Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 35: Su Shiyu sessizce, uzun uzun ona baktı. Gece esintisi koridordan geçti, pencerenin dışında küçük bir ateş böceği uçuştu.

 

   Changan’ın şehir kapılarında bir çay tezgahı daima günlerini hareketli geçirirdi. Seyyar satıcılar ve yolcular çoğunlukla bir dinlenip çay içmek için mola verir, ülkenin dört bir yanındaki kuvvetlerin dedikodusunu yapardı.


   Uzun boylu ve ince yapılı genç bir kılıç ustası bir yer bulup oturdu. Kılıcını masaya rastgele dayadı. Patrona selam vererek çay istedi. Yanındaki insanlar hararetle konuşuyorlardı, ses tonları hoşnutsuzluk ve öfkeyle doluydu. Her biri tedirgindi. Kılıç ustası şaşırarak çay fincanıyla onları dinlemeye yanaştı.


   "Gerçekten de her yıl bir öncekinden daha kötü! Daxia'nın egemenliğinin başlangıcından bu yana geçen yüzyılı bir düşünün, ne zaman bu tür suçlamalara katlanmamız gerekmişti ki?!”


   "Bu doğru! Ülkemiz bu denli büyükken neden Loulan gibi küçük bir ülkeye bu kadar çok tazminat ödemek zorunda kalıyoruz? Sadece bir kadın öldü ve onu öldüren biz bile değiliz. Neden ödeyen biziz?!"


   "Sınırda ölmemiş miydi? Failin bir Han olduğunu söylüyorlar ama aslında kendilerinin öldürüp suçu bize atmadıkları ne malum? Haraç almak için tuzak kurdular belki?!”


   "Tuzaksa ne olmuş? Ne yapabiliriz ki? Bence şu anki hükûmette kala kala bir avuç yumuşak kemik kaldı. Bunlar geçmişte olsaydı ancak analarını alırlardı. Onları ilhak eder ve meseleyi bitirirdik!”


   Etraftan onaylayan bir uğultu yükseldi. Biri sesini yükselterek araya girdi. "Basitmiş gibi konuşuyorsun. Ne ilhakı be! Bir savaş başlarsa o soylular günlerini nasıl iyi geçirebilirler? Tazminatla halledilebiliyorlarsa sadece öderler elbette. Sonuçta harcanan bizim alın terimiz.”


   Bu sözler duyulur duyulmaz kalabalıkta yeni bir yaygara koptu.


   Kılıç ustası duydukları karşısında tamamen şaşkına döndü. Orta yaşlı bir adamı yanına çekerek, "Bey abi, bunlar neden bahsediyor?" diye sordu.


   Orta yaşlı adam dönüp ona baktı. "Bilmiyor musun yeğen? Birkaç gün önce Loulan prensesi tuhaf bir cinayete kurban gitti. Bu yüzden ülkemiz onlara yüklü miktarda tazminat gönderdi, yüz kutunun üzerindeydi! Bunlar az önce şehir kapılarından çıktı." Çenesiyle uzakta bir yeri işaret etti. Sözleri dertli bir havaya büründü. "On bin tael altın ve gümüş eşya ile üç bin ipek ve saten olduğu söyleniyor ya!"


   Kılıç ustası başını salladı, başka bir şey sormadı. Orta yaşlı adam sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi devam etti: "Bu memur beyler gerçekten de çok uzun zamandır iyi bir hayat sürüyorlar. Tek bir sözleriyle gönderdiler! Başmüfettiş, ah başmüfettiş, bir gün onun da böyle olacağı kimin aklına gelirdi? General Su Jue hâlâ hayatta olsaydı muhtemelen öfkeden rahmetli olurdu."


   Kılıç ustası şaşkındı. "Su Shiyu'dan, Su Bey’den mi bahsediyorsunuz? O her zaman yeteneği ve erdemi ile çok övülen biri değil mi?"


   "Evet o." dedi orta yaşlı adam. "Ama ne yazık ki bahsettiğin adam çoktan geçmişte kaldı. Az önce bahsettiğim tazminat hediyelerini gönderten oydu!" Tekrar derin bir iç çekti. "Aslında düşününce, ne zamandan beri erdemli bir yetenek oldu ki? Göklerdeki tüm kargalar aynı derecede siyah. Saray sadece para ve kendi çıkarları için yarışan insanlarla dolu değil mi? Birkaç gün önce birilerinin, Su Xing'i öldürmek için Chu Bey ile komplo kurduğunu söylediklerini duymuştum. O zaman buna inanmamış ve onunla bütün öğleden sonra boyunca tartışmıştım. Şimdi düşünüyorum da, of..." Başını sallayarak alayla güldü. Devam etmedi.


   Kılıç ustası hoşnutsuz insan grubuna karmaşık bir bakış atarak iç çekti.


   Orta yaşlı adamın bakışları masaya dayanmış kılıçtan kılıç ustasına kaydı. Bir anda, "Hii, yeğenim, kılık kıyafetine bakılırsa gezgin bir kahraman olmalısın." dedi.


   Kılıç ustası telaşla, "Rica ederim, nasıl bir gezgin kahraman denir bana? Sadece bu dünyanın bir yolcusuyum." dedi.


   "Mütevazı davranıyorsun." Orta yaşlı adam gülerek onun omzunu sıvazladı. "Var ya bugünlerde ölmüşüz mü kalmışız mı hiç umurlarında değil ileri gelenlerin. Bundan sonra bir şey olursa güveneceğimiz kişi sensin!


   Kılıç ustası başını salladı. Karşılık vermedi. Kılıcına bakarken düşüncelere daldı.


***


   Geceydi. Çalışma odasının dışından aniden karanlık bir gölge geçti.


   Su Shiyu çıt çıkarmadı. Yenini çekmiş çam dumanı mürekkebini yavaşça öğütüyordu hâlâ. Odanın kapısı aniden ardına kadar açıldı. Gece esintisi fenerdeki mum alevini söndürerek karanlık getirdi. Geceyi yaran soğuk bir bıçağın ucunun beraberinde getirdiği rüzgar doğruca yüze vuruyordu.


   Su Shiyu kayıtsızca göz kapaklarını indirdi. Kol yenindeki hançeri sessizce avuçladı.


   Yine de harekete geçemedi.


   Birden o figür donakaldı. Sessizliğin içinde keskin bir bıçak vücuduna girerken hafif bir ses çıkardı. Kılıcın göğsüne saplanmasıyla kan çılgınca sıçradı.


   Su Shiyu kaçmak için geri adım attı. Görüş alanına hokkaya damlayan kanın koyu kırmızı rengi, kırmızı ve siyahın zıtlığı girdi. Gözlerini kaldırdığında karanlık figür yanlamasına yere düşerek arkasındaki kılıcını kınına geri koyan adamı ortaya çıkardı. Uzun kılıç bir ışık hüzmesi çizerken adam dolunayın ışığına karşı geri çekildi. Bu kaşlara, bu gözlere aşinaydı.


   "Neden geldiniz?" Su Shiyu biraz şaşırmıştı.


   Chu Mingyun cevap vermedi. İleri çıkarak yerde yatan uzun ve sıska kılıç ustasını incelemek için eğildi. Cıklayıp iç çekti. "Su Bey, tazminat hediyeleri Changan'dan daha yeni gönderildi ve şimdiden sizin köpek memur canınızı almaya mı geliyorlar?”


   Su Shiyu ona çaresiz bir bakış attı. Chu Mingyun başını kaldırarak onunla göz göze geldi. "Çok cesursunuz. Bir suikastçı gözlerinizin önüne kadar geliyor ve siz kaçmaya bile yeltenmiyorsunuz. Hı?”


   "Bir hamle yapmayı planlıyordum ama siz benden önce davrandınız." Su Shiyu tamamen kanla lekelenmiş belgeleri bir kenara bırakıp gülümsedi. "Chu Bey benim için zahmete girdi. Bu size bir iyilik borcum olduğu anlamına geliyor."


   Chu Mingyun masanın kenarına oturdu. Kollarını kavuşturarak yanına eğildi. Sözlerinin tonlamasını uzatarak usulca güldü. "Bana bir iyilik mi borçlusunuz? Bu sözlerle beni kovmak istiyorsunuz sadece…”


   Son hecesi ile daha yakına eğilmesi, alnına değen yeşim bir kolye ile durduruldu. Dokunulduğunda narin ve pürüzsüz hissettiriyordu. Su Shiyu elinin altındaki bu yüze baktı ve yeşim kolyeyi eline tutuşturmak için döndü. "O halde bu her halükarda yeterli olacaktır."


   Canlı renkleriyle ışıklar saçıyor, dokunulduğunda sıcacık hissettiriyordu. Chu Mingyun bu yeşim kolyenin Su Shiyu'nun Sonsuz Mutluluk Yolu’nda bahis olarak kullanması için çıkardığı kolye olduğunu hâlâ hatırlıyordu. "Bunu bana n’için veriyorsunuz?"


   "İyiliğinizin karşılığı olarak. Sizde kalsın." Su Shiyu durduktan sonra, "İleride de konağa gelecekseniz artık suikastçılar gibi davranmanıza gerek yok.  Bu yeşim kolyeyi yanınızda getirirseniz istediğiniz zaman gelip beni bulabilirsiniz. Sizi kimse durdurmayacaktır." diye ekledi.


   Chu Mingyun beyaz yeşim taşının üzerindeki oymaları okşadı. "Yıkanırken de mi?"


   "..." Su Shiyu, "Ne düşünüyorsunuz?" dedi.


   Chu Mingyun bir kahkaha attı ve yeşim kolyeyi kabul etti. "Ama bu sefer size gelmemin ciddi sebepleri var."


   Su Shiyu hafifçe gülümseyerek ona çay ikram etti. "Biliyorum, açıkça konuşabilirsiniz."


   Chu Mingyun ona bakarak, "Ji Heng'le ilgili meseleyi kamuoyuna açıklamak yerine gizli tuttunuz." dedi. "Bunun arkasında yine Huainan Valisi mi var?"


   Su Shiyu başını salladı. "İtirafında bu şekilde yazıyor. Ayrıca Ji Heng de bir mühür teslim etti. Öyle görünüyor."


   "Öyle mi görünüyor?" Chu Mingyun güldü. "Su Bey de mi bir şeylerin doğru olmadığını seziyor?"


   Su Shiyu dönüp ona baktı. "Bir şey mi biliyorsunuz?"


   "Kurban Sunma Töreni'ndeki olayı hâlâ hatırlıyor musunuz?" dedi Chu Mingyun. "Jiang Yuan'ın kökenini araştırması için birini gönderdim. Muhtemelen tahmin edebilirsiniz, değil mi?"


   "Huainan mı?"


   "Evet." Chu Mingyun'un ağzı kulaklarına varıyordu. "Bu dünyada bu kadar da tesadüf olmaz. O gün majesteleri imparator soruşturmayı sürdürmeyi seçseydi Jiang Yuan'ın kökeni kesinlikle ortaya çıkardı. Korkarım ki konu yine Huainan Valisi’ne atfedilirdi.”


   Su Shiyu'nun gözleri sessizliğe büründü. Derin düşüncelere daldı.


   "Cık." Chu Mingyun hoşnutsuz bir tavırla elini uzatarak onun çenesini yukarı kaldırdı. "Bana bakın."


   Su Shiyu'nun bedeni neredeyse kaskatı kesildi. Düşünceleri birbirine girdi. Elini indirdi. Zihnini sakinleştirerek ona baktı. "Ne vardı?"


   "Daha sözlerimi bitirmedim, neden beni yine görmezden geliyorsunuz?" Chu Mingyun kaşlarını çattı.


   Elinde olmadan hafifçe güldü. "Kabalığımı bağışlayın. Lütfen devam edin Chu Bey."


   Chu Mingyun fincanını eline aldı. "Bu çok garip değil mi? Karşı tarafın taktikleri giderek daha özensiz hale geliyor ve kanıtlar gittikçe daha da belirginleşiyor.

   Su Xing davasında Huainan Valisi’nin alakasını öğrendikten sonra hiçbir adım atmadınız. Kısa süre sonra Huainanlı Jiang Yuan'ın bana iftira attı fakat majesteleri bunun peşine düşmedi. Ve şimdi Loulan prensesi öldürüldü. Kanıtlar doğrudan Huainan Valisi’ni işaret ederek sizi bu soruşturma hattını takip etmeye zorluyor."


   Su Shiyu bir anda aydınlanırken Chu Mingyun sözlerini sonuca bağladı: "Onu öldürmeniz için sizi sürekli teşvik ediyor gibi görünüyor. Siz harekete geçmedikçe daha da endişeleniyor.”


   Su Shiyu'nun kaşları sıkıca çatıldı. "Ama valilik mührü imparatorluğun yeşim mührü gibidir, taklit edilemez."


   "Ben bu kanıtların sahte olduğunu söylemedim, bu yüzden bunu garip buluyorum." Chu Mingyun ona baktı. "Birkaç gün içinde Su Bey’in teftiş gezisine çıkması gerekecek. Hâlâ gitmek istiyor musunuz?"


   Su Shiyu onunla bakışırken başını salladı. "Huainan Valisi’nin suçlamadan kurtulamayacağını tespit ettiğimize göre elbette ki gitmem gerekiyor."


   "Su Bey’in uzun zamandır vasalların gücünü azaltma niyetinde olduğunu biliyorum. Ama bunun için hayatınızı riske atmaya değer mi?”


   Su Shiyu belirsizce gülümsedi. "Neden değmesin ki?"


   "Size kalmış." Chu Mingyun bakışlarını kaydırarak çayını içti.


   Su Shiyu da artık bu konuya devam etmedi. Alevin gölgesi sallanırken fenerin fitili hafif bir tıslama çıkardı. Yerdeki soğumuş cesede baktı. Bir iç geçirdi ve aniden konuştu: "Her ne kadar bu tazminatlar bizi bir savaştan kurtarabilirse de korkarım ki Loulan hükümdarı iktidarda olduğu sürece Loulan'ın Daxia'mızla en ufak bir ilişki kurmasına bile izin vermeyecektir. Tek umudum Hunlarla müttefik olmamaları..."


   Chu Mingyun çay fincanını bırakarak güldü. "Loulan batı bölgelerinden dönüş yolunda gerekli bir kontrol noktası. Sizce Han tüccarlarının geçmesine izin verirler mi hâlâ?"


   Cevabı apaçık ortadaydı. Su Shiyu “Chu Bey’in bir çözümü var mı?" diye sordu.


   "Şimdi aklıma geldi." Chu Mingyun gülümsedi. "Tek yapmamız gereken batı sınırını koruyan generali Zhou Yi ile değiştirmek."


   "Peki değiştirdikten sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?"


   "Sonrasında bir şey yapılmasına gerek yok. Su Bey’in başka bir aday seçmenin bir yolunu bulma fikrini barındırmasına da gerek yok." dedi Chu Mingyun. "Zhou Yi beni en uzun süre takip eden adam. Hunlarla savaştığım yıllarda benim yardımcı generalimdi. Batı sınırından o sorumlu olursa kesinlikle Hunların ve Loulan'ın gözünü biraz olsun korkutabilir."


   Su Shiyu dalgalı sulardan etkilenmemiş gibi sakince, "Bu basit bir mesele değil. Daha sonra daha ayrıntılı bir şekilde yeniden tartışmak üzere Majestelerine sunalım." dedi.


   "Su Bey onay verdiği sürece majesteleri açısından herhangi bir sorun olacağını düşünmüyorum." Gözleri kıvrılarak güldü Chu Mingyun ve ona baktı. “Hm?”


   Su Shiyu sessizce, uzun uzun ona baktı. Gece esintisi koridordan geçti, pencerenin dışında küçük bir ateş böceği uçuştu.


   Chu Mingyun'un sözleri asılsız değildi. Sarayda, güvendiği birkaç astı dışında, ağır sorumlulukları omuzlayabilecek başka kimse yoktu.


   Su Shiyu hafifçe iç çekti. "Chu Bey böyle söylediğine göre onay vermemek için hiçbir nedenim yok."


   Bunun üzerine Chu Mingyun gülümsedi. "Su Bey gerçekten de mantıklı bir insan." Duraksadıktan sonra birden aklına bir şey gelir gibi oldu. "Peki, Tianlu Köşkü’nde o gün tam olarak ne kaybolmuştu?"


   "Herhangi bir düzeni olmayan birkaç ciltlik kayıt. Failin amacını çözemiyorum." Su Shiyu bir düşündü. "Birkaç yıl önceki imparatorluk sınavlarından bazı sorular, bir kanal inşa edilmesine dair imparatorluk fermanı, sınırdan gönderilen bazı anıtlar, valilerin kayıtları ve..."


   "Valilerin kayıtları mı?" Chu Mingyun araya girdi.


   Su Shiyu başını salladı. "Valilerin tımarlarının, aile kayıtlarının, töre sistemlerinin ve hayvan desenlerinin, imparator ile resmi görüşmelerinden hediye listelerinin, bu tür şeylerin yazılı olduğunu hatırlıyorum."


   Hayvan deseni.


   Chu Mingyun'un gözleri hafifçe kısıldı, dudakları kıvrıldı.


   Bronz mührün üzerindeki dekoratif motif.


   Karşı taraf bunu gerçekten de ondan daha iyi düşünmüştü. İfşa olmamak için önce valilerin kayıtlarını çalmak için saldırmışlardı, böylece kontrol etmenin bir yolu olmayacaktı.


   Chu Mingyun ayağa kalktı ve kollarını düzeltti. "Pekâlâ, söyleyeceklerimi bitirdim, müsaadenizle döneyim şimdi."


   Su Shiyu onaylar gibi bir ses çıkararak onu uğurlamak için ayağa kalktı. Chu Mingyun sadece iki adım atmıştı ki tekrar geri döndü. "Neredeyse unutuyordum."


   "Ne oldu?"


   Chu Mingyun ona bir kağıt kese uzattı. "İşte." 


   "Nedir bu?" Su Shiyu onu alarak inceledi.


   "Geçen sefer sizinle paylaşacağımı söylediğim çam fıstığı şekeri." Chu Mingyun kayıtsızca elini kaldırdı ve uzaklaşmak için döndü. "Beni uğurlamanıza gerek yok."


   Göz açıp kapayıncaya kadar gözden kayboldu. Su Shiyu gözlerini indirerek elindeki keseye baktı ve dudaklarında yavaşça bir gülümseme belirdi. Bu gülümsemenin nasıl hisler barındırdığını hiç söyleyemiyordu.



   Su Konağı’nın kapısında nöbet tutan muhafız uykulu bir şekilde duvara yaslanmıştı ki kulaklarının aniden ayak sesleri yakalamasıyla irkildi. Yaklaşan kişiyi görmek için kafasını kaldırdığında tepki verecek zamanı bulamadan diğer kişinin çıkardığı yeşim kolye ile hayretler içinde kaldı. "Siz…"


   Muhafız dut yemiş bülbüle dönmüştü. İlerideki çalışma odasından gelen loş fener ışığına bir göz attıktan sonra bakışlarını güç bela önündeki Chu Mingyun'a çevirdi. Eli ayağına dolaşarak konağın kapısını açtı ve yeşim kolyeye tekrar bakmaktan kendini alamadı. Ardından müthiş bir saygıyla ona doğru eğildi. "Kendinize… Kendinize iyi bakın."


   Chu Mingyun gözünün ucuyla elindeki yeşim kolyeye baktı, bir anlam veremeyerek kaşlarını çattı.