Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 196: 1992-2020 66

 
Sonraki birkaç gün boyunca üçü ayrılarak mahalleyi birkaç kez daha detaylı bir şekilde, her taşın altına bakarak araştırdılar. Ancak sonuçta herhangi bir ipucu bulamadılar.

Tek tesellileri RenDong'un bu birkaç gündür okulda güvende olması ve başına hiçbir şey gelmemiş olmasıydı.


Lian Qiao'nun içi o kadar da rahat değildi, yani elbette RenDong'u okulda yalnız bırakamazdı. Kırtasiyenin arka kapısının varlığını öğrendiğinden beri günde bir veya iki kez okula gitmek zorunda kalıyordu. Ya RenDong'a yiyecek götürüyor ya da ona zorbalık yapan biri olup olmadığını gizlice gözlemliyordu.


Davranışı neredeyse sapıkçaydı ve kendisi de biraz iffetsiz hissediyordu. Neyse ki yıllarca oynadığı gizlilik oyunları boşuna değildi. Pek çok kez gizlice içeri girmesine rağmen RenDong'a kasten seslenmedikçe RenDong onu neredeyse hiç fark etmezdi.


Bugünlerde yaptığı gözlemlere göre Lian Qiao bu kez örnekte bir sorun olduğunu fark etti.


Çok kolaydı!


Zaman zaman perili hale gelen yetimhanenin esasında makul bir atmosferi vardı. Artık hayaletlerin zayıflıklarını kavradıklarından ve güçlü bir büyülü saldırı olarak Keşiş’i kazandıklarından hayaletlerin onlara karşı tehditkarlığı kaybolmuştu.


Ve RenDong'un okul hayatı gerçekten sadece derslerden ibaretti. Tek yapması gereken ödevlerini zamanında teslim etmek, geç kalmamak veya erken ayrılmamaktı, bu şekilde etrafındaki öğretmenler ve sınıf arkadaşları ona zorluk çıkarmayacaktı.


Dikkate değer tek şey RenDong'la okuyan ilkokul öğrencilerinin hepsinin yüzleri olmayan çocuklar olmasıydı. RenDong bunun nedeninin ilkokuldaki sınıf arkadaşlarıyla ilgili anılarının bulanık olması, bu nedenle örneğin çevreyi hatalı bir şekilde yeniden ürettiğini ve bu çocukların yüzlerinin olmamasına neden olduğunu açıklamıştı.


Yüzlerinin olmaması sadece korkutucu görünüyordu. Gerçekte o çocuklar RenDong’a aktif olarak zarar vermiyorlardı.


Lian Qiao bunu düşündükçe daha da tuhaf hissetti. Bunun onların son örneği olduğu açıktı, zorluk nasıl bu kadar düşük olabilirdi?


Küçük Elma öyle düşünmüyordu. Ne de olsa bu örnekte hayaletlerin öldürdüğü takım arkadaşları da hayalet oluyordu. Eğer ellerinde hayalet karşıtı bir levye ve keşiş olmasaydı bu örneğe girmeleri halinde yüksek ihtimal ölürlerdi.


"Mesele örneğin çok kolay olması değil, senin çok güçlü olman!" Küçük Elma durumu böyle özetledi.


Gerçekten de kendi gücüyle on sekiz aç hayalete karşı savaşıyor ama sadece omzundan küçük bir yara alıyordu. Bu dövüş gücü zaten normalin ötesindeydi.


…Gerçekten öyle mi?


Lian Qiao belli belirsiz bir tedirginlik hissetti.


Huzur dolu günler su gibi akıp geçti. Takip eden günlerde RenDong  ilkokul ve ortaokul sınavlarına girerek başarıyla iyi bir liseye terfi etti.


RenDong'un tombul bir hamur tatlısından zayıf ve yakışıklı bir genç adama dönüşmesini izlerken Lian Qiao babacan bir rahatlama hissetmekten kendini alamadı.


Ancak bu rahatlık kalbindeki huzursuzluğu gidermeye yetmedi. RenDong'un yeni lisedeki ilk gününde Lian Qiao tekrar okulun etrafını dolaştı. Bu kez güzel ve iyi kalpli patronun karısının arka kapısı yoktu onun için.


Bu sefer sadece bir köpek deliği vardı.


Ama sevgilisini görmek için köpek deliği engel midir ki?


Delip geçelim!


Lian Qiao kararlılıkla köpek deliğine girdi, ayaklanarak hiçbir psikolojik engel olmadan toprağı eşeledi.


Burası okulun oyun alanının köşesiydi. Bu sırada oyun alanında beden eğitimi dersinde birkaç sınıf vardı. Neyse ki büyük bir yabani ot kütlesi köpek deliğinin önünü kapatıyordu, aksi halde dışarı çıkar çıkmaz açığa çıkacaktı.


Lian Qiao biraz gergindi. Okul bahçesine ilk kez gizlice girmiyor olsa da bu kez bilmediği bir liseydi ve araziye aşina değildi.


RenDong birinci sınıfta okuyordu. Bu okul giriş puanlarına göre sınıflara ayrılmıştı ve RenDong bu okula neredeyse mükemmel bir puanla girmişti, bu yüzden en iyi sınıfta olmayı hak ediyordu.


Birinci sınıfın olduğu öğretim binasına giderken Lian Qiao kalbindeki mutluluğa engel olamadı.


Benim RenDong'u gerçekten olağanüstü! Yıllar sonra okula döndüğünde çok fazla çalıştığını görmesem de sınavda tesadüfen birincilik almayı başardı, tek kelimeyle bir öğrenme tanrısı!


Yolda devriye gezen öğretmenlerden dikkatle kaçınarak sonunda birinci sınıfın kapısına ulaştı.


Bu okul titiz, mükemmel bir okul ruhuna sahipti. Okul binası tertemizdi, pencereler aydınlık ve temizdi. Huzur içinde ders çalışmak için çok uygun görünüyordu.


Sınıfın penceresinin bir tarafı çiçek tarhının hemen yanındaydı. Lian Qiao çiçek tarhına saklandı, dikkatlice pencere pervazının altından başını çıkardı ve muzip kaşlarıyla yavaş yavaş içeriye baktı.


Ah, görüyorum, görüyorum. RenDong sınıfın diğer tarafında! Pencerenin yanında!


Lian Qiao iç çekmekten kendini alamadı. Eğer o tarafta olduğunu bilseydi koridorun etrafından dolanırdı. Ancak gözetlemek için koridora girmek çok riskliydi, müdüre yahut müdür yardımcılarına yakalanmak istemiyordu. Eğer böyle olsaydı RenDong gelip onun yerine açıklama yapmak zorunda kalacaktı ve bu da RenDong'u utandıracaktı.


Aslında içinde bulunduğu bu durum fena değildi. Resmin bütününe bakabilir, kimlerin onunla okuyacak kadar şanslı olduğunu görebilirdi.


Ortaokulun başından itibaren RenDong'un etrafındaki sınıf arkadaşları yavaş yavaş bir görünüme bürünmüştü. Ancak öğrencilerin yüzlerinin hala çok belirsiz olması ve ayırt edici bir özelliklerinin olmaması onları hatırlamayı zorlaştırıyordu.


Lian Qiao etrafına baktı ve sonunda gözleri RenDong'a döndü.


RenDong çok yakışıklı. Nerede olursa olsun, en çok göze çarpan kişi oydu. Ona uzaktan bakarken bile, sadece profilini görüyor bile olsa, Lian Qiao kalbinin daha hızlı attığını hissetmekten kendini alamadı. Kendi kendine sevinçle ‘O bana ait, böylesine mükemmel bir adam bana ait.’ diye düşündü.


Ancak başlangıçtaki coşkusu geçtikten sonra Lian Qiao yavaş yavaş bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti.


RenDong neden biraz… dertli görünüyor?


Sınıfın diğer ucundaki pencere kenarında oturuyordu. Çenesini tutuyordu ve yüzü hafifçe yana dönük olarak pencereden dışarı bakıyordu. Lian Qiao’nun ona baktığı süre boyunca bu duruşunu sürdürdü. Pencerenin ardında bakılacak ne vardı ki?


Bu kadar uzaktan Lian Qiao ifadesini net göremiyordu. Yine de mutsuz göründüğünü hissediyor gibiydi.


Neden mutsuzdu?


Lian Qiao bu günlerde yaşanan olayları dikkatlice düşündüğünde RenDong'un moralinin bozuk olması için herhangi bir neden düşünemedi. Kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. Tam o anda sınıfta aniden kadın öğretmenin sesi duyuldu.


"Kim gelip bu soruyu çözecek?"


Bu sözlerin ardından sınıftaki atmosfer anında soğudu.


Tüm öğrenciler kadın öğretmenin gözlerine bakmaya cesaret edemeyerek başlarını hafifçe eğdi. Lian Qiao sınıfın dışında saklanırken tüm samimiyetiyle gülümsemekten kendini alamadı.


Ah, o zamanlar ben de böyleydim! Öğretmen bir soru sorduğunda ona bakmaya cesaret edemezdim! Onunla göz göze gelirsem kesin beni seçerdi!


Kadın öğretmenin kimsenin elini kaldırdığını görmediğinde  etrafına bakınıp sonunda sınıfın diğer tarafındaki RenDong'a dönmesini beklemiyordu.


“Xu RenDong, gel de sen çöz.”


RenDong'un adını duyduğunda Lian Qiao'nun kalbi sıkıştı. Düşüncelere dalmış olan RenDong da öğretmenin kendisini çağırdığını duyunca biraz afallamıştı. Ancak tereddüt etmeden yahut karşı çıkmadan doğrudan sandalyesini çekti ve tahtaya doğru yürüdü.


…Konu neydi?


Lian Qiao tahtaya baktı ama tahtanın boş olduğunu, hiçbir soru olmadığını gördü. RenDong için endişelenmeden edemedi.


RenDong hakkında düşünmeye o kadar odaklanmıştı ki kadın öğretmenin hangi soruyu sorduğunu duymamıştı. RenDong dalgın dalgın pencereden dışarı baktığı için onun da soruyu duyduğunu sanmıyordu.


Bu durumda soru çözmek için çağrıldığında toplum içinde rezil olmaz mıydı?


Bu açıdan baktığında RenDong'un yüzünü göremiyor, sadece sırtını görüyordu. Lian Qiao o kadar gergindi ki avuç içleri terliyordu, fakat hiç ummadığı gibiydi. RenDong'un sırtının her zaman çok düz ve dik olduğunu, rezil olacağına dair en ufak bir gerginlik hissetmediğini fark etti.


Ha? Yoksa…


Lian Qiao gözünü kırpmadan RenDong'a baktı. RenDong tebeşiri aldı ve tahtaya yazmak için elini kaldırdı.


İki dakika sonra tahta çoktan işlemlerle dolmuştu. Karmaşık bir dizi işlemdi, Lian Qiao sadece bu cevaba baktığında asıl konunun tam olarak ne olduğunu tahmin edemedi.


RenDong yazmayı bitirdikten sonra dönerek kadın öğretmene baktı.


Kadın öğretmenin yüzünde şok olmuş bir ifade vardı. Ardından biraz utanarak elini salladı. "Tamam, doğru yaptın, yerine geç."


RenDong pek bir tepki vermedi, tebeşiri bırakıp yerine geri döndü. Muhtemelen kadın öğretmenin o rezil olsun diye soruyu yanıtlamasını söylemeden önce daldığını fark ettiğini sezmişti. Pencereden dışarı bakmayı bırakarak bakışlarını tahtaya çevirmişti.


Ancak çenesini hâlâ tutuyordu. Uykulu görünüyordu.


Bu sefer Lian Qiao açıkça gördü. Sezgilerinde yanılmamıştı. RenDong mutlu değildi.


Yüzünde çok az ifade olmasına rağmen o gözlerden Lian Qiao kalıcı bir... yorgunluk mu görüyordu?


RenDong pencere pervazına yaslanmıştı, duruşu çok rahat görünüyordu. Buna karşın sırtının hatları hala zarif ve dikti. Bir balet gibi, dinlenirken bile ağırbaşlılığını kaybetmiyordu.


Ancak bu ağırbaşlılıkta bir yorgunluk vardı. Lian Qiao bunu tam olarak anlayamıyordu. Gölün kenarında su içen beyaz bir kuğu gibi, boynu hâlâ zarif ve ince, tüyleri hâlâ beyaz ve kusursuzdu. Fakat aslında bitkin düşmüştü, boğazı o kadar kurumuştu ki yanıyormuş gibi hissediyordu. Hatta belki de artık tekrar uçacak gücü kalmamıştı. Tehlike tekrar geldiğinde direnmek için herhangi bir mücadele vermeyecek, sadece ölümü zarafet ve sükunetle kabul edecekti.


Artık çok yorulmuştu çünkü.


RenDong açıkça çenesi elinde öylece oturuyordu. Lian Qiao neden bu kadar düşündüğünü bilmiyordu. Bunu düşündükçe sanki yapması gereken bir şey varmış gibi hissetmesi daha da artıyordu. Kalbi buruktu, göğsü o kadar tıkalıydı ki acıyordu. Sanki artık dizginlenemeyen, dışarı fışkırmak isteyen bir şey vardı.


Lian Qiao her nedense kıpırdayan bu duygunun ortasında başka bir garip his daha yaşadı.


Deja vu…


Önündeki manzaranın tanıdık geldiğini hissetti. RenDong'un... saklayamadığı yorgunluğunu görmüş gibiydi.


Ama ne zaman?


"…Ah!"


Hatırlamaya çalıştığı anda beyninin derinliklerinden tanıdık bir karıncalanma geldi.


Lian Qiao hemen başını tutarak çiçeklerin arasına kıvrıldı.


…Beynimin nesi var? RenDong'u düşündüğümde neden bu kadar acı veriyor?


Bu sefer Lian Qiao'nun acıya teslim olmaya niyeti yoktu. Derin bir nefes alarak cebinden ağrı kesiciyi çıkarıp ağzına tıkarken az önceki düşüncelerine geri dönmeye çalıştı.


Ren Dong'un okul yüzünden kendini yorgun hissetmesine imkan yoktu… Okul onun için kolaydı…


Peki bu nedendi?


Az önce o soruyu çözmek için tahtaya çıktığı zaman da çok tuhaftı. Dersi dinlemediği barizdi. Fakat öğretmenin ona seslendiğini duyduktan sonra öğretmenin hangi soruyu yapmasını istediğini hemen anlamıştı. Ayrıca tahtaya çıktıktan sonra düşünmek için neredeyse hiç zamanı yoktu. Sanki cevabı uzun zaman önce bulmuş da tahtaya yazmış gibi…


Sanki... elinde bir senaryo varmış gibi...


Nasıl?


O nasıl...?


"Ahhh..." Ağrı kesici henüz etkisini bile göstermemişken beyninin derinliklerinde sanki onu delmeye çalışan kızgın bir matkap var gibiydi. Lian Qiao o kadar acı çekiyordu ki gözlerinin kenarlarında yaşlar birikti. Sesinin sınıftakileri rahatsız etmesinden korkarak ağzını var gücüyle kapattı.


Acıyor, gerçekten acıyor…


Ama burada duramam…


Lian Qiao düşünmeye çalışırken başını ovuşturup şiddetli ve titrek bir nefes aldı.


RenDong neden böyle suratsız görünüyordu? Neden bu kadar yorgundu?


Onu en son ne zaman böyle görmüştü?


…İlişkilerinin başlamasıyla birlikte yaşadıklarından beri RenDong’un bedenindeki insanları reddeden o yalnızlık havası yavaş yavaş kaybolmuştu. RenDong yavaş yavaş, şımartılacak, ona güvenecek, kolunu çekiştirecek ve utangaç ama içten bir şekilde ‘seni öpmek istiyorum’ diyecek sıcak ve sevimli bir insana dönüşmüştü.


Ama şimdi, onun ölmekte olan kuğuya benzer tavrı...


Bunu daha önce görmüş gibiydi…


Lian Qiao'nun artık ona bakmasına neredeyse gerek kalmamıştı. Gözlerini kapattığında duvara yaslandığını ve boş boş sessizce pencereden dışarı baktığını görebiliyordu. O pencereden her gün karla kaplı uçsuz bucaksız alanı bile görebiliyordu.


…Ha? Kar mı?


"Ahhh!"


Acıyor!


Artık sadece beyni değil, göğsü bile acıyordu.


Lian Qiao titreyerek göğsüne uzandığında sıcak ve sert bir şeye dokundu. Parmağını kıvırarak boynundan ince bir anahtar çıkardı.


Üzerine adı kazınmış o pirinç anahtar.


Şu anda sanki görünmez bir alevle yanmış gibi kavurucu bir sıcaklıktaydı.


Üzerindeki "Lian Qiao" neredeyse eriyecekti.