünyanın öbür ucuna ya da hayatlarının sonuna kadar yürüyebilirlermiş gibi geliyordu. Tüm bu fiziksel efor normal bir insanın sınırlarını aşıyordu.

An Zhe sessizce vücudunun bir bölümünü daha hafif olan miselyuma dönüştürdü. Bu değişimin çok az olacağından korkarak bir süre sonra sessizce başka bir bölümünü değiştirdi.

Sonunda Lu Feng'in "O yaratığın neden bu kadar kolay öldüğünü biliyor musun?" dediğini duydu.

An Zhe Lu Feng'in neden birdenbire bundan bahsettiğini bilmiyordu, şiir okumayı bıraktı ve "Bilmiyorum" dedi.

"Düşük seviyeli mutasyonlar genetik kirlenmedir. Yüksek seviyeli mutasyona uğramış yaratıklar ikiye ayrılır." dedi Lu Feng. "Melez sınıf ve polimorfik sınıf."

"Genleri tükettikten sonra melez sınıf orijinal yaratığın bir parçasına sahip olacak ve birçok yaratığın genleri ile özellikleri bir arada içinde bulunabilecektir. Ancak bir tampon aşaması vardır." Lu Feng ileriye doğru yürürken devam etti. "Orijinal genler ile yeni ele geçirilen genler arasında bir çatışma süresi vardır, bu süre zarfında gen zinciri büyük ölçüde değişir, orijinal organların işleviyle çatışır ve vücudunun içi kaos içinde olur. Bu yüzden akıllı melez yaratıklar uzun aralıklarla gen tüketir, istikrarlı genler oluşturmak ister. Biraz önceki... açgözlü davranmıştı."

An Zhe, "Peki ya polimorfik sınıf?" diye sordu.

"Polimorfik sınıftakiler şu ana kadar gözlemlenen en üst düzey mutasyon seviyesidir; sayıları çok fazla değildir ve çoğunlukla uçurumda yoğunlaşmışlardır. Mutasyon şekli genlerin bir arada bulunması değil, serbest dönüşümdür. Mesela bir arıdan bir bitkiye... bazen kısmi olarak da değişebilirler."

"Polimorfik mutasyon sınıfının gen dizilimi melez sınıfınkinden daha kararlıdır." dedi Lu Feng. "Ancak bir kerede çok fazla şey alınması akıl sağlığını etkileyecektir. Yargı Mahkemesi bir keresinde hayvan ve bitki tipi polimorfik bir yaratığın tamamlanmamış bir dönüşüm geçirdiği bir numune bulmuştu. Tam bir organ fibrozisi geçirmiş ve oracıkta ölmüştü."

An Zhe biraz korkarak sessizce Lu Feng'in boynuna sımsıkı sarıldı.

Her nasılsa Albay'ın sözlerinin derin manalar içerdiğini hissediyordu.

Sonraki Bölüm

Yazar Notu: Albay sana heterogenezliği öğretiyor.