Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 70: "Artık bir evin var."

 

mozek katkılarıyla


        "Bana Polly ya da Joan diyebilirsin, nasıl istersen," dedi Polly Joan. Kibar ve nazikti, grimsi mavi gözleri nazik bir okyanus gibiydi, insan uygarlığındaki en iyi yaşlı tipiydi.

        An Zhe onlara kendi adını söyledi. 

        "Gençsin. Kuzey Üssü'nden misin?"

        An Zhe başıyla onayladı.

        "Nasıl bu hale geldin?"

        Polly Joan sormaya devam ederken An Zhe'yi yavaşça beyaz binanın içine götürdü.

        Zemin çok düzgündü. Belli ki birileri güzelce ilgileniyordu. Tang Lan öne çıkarak Polly'ye yardım etmek için kolunu uzattı fakat Polly sadece elini salladı. 

        "Ben..." An Zhe yavaşça etrafına bakınırken görüşünde dalgalanmalar meydana geldi.

        Beyaz binanın içinde geniş bir salon vardı. Toplamda üç katlıydı ancak bu üç kat sıradan binalar gibi katmanlarla ayrılmamış, aksine açıktı. Salondan yukarı doğru bakıldığında spiral bir merdiven yukarı doğru daire çiziyor, yarı saydam kubbe doğrudan görülebiliyordu. Şu anda ikinci ve üçüncü katlar arasındaki korkulukların üzerinde bazı yaratıklar usulca toplanmış, meraklı gözlerle sessizce yukarıdan aşağıya bakıyorlardı.

        Yaklaşık 40 yaratık vardı ve bunların çoğu insanî özelliklere sahipti  -üçte biri görünüş olarak insanlarla tamamen aynıydı ve üçte biri de insani özelliklerin yanı sıra başka yaratıkların özelliklerine sahipti. Örneğin ikinci katta yüzü grimsi siyah kıllarla kaplı bir beyefendi, üçüncü katta da saçları hafifçe hareket eden kıvırcık sarmaşıklar gibi olan bir adam vardı. Geri kalan üçte birlik kısım dışarıdaki bir yaratığa yahut ikinci kattaki korkuluktan sarkan çürümüş et birikintisi gibi garip şekilli bir şeye benziyordu.

        "Sana zarar vermezler," dedi Polly Joan An Zhe'ye. "Eğer içlerinden biri iradesini kaybederek kontrolden çıkarsa diğerleri onu kontrol altına alacaktır."

        Gerçek tam da söylediği gibiydi, An Zhe deforme olmuş insanların gözleriyle karşılaştı; bunlar yaratıkların soğuk gözleri değildi, içlerindeki anlamı okuyabiliyordu, merak ya da incelemeydi, vahşilikten eser yoktu.

        "Hepimiz enfekte olduk, hepimiz heterogenez türleriz. Neyse ki Şansımızın yaver gitmesiyle irademizin bir kısmını koruduk ve Bay Polly bizi bir araya getirdi." Tang Lan onun omzunu sıvazladı. "Kendimizi kontrol etmeye, başkalarını öldürmemeye çalışıyoruz, sadece dışarıdaki yaratıklara karşı savaşıyoruz. Burada Yargı Mahkemesi yok. İçin rahat olsun."

        Polly Joan birkaç kez hafifçe öksürdükten sonra, "Enstitü üyeleri arasında hiyerarşi yok. Birbirimize göz kulak oluruz, güçlü olan zayıf olanı korur. Sen de bu yuvaya katılabilirsin." dedi.

        An Zhe yavaşça bakışlarını kaydırdı.

        "Teşekkür ederim." diye fısıldadı.

        Tang Lan ona nasıl bir heterogenez olduğunu sordu.

        An Zhe bir an tereddüt ettikten sonra, "Bir arkadaşımın paralı asker ekibini takip ettim..." diye cevap verdi.

        Buranın heterogenez türlerin bir arada yaşadığı bir yer olduğunu biliyordu ama yine de buradaki insanlardan farklıydı. Onlar yaratıklarca enfekte olmuş insanlarken o bir mantardı, bu yüzden gerçek kimliğini gizlemek zorundaydı. Bu yüzden An Ze'nin hayat hikayesini anlattı; vahşi doğaya çıkışını, yaralanmasını ve...

        "Uyandığımda bu hale gelmiştim." Tang Lan'ın hikayesini de kullanarak bir yalan uydurdu.

        "Bir insandan farklı olan herhangi bir yerin var mı?"

        "Hayır."

        "O zaman bir tür rekabetçi polimorfik mutasyon geçirmiş olmalısın." Polly ona nazikçe bakarak "Neyle kaynaştığını biliyor musun? Ya da dönüşümünü kontrol edebiliyor musun?" diye sordu.

        An Zhe bunu düşündü ve yine başını iki yana salladı. 

        "Bu yaygın bir durum değil," diye düşündü Polly. "Uçurumdan nasıl sağ çıktın?"

        "Bana hiçbir şey saldırmadı." diye dürüstçe cevap verdi An Zhe.

        Polly bunun üzerine düşündü. Tam An Zhe kendisine ağır bir işkence yapılacağını düşünürken Polly Joan ağzını açtı. "Bu açıklanabilir."

        An Zhe "Nasıl?" diye merak etti. 

        "Uçurumdaki yaratıkların ve diğer güçlü türlerin farklı bir duyusu var gibi görünüyor. Bazen diğer yaratıkların ırksal kimliğini dış görünüşlerine göre değerlendirmiyorlar. Güçlü bir polimorfik yaratık kendini bir fareye dönüştürebilir fakat diğer yaratıklar yine de onun devasa saldırı gücünü hissederek ondan kaçınabilir."

        Polly Joan bir duraklamadan sonra devam etti. "Eğer seninle gerçekten ilgilenmiyorlarsa bu senin bazı güçlü genlerle birleştiğinin kanıtıdır, ya da onların ağız tadına uymuyorsundur."

        "Sen özelsin." diye ekledi.

        An Zhe "Anlamıyorum." diye fısıldadı. 

        Gerçekten de anlamıyordu. Uçurumdaki mantarlar da en az uçurumdaki hayvanlar kadar tehlikeliydi. Ya yoğun zehir içeriyorlar ya da hayvanları çıldırtabilecek hayali bir sisle çevrili oluyorlardı. Onun gibi zayıf ve zararsız bir mantarın zehirli mantarlar ormanında doğabilmesi zaten bir mucizeydi - üstelik kendi bağımsız bilincine bile sahipti.

        Polly ona, "Enstitünün tüm üyelerinin farklı mutasyonları var. Eğer istersen sana zarar vermeyecek bir şekilde senin üzerinde araştırma yapabilirim." dedi.

        An Zhe kabul etti, etmemesi için hiçbir neden yoktu.

        Sonra Polly Joan ona birkaç soru daha sordu. Mutasyon süreci hakkında başka bir şey değil, daha ziyade An Zhe'ye vahşi doğada nasıl olduğunu, acı çekip çekmediğini, herhangi bir hayvandan korkup korkmadığını ve genetik değişikliklerden sonra yeni alışkanlıkları olup olmadığını sordu. Sadece An Zhe ile ilgilenen bir yaşlı gibi görünüyordu. Ancak insan olmayan kimliğini tanıdıklarından sonra An Zhe hala insan araştırmacılardan korkuyordu. Polly'ye yakın olmaya cesaret edemedi, sadece soruları birer birer yanıtladı.

        Ayrıca enstitünün durumu hakkında da bir ön yargısı vardı. Enstitünün birinci katı salon, laboratuvar ve alet odasından oluşuyordu. İkinci katta hayvan mutasyonlarına sahip insanlar, üçüncü katta ise bitki mutasyonları kalıyordu. Bay Polly deneysel verileri kaydederken bazı insanlar ekipmanların bakımını yapıyor, bazıları arka arazide patates yetiştiriyordu ve diğerleri de avlanmaktan sorumluydu. Avcılıktan sorumlu olanlar Tang Lan gibi son derece vahşi yaratıklarla enfekte olanlardı. Avlanırken her yere yol işaretleri bırakırlardı. İşaretleri insanlar dışında kimse anlayamazdı. İşaretlerinin gösterdiği yönler başıboş heterogenezlerin eve dönüş yoluydu ve uçurum ile sınırlı değildi.

        Tang Lan buranın füzyon fraksiyonuyla ilgili olduğunu söylemişti ama buradaki insanlar kasıtlı bir füzyon ürünü değildi. Aksine vahşi doğada öldürülmüşler ve şans eseri insan bilinçlerini koruyarak enstitüye giden işaretleri takip etmişlerdi. Doktor bunun on binde bir ihtimal olduğunu söylemişti.

        Yeni bir üyenin katılımı kutlanacak bir şeydi. Enstitü An Zhe için özel olarak bir karşılama ziyafeti hazırladı. Ana yemek küçük bir ağaç heterogenezin elinden çıkmış patatesli pastırma çorbasıydı.

        "Patates sever misin?" Adam çorbayı bir kaseye koyup An Zhe'ye uzattı. Sesi biraz boğuktu, kaba ağaç kabuklarının birbirine sürtünürken çıkardığı ses gibiydi.

        An Zhe uzanıp dumanı tüten çorba kâsesini aldı, üzerine üfleyerek yüzünü sıcak beyaz bir buğunun kaplamasını sağladı.

        "Severim." dedi. "Teşekkür ederim."

        "O zaman yarın da yaparım." Adam ona baktı. "Kaç yaşındasın?"

        "19 yaşındayım."  dedi An Zhe.

        "Öyleyse bana amca demelisin. Benim oğlum da seninle aynı yaşlarda, 7. Bölge'de yaşıyor. Sen nerede yaşıyorsun?"

        "6. Bölge'de."

        Adam, "Onu beş yıldır görmedim." dedi. "Adı Bai Ye. Onu tanıyor musun?"

        An Zhe başını hafifçe salladı. 

        "Umarım iyidir." Konuşmaları bu şekilde sona erdi.

        Yemek sırasında enstitüdeki insanlar konumlarına bakılmaksızın bir daire şeklinde oturmuşlardı. Polly Joan onların arasında oturuyordu, herkes ona yakındı.

        An Zhe'ye de aynı derecede yakınlardı. Yemek sırasında en az on kişi An Zhe ile konuşma girişiminde bulundu. Bunlardan bazıları dış şehirden gelen paralı askerler, bazıları da üssün askerleriydi. Mutasyon sürecini merak ediyorlar, üste neler olduğunu ya da kendi akrabalarını veya arkadaşlarını görüp görmediğini soruyorlardı. An Zhe onlara dış şehrin terk edildiğini söylemedi. Sadece 'onları görmedim' ve 'bilmiyorum' diye cevap verdi. Bir tür hayal kırıklığı hissi vardı ama bu tür bir cevap insan kalbine gerçeklerden daha rahatlatıcı geliyor gibiydi.

        Yemekten sonra Tang Lan An Zhe'yi boş bir odaya götürdü.

        Vücudunda kıllar olan genç bir adam odaya bir yorgan getirdi. 

        "Daha dün tabaklanmıştı." diyerek yatağın yapılmasına yardım etmeyi teklif etti ve "Geceleri soğuk olur, bu yüzden pencereleri kapatmayı unutma." diye ekledi.

        "Teşekkür ederim." dedi An Zhe ona. Tıpkı bugün ona yemek veren amca gibi, genç adamın nezaketi de onu minnettar ve biraz da bunalmış hissettirmişti.

        Yatağı yaptıktan sonra genç, giysilerinin arasından kırmızı bir meyve çıkardı. Gülümseyerek, "Al bakalım." dedi.

        Sonra da sarılmış bir parça kurutulmuş et çıkardı. "Bu sana hepimizden." 

        An Zhe eti aldı. Kurutulmuş et çok ağırdı. Enstitünün yaşam standartlarının ne olduğunu bilmiyordu ama bu çağda kurutulmuş et nerede olursa olsun değerliydi.

        "Teşekkür ederim." dedi An Zhe. "Bu benim için çok fazla."

        "Yavaş yavaş ye." Arkasında duran Tang Lan gülümsedi, yakasını düzeltmek için uzandı.

        "Yeni gelenlere her zaman hediye veririz. Burayı bir yıl önce bulmuştum, herkes bana karşı çok nazik davranmıştı." dedi genç adam. "Vahşi doğada bir heterogenez olmak çok zor, yaratıklardan saklanmak ve kendi yiyeceğini bulmak zorundasın. Ayrıca insan olduğunu hatırlamak, evini özlediğinde üsse geri dönemeyeceğini hatırlamak... Enstitüye gelmek bir nimet."

        Bu sözlerle An Zhe'ye gülümsedi.

        An Zhe de ona gülümsedi.

        Odada hiç rüzgâr yoktu. Hava çok sıcaktı ve tavandaki lambalar ışıl ışıl parlıyordu. An Zhe kurutulmuş etini tuttu, uçurumdaki yoğun orman ve bataklıklarda bir ay boyunca yaptığı yürüyüşü hatırladı. Sanki bir rüya gibiydi.

        "Ağlama ya." dedi genç adam ona. "Artık bir evin var."

        Sesi o kadar net, o kadar sıcaktı ki sanki bu enstitüye sonsuz bir bağlılığı varmış gibiydi.

        Bu, An Zhe'nin insan üssünde görmediği bir şeydi. 

        "Burası her zaman böyle midir?" diye sordu.

        "Ha?" Genç adam önce donakaldı, sonra gülerek cevap verdi: "Yakında alışırsın."

        Sözlerini bitirdiği gibi aniden durakladı.

        Koridordan aniden şiddetli, tiz bir uluma sesi geldi.