Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 74: Fakat Lu Feng rüyalarında giderek daha sık görünmeye başlamıştı.

 


        An Zhe huzur dolu bir rüyadan uyandı.

        Rüyasında gözleri, kulakları, insanların algılamak için kullandığı organların hiçbiri yoktu ve sanki çok çok uzun zaman öncesine, yumuşak, nemli toprağın derinliklerine gömüldüğü zamana geri dönmüş gibiydi. Ancak bu, toprak değildi, sanki Lu Feng'den çok uzakta değil gibiydi. Albay'ın nefesine çok yakındı, ölüme olan mesafeye olduğundan daha fazla.

        Gözlerini açtığında sersem halde gri tavana baktı. Kuzey Üssü'ndeki insanları, olayları hatırlamamak için kendini zor tutuyordu. Anıların aktığını hissedebiliyordu, Şair, Doktor, Colin, neye benzediklerini, nasıl davrandıklarını neredeyse unutmuştu. O şehirde olan her şey yavaş yavaş uçup gidiyor, fakat Lu Feng rüyalarında giderek daha sık görünmeye başlamıştı.

        Bazen gözlerini açtığında bu adamın hemen yanı başında olduğunu hissediyordu. Pencerenin yanında sallanan koyu yeşil sarmaşık yaprakları solmaya vakit bulamadan beyaz kırağı ile kaplanmış, Lu Feng'in ona bakan gözleri gibi kristal berraklığında bir renge dönüşmüştü.

        Ancak dış dünyanın soğuğu kısa sürede onu yeniden sardı.

        Pencerenin dışında kurşuni gri bulutlar dağların tepelerine doğru alçaktan bastırıyor, dağların sert zemin çam çiçekler gibi beyaz kırağılarla kaplanıyordu. Kış gelmişti.

        Yüksekova Enstitüsü'ndeki insanlar onunla ilgilenmeye devam ediyorlardı. On gün önce yün bir atkı ve bir çift tavşan kürkü eldiven almıştı. Her gün bu sıcaklığa sarılarak Polly'nin beyaz binadaki laboratuvarında vakit geçirmek için ana binadan ayrılıyordu.

        Simpson Kafesi çok fazla güç tüketiyordu, rüzgar türbininin gücü o kadar sınırlıydı ki günde sadece iki saat çalıştırılabiliyordu. Geri kalan zamanda Polly başka şeylerle uğraşırdı. Bazen An Zhe'ye her şeyin molekül ve atomlardan oluştuğu, atomların elektronlara, protonlara ve nötronlara ayrıldığı gibi bazı fiziksel ve biyolojik bilgiler öğretirdi. Ancak yolun sonuna varmaktan çok uzak olan dünyanın maddi temeli kimsenin göremediği şeylerdi.

        "Kör bir insan dünyayı algılamak için sadece uzanıp bir şeylere dokunabilir, ancak hissettiği şey açıkça o şeyin tamamı değildir. Bizim dünyayı kavrayışımız da bu kör insanınki kadar sığ, sadece görüneni görmeye mahkumuz. Pek çok hipotezimiz var ama bunların doğruluğunu teyit edemiyoruz." dedi Polly ona.

        O bunları söylerken dağın tepesinden esen kuzey rüzgârı laboratuvarın penceresini açtı, kahverengi tenli Hint adam pencereyi kapatmak için ayağa kalktı, Polly Joan uzanıp An Zhe'nin atkısını biraz yukarı doğru çekti.

        Atkı An Zhe'nin tüm boynunu sarmıştı. An Zhe yumuşak, sıcak kumaşın içine gömülerek Polly'ye, "Üşümüyor musunuz?" diye sordu.

        "Yaşlanmak insanı birçok şekilde halsizleştiriyor." Polly Joan'ın nazik grimsi mavi gözleri ona baktı, An Zhe kendi yansımasını görebiliyordu, sarılmış beyaz bir toparlak. Ancak uzun süre bakamadan öksürdü. Dışarısı bu denli soğukken ciğerleri yanıyordu sanki içlerinde yanan bir ateş var gibi, acıyordu.

        Polly bir eliyle sırtını sıvazladı, masanın üzerindeki sıcak suyu ona uzattı.

        "Antibiyotik var mı?" Rum adındaki Hint adama seslendi.

        "Biraz var."

        An Zhe öksürerek titredi, ilacı içti; oda kömür sobasıyla ısınıyor ama yine de üşüdüğünü hissediyordu.

        "Hastalığının nedenini bulamıyorum." Polly An Zhe'nin alnındaki ince soğuk teri parmaklarıyla sildi, grimsi mavi gözlerindeki acıyla fısıldadı. "Burada gelişmiş aletler de yok... Üzgünüm."

        An Zhe başını salladı. "Sorun değil."

        Polly insanoğlunun dünya hakkındaki bilgisinin her zaman sığ olacağını söylemişti, An Zhe de bazen insanoğlu hakkındaki kavrayışının sadece yüzeysel olduğunu hissediyordu. Uçuruma döndüğünde insanlar tarafından böylesine misafirperverlikle karşılanmayı hiç beklemiyordu.

        Mesela Polly tıbbi konularda uzman olmamasına rağmen An Zhe'nin kötüleşen sağlığı nedeniyle veri tabanındaki tüm tıbbi belgeleri okumaya başlamıştı, Rum da araştırmasına yardımcı oluyordu.

        Bazen An Zhe onların bu iyiliği karşısında kendini suçlu hissediyordu, çünkü kendisi insan değildi, sanki insan derisine bürünerek bu iyiliği çalmış gibi görünüyordu. Öldüğü gün aslının ortaya çıkacağından korkmaya başlamıştı.

        Bir keresinde Polly'ye bu konuda endişelenmesine gerek olmadığını söylemişti. O sırada Polly elinin tersiyle An Zhe'nin alnının sıcaklığını ölçmüş ve "Sen benim çocuğum gibisin." diye fısıldamıştı.

        Polly'nin yokluğunda bir kenara çekilip Rum'a Bay Polly'nin kendisine neden bu kadar nazik davrandığını sordu.

        Rum, "Hoca buradaki herkesi seviyor." diye cevap verdi.

        "Enstitüye geldiğimde vücudumun yarısı küflüydü, bilincim yerinde değildi." dedi Rum pantolonunun paçalarını sıvayarak, sağlam baldırları iğrenç yara izleri ve solucan benzeri şişliklerle kaplıydı. Her zaman az konuşan biri olan bu adam uzun uzun konuştu. "Hoca altı ay boyunca gece gündüz demeden hayatımı kurtarmak için uğraştı. Daha önce ben de dünyada böyle bir adam olduğuna inanmıyordum."

        Ayrıca, "Daha önce iyi bir insan değildim, paralı askerken takım arkadaşlarımı öldürmüştüm. Şimdi üç kardeşimi dışarıdan kurtararak kefaretini ödedim. İyi bir insan olmak güzel hissettiyor, insan olmak yaratık olmaktan daha iyi. Enstitüdeki pek çok insan benim gibi. Bay Polly'yi sevmeyen kimse yok." diye ekledi.

        An Zhe o anda birdenbire sebepsiz yere Lu Feng'in nasıl olduğunu merak etti. Bununla birlikte başını salladı, Polly'nin tam zıttı olan adamın silüetini zihninden uzaklaştırdı.

        Rum amatör bir müzik aşığıydı, yapacak bir işi olmadığında yıpranmış bir şarkı kitabına göre mızıka çalmaya çalışır ve bazen An Zhe'ye de öğretirdi. Sesi kulağa hoş geliyordu. Yine de Rum insanoğlunun mızıkadan milyonlarca kat daha harika enstrümanlara sahip olduğunu, birlikte benzersiz bir ihtişam ve güçte senfoniler çalabileceklerini söylüyordu.

        Onlar konuşurken Polly yanlarına gelerek "Rum yüz yıl önce doğmuş olsaydı harika bir müzisyen olurdu," diye şaka yaptı.

        Her zaman suskun kalan Rum gülümseyerek o anda yıpranmış bir radyo çıkardı, kaseti bir tarafa çevirerek çalma düğmesine bastığında o paslı makineden yoğun yahut yumuşak ritimler yayıldı. Her biri kendi tınısına ve melodisine sahip sayısız enstrümanın sesi bir araya gelerek başka bir muhteşem ses oluşturuyordu. Kömür ateşiyle ısınan bu laboratuvarda müzik akıyor, yankılanıyordu. Alt kattaki beyaz odada, sol kolu bir hayvanın pençesine dönüşmüş bir adam onlardan tarafa doğru işaret ettiğinde Rum radyoyu dışarıdaki parmaklığa asıp sesi açtı.

        Müziğin hafif, pürüzsüz sesi buzlu pencere camlarından geçerken kasette çalacak parçadan önce bir giriş sesi duyuldu; Beethoven'ın İlkahar Sonatı'ydı. An Zhe çenesini eline koyarak dinledi, uçurumda da ilkbahar güzel olurdu ama muhtemelen onu göremeyecekti.

        Tam bu sırada Kuzey Üssü'nden bir mesaj geldi.

        Uzun süredir sessiz olan iletişim kanalı kırmızı renkte yanıp söndü. İletişim listesinde sadece bir bilinmeyen vardı.

        An Zhe iletişim arayüzünü açtı, o isimsiz kişiden gelen kısa mesaj sadece iki satır, birkaç kelimeden oluşuyordu.

        "Kış geldi."

        "Yaratıklar farklı davranıyor. Kendinize dikkat edin."

        An Zhe kelimeleri gördüğünde Polly'ye baktı. "Hocam."

        "Kuzey Üssü'ndeki Doktor Ji'den haberler var." dedi Polly ona. "Bunca yıldır benimle gizlice temas kuran tek kişi o."

        'Doktor Ji' ismi An Zhe'nin bir anlığına dalmasına sebep oldu. "...Cevap verilecek mi?" diye sordu.

        "Verilecek. Polly sıcak bir şekilde, "Benim yerime sen cevap ver." dedi.

***

        Kuzey Üssü.

        İletişim kanalı aydınlanarak Yüksekova Enstitüsü'nden bir yanıt geldiğini gösterdi.

        "Anlaşıldı."

        "Hatırlatma için teşekkürler, siz üssün güvende olduğundan emin olun."

        Doktor yanından geçerken iletişim ekranını gördü.

        "Albay Lu, cık," diye yükseldi sesi. "Yargıç'ın böyle bir şey yaptığını hayal etmek zor. Aslında iyi bir insanmışsın."

        Lu Feng bakışları ekrandaki metne bakarken donuklaşmıştı.

        "Karşı tarafta kim var?" diye sordu.

        "Hiç beklemeyeceğin biri," diye yanıtladı Doktor Ji. "Polly Joan."


Sonraki Bölüm