Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 19: Direnmeniz faydasız, kazanmanıza imkan yok.

 

   Her şey bir anda olup bitmişti. Efendi Mu kendine gelen ilk kişi oldu ve "Ne bekliyorsunuz? Acele edin!" diye bağırdı.


   Bu sözler üzerinde siyahlar içindeki bir grup insan kapıdan içeri girdi. Kırmızılar içindeki dansçılar da tepki göstererek geri döndüler ve yanlarındaki qin'den yumuşak kılıçlar çekerek Chu Mingyun'a yaklaştılar.


   Su Shiyu mesafeyi korumak için sendeleyerek birkaç adım attı, elini kaldırarak çay fincanını fırlattı.


   Sıcak çay siyahlar içindeki lider adamın yüzüne doğru sıçradığında adam bilinçsizce bundan kaçınmak isteyerek yana doğru eğildi. Önünde bir figür belirdi, mavili adam çoktan onun tarafına geçmişti. Adamın bileğinde bir acı hissetmesiyle kılıcı doğrudan diğerinin eline geçti. Ardından porselen fincan güçlü bir darbeyle dizlerine vurarak onu diz çöktürdü. Böylece arkasındakilerin adımları da alt üst oldu.


   Chu Mingyun elindeki kılıcı savurup havadaki su damlacıklarını keserek doğrudan Efendi Mu'nun boğazına yöneldi.


   Ancak Efendi Mu çabuk tepki verdi; bir eliyle masayı tutup fırlatırken birkaç adım geri çekilecek fırsat edindi. Chu Mingyun kaçınmadı; elindeki kılıcın vahşi momentumunu durdurmaksızın ağır masayı doğrudan ikiye böldü. Donuk bir gümbürtüyle yuvarlak masa parçalara ayrıldı, talaşlar etrafa saçılarak çevredekileri tekrar geri çekilmeye zorladı.


   Siyahlar içindeki insanların çoğu Chu Mingyun'a doğru koşarken diğer tarafta Su Shiyu çevik hareketlerle etrafını saran hançerlerden kaçındı. Ulaşabildiği birisini önüne çekti ve beyaz bir hançer adamın sırtından saplanıp göğsünden çıktı. Çarpışma kaosa neden oldu. Bu kısacık anda kurtulan Su Shiyu başını çevirip Chu Mingyun'un tarafına baktı. Bir an afalladı.


   Ancak Efendi Mu birkaç hamlede dezavantaj gösterdi. Sadece etrafındaki astlarının Chu Mingyun'a saldırmasına güvenerek nefes alabilecek bir alana sahipti. Chu Mingyun diğerlerinin saldırıları karşısında dikkatini fazla dağıtmadı ve sadece ara sıra engelleri savuşturdu. Kurdeleyi çoktan çıkarmış ve gözlerini Patron Mu'ya dikmişti, yakın ve korkutucu bir takipteydi.


   Su Shiyu bu adamın bir general olduğunu daha önce hiç bu kadar net fark etmemişti. Onun seddin ötesindeki savaş alanlarındaki duruşunu görüyordu sanki; atı binlerce insanın içinde dörtnala koşuyor, düzeni bozuyor ve düşmanlarının hakkından geliyor, ardından da komutanın kellesini alıyordu.


   Chu Mingyun'un yüz hatları daima muhteşem görünmüştü. Genellikle gülümser görünür, daima cilveli bakışlar sergilerdi. Bu nedenle sarayın taş yürekli üst düzey yetkilileri onu her zaman hor görmüştü. Ancak şu anda yüzünde gülümsemeden eser yoktu, gözleri keskindi, hafifçe büzülmüş dudakları bile sert ve soğuk görünüyordu. Tüm varlığı artık gizlenemeyen bir düşmanlık yayıyordu.


   Bu dünyada gerçekten de katliamın güzelliği denen şey vardı. Eli ayağı kana bulanıyor da olsa oldukça heyecan vericiydi.



   “Su Ailesi’nin dört nesli boyunca general eksiğimiz olmadı, sana ihtiyacımız yok.”

  


   Su Shiyu'nun kalbi bir anlığına dondu ve aniden kendine geldi. Bir anlık dalgınlığında yanından sinsi bir hançer yaklaştı. Hafifçe geriye doğru eğilerek başını hızla yana yatırdı ve keskin bıçak burnunun ucunu sıyırdı. Rakibinin bileğini yakalamak için elini uzattı, doğrularak hançeri acımasızca geri savurdu ve her tarafa kan sıçradı.


   Öte yanda Efendi Mu'nun gücü tükenmiş, silahı birkaç metre ileri düşmüştü. Chu Mingyun'un kılıcı o anda yüzüne doğru yaklaştı. Umutsuz bir nefes alarak o anın sıcağıyla darbeyi engellemek için kollarını kaldırdı, çıplak eti ve kemiği kılıçla buluştuğunda acı içinde haykırdı.


   Chu Mingyun kılıcı bıraktı ve elini yıldırım hızıyla Efendi Mu'nun kalbine doğru daldırdı. Siyahlı adamların silahları birbiri ardına yere düştü. Chu Mingyun’un bir anlığına eğilmesiyle elinin pozisyonu hafifçe değişti. Saldırısının gücü Efendi Mu'nun vücudunun sarsılmasına ve sayısız kaburgasının kırılmasına neden oldu. Efendi Mu bir ağız dolusu kan öksürerek perişan bir halde pencereye doğru geri çekildi. Dışarıya bir göz attıktan sonra kendisine yaklaşmakta olan Chu Mingyun'a baktı. Dişlerini sıktı ve hızla pencereden aşağı atladı.


   Chu Mingyun hemen yakasından tutarak onu durdurdu. Fakat Efendi Mu var gücüyle onun elinden kurtulmaya çalıştı. Bu mücadele sırasında Efendi Mu'nun göğüs cebinden bir şey düşmüş gibi görünüyordu. Daha yakından bakmaya fırsat bulamadan diğer adam çoktan aşağıya düşmüş ve bir sonraki göz kırpışında binanın dışındaki sık ormanda kaybolmuştu.


   Chu Mingyun arkasına döndü, keskin bakışları çevreyi süzdü. Siyahlı adamların ve dansçı kızların yarısından fazlası etkisiz hale getirilmişti. Efendileri çoktan kendi başına kaçmıştı. Ne yapacaklarını bilemeden bir adım geri çekilip dikkatle ona bakmaktan kendilerini alamadılar.


   Birden uzaktan, pencerenin dışından yapraklara basan at nallarının dörtnala sesleri duyuldu. Chu Mingyun arkasına dönüp baktığında dağın içindeki ormanın arasından akan alev renkli bir nehrin uzaktan yaklaştığını gördü. Sonunda kaşları hafifçe gevşedi ve Su Shiyu'ya, "Pst, bir tanem…" dedi.


   Kendi tarafındaki saldırganları temizlemeyi bitirmiş olan Su Shiyu, üzerinde kan izi bile bulunmayan tertemiz beyaz bir cübbeyle ona sert bir bakış attı.


   "Öhm, Su Bey." diye düzeltti Chu Mingyun hemen. "Ceza Nazırlığı’ndan geldiler. Ama vakit epey ilerledi."


   Ellerinde meşalelerle at sırtında gelen memurlar ve askerler, odadakilerin pencerenin dışından net bir şekilde görebileceği kadar yakındı. Su Shiyu bakışlarını kaydırarak hâlâ odada duran diğerlerine hafifçe gülümsedi. “Direnmeniz faydasız, kazanmanıza imkan yok.”


   Hepsi birbirine baktı, tereddüt etti ve sonunda silahlarını bıraktı.

  


   Memurlar ile askerler çok geçmeden Sonsuz Mutluluk Yolu'nun etrafını sararak kat kat aradılar ve binadaki herkesi yargılanmak üzere Ceza Nazırlığı’na götürdüler. Chu Mingyun bir süre bu durumu gözlemledi ve yanlış bir şey olmadığını düşünerek elindeki nesneyi fenere doğru kaldırıp inceledi.


   Bu bronz bir mühürdü. Ayrıntılı hatlara sahip bir bir canavardı. Chu Mingyun uzun süre elindeki mühürle oynadı ve ne için kullanıldığını tahmin edemedi.


   Arkasından ayak sesleri yaklaşırken Su Shiyu'nun sesi duyuldu: "Orman arandı. Birkaç kan lekesi var ama Efendi Mu'yu bulamadık."


   Chu Mingyun bronz mührü göğüs cebine koydu, arkasını döndü ve kayıtsız bir tavırla, "Onu bulamazsanız da sorun değil. Onu ağır yaraladım, henüz ölmemiş olsa bile çok sürmez. Önce şu astları sorgulayalım."


   Su Shiyu başını salladı, "Bu gece Chu Bey’e gerçekten zahmet verdim. Nazır Lu adına size teşekkür ederim."


   Chu Mingyun elini gelişigüzel sallayarak, "Teşekkür etmese de olur. Sadece etimi çiğ çiğ yiyecekmiş gibi bakmasın yeter.”


   Su Shiyu belli belirsiz gülümsedi, bir cevap vermedi.


   “Bu arada…” dedi Chu Mingyun aniden. "Efendi Mu'nun kim olduğunu zaten bilmiyor musunuz?"


   Su Shiyu başını hafifçe salladı ve gülümsedi. "Kim olduğunu bilseydim gerçekten, onu aramak için ormana adam göndermek şöyle dursun, sizinle birlikte oynamak zorunda kalmazdım."


   "Öyle mi?" diye sordu Chu Mingyun. "Yani söylediklerinin hepsi blöf müydü?"


   "Tam olarak değil." dedi Su Shiyu. "Gerçekten de biraz tanıdık geliyordu. Ama kim olduğunu çıkaramadım. Daha sonraki sözlerim sadece onu kandırmaya yönelik bir girişimdi, kafasının karışıp karışmayacağını görmek içindi."


   "O halde Su Bey size ağabey demesi gereken kişinin o olması gerektiğinden nasıl emin olabiliyor?"


   Su Shiyu ona tuhaf bir bakış attı: "Chu Bey onun ikimizden daha genç olduğunu anlayamadı mı?"


   "...Anladım."


   Şafağın sökmeye başladığı karanlık gecede aniden bir kuş cıvıltısı duyuldu. Simsiyah tüyleriyle bir kuş süzülerek Chu Mingyun'un havaya kaldırdığı kolunun üzerine konarak onu bu utançtan tam zamanında kurtardı.


   Chu Mingyun antetli kağıdı çıkardı, dudaklarında yavaşça bir gülümseme belirdi ve başını Su Shiyu'ya doğru çevirerek, "Görünüşe göre bu gece henüz sona ermemiş." dedi.


   "Birisi Changan’dan gizlice çıkmış ve buraya doğru geliyor gibi görünüyor. Su Bey, eğer ikimiz şimdi geri dönerse onunla karşılaşabiliriz."


***

  

   Gökyüzü şafakla renklenmiş, dağlar ince bir sisle sarılmıştı. Bir at arabası dörtnala Changan'dan çıktı, resmi yoldan saptı ve doğruca ormana girdi.


   Jingshu'nun yüzü taş kesilmişti. Şaşkınlık içinde arabanın duvarına yaslanmıştı; ne düşündüğü bilinmiyordu. Chen Siheng arabada onun yanına oturdu, gizlice perdeyi açarak ormanın derinliklerine baktı ve sonra geri döndü. Bir süre sonra yanındakinin kolunu çekiştirmekten kendini alamadı, incecik sesiyle, "...Jingshu Abla." diye seslendi.


   Chen Siheng arka arkaya birkaç kez seslendikten sonra Jingshu yavaşça kendine geldi ve zoraki bir gülümsemeyle ona "Ne oldu?" diye sordu.


   Chen Siheng endişeyle ona baktı. "Neden bir gecede şehri terk etmek zorunda kaldık, bir şey mi oldu?"


   Jingshu bir süre düşündükten sonra “Evet.” dedi. "Ama önemli bir şey değil, sadece küçük bir değişiklik. Daha önce beni sık sık görmeye gelen ağabeyini hatırlıyor musun, onu görmeye gidiyoruz."


   Chen Siheng başını eğdi, bilinçsizce kollarını sıktı ve fısıldadı: "Ama ben... çok endişeli hissediyorum..."


   Jingshu şaşırarak Chen Siheng'in yavaşça devam etmesini dinledi: "O gece... aynı böyle görünüyordu. Herkes bana hiçbir sorun olmadığını söyledi ve sonra… ve sonra hiçbir şey kalmadı..." Sesi hafifçe kısıldı. Ardından kimse görmesin diye başını gömdü. Sadece vücudu gerçekten cılız ve zayıftı, daha fazla ağırlık kaldıramayacak gibi görünüyordu.


   Bu çocuk ona güveniyor ve itimat ediyordu. Jingshu'nun kalbi her ne kadar taşlaşmış olsa da o anda duygulanmadan edemedi. Bir süre sessizce düşündükten sonra kolunda sakladığı hançeri onun kollarına soktu. "Korkma." dedi nazik sesiyle.


   Chen Siheng yavaşça başını kaldırıp ona baktı ve gözleri kıpkırmızı oldu.


   Jingshu kocaman gülümseyerek başını okşadı. "Hançerin varsa gücün var demektir. Bir dahaki sefere korktuğunda kendini koruyabilirsin."


   Chen Siheng ağzını açtı, hâlâ bir şeyler söylemek istiyordu. Dışarıdan keskin bir kişneme sesi gelmesiyle araba aniden durdu. Jingshu Chen Siheng'in düşmemesi için hemen onu tuttu. Dengelendikten sonra onu bıraktı ve perdeyi çekti. “Ne oldu?”


   Arabacı çoktan kaçmıştı. Gece giderek aydınlanıyordu. Az ileride bir yerde attan inen iki adam gördü. Beyazlar içindeki genç adam başını çevirir çevirmez onu gördü ve gülümseyerek, "Tekrar karşılaştık Jingshu Hanım." dedi.


   Jingshu bir an neye uğradığını şaşırdı. Yine de yüzünde bir gülümsemeyle Chen Siheng'i arabadan indirdi. "Ne tesadüf. Genç efendilerin burada ne işi var?"


   "Az önce bir davayı çözdük. Şimdi şehre dönüyorduk." dedi Su Shiyu. "Peki hanımefendi bu saatte burada ne arıyor?" 


   "Ben..."


   "Siz ikiniz lafı dolandırıp durmaktan yorulmadınız mı?" Chu Mingyun soğukkanlılıkla araya girdi. Bir adım daha yaklaşarak bronz mührü doğruca Jingshu'ya gösterdi. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu.


   Jingshu'nun ifadesi aniden değişti. "Bu… sizin elinize nasıl geçti?"


   Chu Mingyun elini geri çekti ve mühre baktı, ardından ona gülümsedi. "Sence?"


   "Sen..."


   "Tabii ki sahibi öldüğünde aldım."


   Jingshu titreyerek mırıldandı. "Öldü mü? ...Öldü mü?"


   Zihni bir anda bulanıklaştı, büyük bir şaşkınlık ve kafa karışıklığı içinde etrafına bakınır gibi oldu ve sonunda bakışları güçlükle Chu Mingyun'a geri döndü. Gözlerindeki ifade aniden öfkeye dönüştü. Chen Siheng'i iterek yıldırım hızıyla Chu Mingyun'a doğru koşmaya başladı.


   "Seni geberteceğim!.." Sesi keskin ve kederliydi, nezaketten eser kalmamıştı.


   "Vayy." Chu Mingyun kaşlarını kaldırıp gülümsedi, hafifçe yana doğru kayarak Jingshu'nun önüne geçti. Hareketini kesmek için elini kaldırdı ve bileğini sımsıkı kavradı. "Becerilerin fena değil ama ne yazık ki biraz… yavaşsın." Jingshu'nun hamlesine karşılık vererek onu fırlattı. Jingshu birkaç metre ötedeki yaşlı bir ağaca çarptı.


   Jingshu vücudunu desteklemek için mücadele etti ve öksürdü. Sanki tüm kemikleri parçalanıyormuş gibi bir acı hissetti. Bir süre ayağa kalkamadı.


   Chu Mingyun yavaşça "Ayağa kalkamıyorsan uslu uslu uzan da sorularıma cevap ver." dedi. Elindeki bronz mührü kaldırdı. "Bu ne için?"


   Jingshu ona baktı. Hafifçe homurdandı ve aniden bir şey çıkarıp ağzına tıktı. Jingshu elini kaldırdığı anda Su Shiyu onu durdurmak için bir eliyle kolunu aşağıya çekti. Yine de bir adım geç kalmıştı. Jingshu son derece kışkırtıcı bakışlarıyla Su Shiyu'nun gözlerine baktı. O şeyi yutarken beyaz boğazı hafifçe kımıldadı.


   Su Shiyu yavaşça iç çekerek onu bırakıp ayağa kalktı. "Hanımefendi neden bu kadar kararlısınız? Biz seni öldürmek niyetinde değiliz."


   Jingshu ellerini yere dayayarak aniden yavaş bir kahkaha attı, kahkahası giderek yükseldi, sanki bu eylem ona kaygısını unutturuyor gibiydi. "Genç efendi..." Uzaklara baktı. "Jingshu beceriksizin teki. Beni... beni bekle."


   Vücudu birden kontrolsüzce titredi, dudaklarından bir parça kan sızdı. Göz bebekleri çoktan odağını kaybetmişti. Yavaşça mırıldandı.


   Su Shiyu kaşlarını çatarak eğildi. Kadının kesik sözlerini dinledi.


   “Güzel mi güzel suskun hanım, bekliyor beni… şehir duvarının bir köşesinde… Aşık ve… gözlerden uzak… başını kaşıyor endişeyle…”


***


   "Adın ne senin?"


   "Genç efendiye cevabımdır: Naçizanenin geçmişi basittir, bir isme layık değildir, sıraya uygun olarak Shiqi [on yedi] diye seslenirler bana."


   "Bir hanımefendi nasıl böyle adlandırılabilir? Bir düşüneyim… Güzel mi güzel suskun hanım, madem babam seni bana yardımcı olasın diye gönderdi, o halde beni dinle. Sana Jingshu denmesine ne dersin?


***


   "Güzel… suskun hanım…" Jingshu aniden bir ağız dolusu kan öksürdü. Tüm gücünü yitirerek geriye doğru yığıldı. Artık ne nefes alıyor ne de sesi çıkıyordu.


   Chen Siheng'in şaşkın bakışları arasında havada dalgalanan kırmızı kan, onu o ateş ve kan dolu o geceye geri götürdü. Sanki uzun bir rüyadan uyanmış gibi ürperdi.


   Su Shiyu doğruldu. "Anlaşılan ölmeye kararlı bir şekilde gelmiş."


   Chu Mingyun her nedense yavaşça güldü. Bronz mührü geri çekti.


   Su Shiyu tekrar içini çekti, ona bakmak için geri döndü ve yüz ifadesi hafifçe değişti. "Arkanıza dikkat edin!"


   Yan tarafta aptalca duran Chen Siheng, sanki tüm umudu buymuş gibi, elinde hançeriyle aniden Chu Mingyun'un üzerine atladı. Yüzündeki tüm korkaklık kaybolmuştu, küçük bir kurt kadar vahşi görünüyordu.


Sonraki Bölüm


   Tosbağa Notu:


   Güzel mi güzel suskun hanım, bekliyor beni şehir duvarının bir köşesinde,

   Aşık ve gözlerden uzak, başını kaşıyor endişeyle”


   静女其姝,俟我于城隅。爱而不见,搔首踟蹰。


   Bu ifadeler genç çiftler arasında gizli randevulaşmayı anlatır. Derinden aşık ve kendinden geçmiş bir sevgili imajı çizilmiştir. Şarkılar Kitabı’ndaki 邶风·静女 Beifeng Jingnu eserinden.

   Jingshu’nun adı bu dizelerin ilk yarısındaki karakterlerden oluşuyor, 静姝, suskun güzel.