Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 49: Gözlerinin önünde kendisi boyunda ahşap bir heykel vardı.

 

   Su Bai elinde tuttuğu mektuba bir kez daha bakmaktan kendini alamadı. Üzerine sinmiş hafif allık kokusunu belli belirsiz hissederek aklını toparladı. İleri çıkarak mektubu iki eliyle Su Shiyu'ya uzattı. “Genç efendi.”


   "Bir kenara koy gitsin." Su Shiyu’nun fırçası hafifçe durakladı. Ona bir bakış attı. "Lan Yi, Yingchuan'dan ayrıldı mı?"


   "Evet, Xiangyang'a gitmiş olmalı." Su Bai mektubu masanın üzerine bıraktı ve Su Shiyu'nun eliyle katladığı, mürekkebi kurumakta olan birkaç sayfa kâğıdı fark etti. "Aa, genç efendi Nazır Wei için bir methiye mi yazıyor?"


   "Methiye yazıldı." diye cevapladı Su Shiyu. "Merasim Nazırlığı’na bazı ünvanlar hazırlayıp göndermelerini emrettim. Şimdiden bir ön eleme yapacak ve yarın majestelerine incelenmesi üzere sunacağım. Böylece Nazır Wei'nin ölümünden sonra alacağı ünvana karar verebilir.”


   "Ölümünden sonra alacağı ünvana mı karar verecek?" Su Bai şaşırmıştı. "Ama Nazır Wei bir suçlu değil mi?"


   Su Shiyu gözlerini kaldırıp ona baktı. Gülümseyerek, "Onun suçlu olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.


   "Herkes öyle demiyor mu?.. Kanıtlar kesinmiş ve Nazır Wei ceza korkusuyla intihar etmiş…”


   "Bu sadece bir mektup, dolayısıyla kesin kanıt olarak kabul edilmez." Su Shiyu fırçasını bıraktı. "Yıllar boyunca Teftiş Ofisi’nin el yazısının kopyalandığına dair pek çok kanıt ele geçirdiğinden bahsetmiyorum bile. Bazılarının neredeyse gerçek denecek kadar incelikli olduğunu sen de görmüş olmalısın.”


   "Yani genç efendi, Nazır Wei’ye komplo kurulduğunu mu söylemek istiyorsunuz?" diye sordu Su Bai.


   "Sadece basit bir tahmin. Sonuçta Nazır Wei’nin düşmanla iş birliği yapması ve vatana ihanet etmesi için bir neden düşünemiyorum." dedi Su Shiyu. "Hunların hükümdarı ihtiyarlıyor. Şimdi emri altındaki oğullarının kendi güçleri, daima gizli ve açık çatışmalar var. Korkarım er ya da geç büyük bir kaos gelecek. Buna karşın majestelerimiz hâlâ genç ve Daxia'nın durumu günden güne daha istikrarlı hale geliyor. Nazır Wei neredeyse altmış yaşlarındaydı ve hükûmette maliye nazırlığı gibi önemli bir pozisyonuna sahipti. Öyleyse neden Hunlara sığınarak hayatını riske atsın ki?”


   "Doğru." Su Bai başını salladı. "Yine de Nazır Wei’nin daha önce Hunlarla barış sağlamakta ısrar etmesi şaşırtıcıydı, bu yüzden kimse bu kadar derin düşünmedi."


   "Tam da Hunlarla barış sağlamak istediği için ona komplo kuruldu ve öldü." dedi Su Shiyu zayıf bir sesle.


   Su Bai şaşkınlıkla onun devam etmesini bekledi.


   "Diğer tarafın amacı onu öldürmek değil, Hunlarla yapılacak barışı tamamen yok etmekti." Su Shiyu'nun gözleri hafifçe kısıldı. Yavaşça devam etti. "Destek grubunun başı olarak Nazır Wei’nin Hunlara sığınmaya niyetli olduğu kanıtlanırsa diğerleri de kaçınılmaz olarak bundan şüphe duyacaktı. Böylece geçen gün sabah divanında gördüğümüz gibi bir sonuç çıkıyor. Artık kimse barışı desteklemeye cesaret edememekle kalmıyor, masumiyetlerini göstermek için Hunlarla tüm iletişimi kesmeyi teklif edenler bile var." 


   Su Bai tüm ciddiyetiyle düşündü. "Bu durumda, Nazır Wei’nin mektubu kendisine teslim edenin genç efendi olduğunu iddia etmesi sizi aşağı çekmek için değildi. Tam tersine o adam bunu Nazır Wei’yi daha şüpheli duruma düşürmek için planlamış, onun kendini temize çıkarması ihtimalini bitirmişti." Bir durduktan sonra, "Ama… Nazır Wei’ye o kişinin siz olduğunu nasıl düşündürebilmiş olabilir?” diye sordu.


   Su Shiyu gözlerini indirdi. Kızıl fırçanın ucundan kan kırmızısı bir damlanın düşerek beyaz kağıdı lekelediğini gördü. "Belki de benim yüzümü ödünç almıştır."


   Su Bai'nin omurgasından hafif bir ürperti geçti. Korkmadan edemedi. "...Neyse ki majesteleri genç efendiye güveniyor."


   Su Shiyu pirinç kağıdını biraz uzaklaştırdı. Parmak uçları ince bir kırmızıyla lekelendi. Onun sözlerini duyunca tek kelime etmeden gülümsedi.


   "Ama sırf Hunlara karşı çıkmak için bu kadar çaba sarf etmenin o kişiye ne faydası var?" Su Bai'nin aklına aniden bir şey geldi. "Doğru ya, genç efendi, sence o adam... Başkomutan Chu mu? Babam daha önce size, sarayda kalan nazırların sırf başkomutan yüzünden tavırlarını değiştirdiklerini söylememiş miydi?..”


   "Az önce konuştuklarımız yalnızca ikimizin tahmin yürütmesinden ibaret. Onun kim olduğundan nasıl emin olabiliriz?" dedi Su Shiyu.


   "Ama apaçık ortada zaten. Sarayda Nazır Wei’ye şiddetle karşı çıkan ve Hunlardan en nefret eden kesinlikle…”


   Su Shiyu hafifçe gülümseyerek onun sözünü kesti. "Çıkabilirsin."


   Su Bai şaşkına döndü. Neden böyleydi bilmiyordu. Yine de başını eğerek itaatini gösterdi, haddini bilerek eğildi ve çalışma odasından ayrıldı.


   Parmaklarındaki kırmızılık kurumuştu çoktan, açık renkli, parlak bir iz bırakmıştı. Su Shiyu bir an ona baktı, sonra parmaklarını kapatıp usulca güldü. Fırçasını alarak yazmaya devam etti.


***


   Sarayın çalışma odasına adım attığı anda Lu Qinghe şaşkına dönmekten kendini alamadı.


   Gözlerinin önünde kendisi boyunda ahşap bir heykel vardı. Zarif mi zarif bir kadın figürüydü. Kat kat desenler işlenmişti elbisesine. Simsiyah saçları beline şelale gibi dökülüyordu. Arkasındaki pencereden içeri düşen güneş ışığı bir tarafı aydınlatırken diğer tarafı gölgede bırakıyordu. İnsana Luo Nehri’nin Tanrıçası’nı hatırlatıyordu güzelliğiyle. Ne var ki yüzü henüz işlenmiş değildi.


   "Nasıl?" diye sordu yanındaki biri gülümseyerek.


   Lu Qinghe ahşap oymaya boş boş baktı. "Çok güzel..." Aniden kendine geldi ve aceleyle arkasını dönüp selamını verdi. “Bendeniz majestelerine saygılarını sunar!”


   Li Yanzhen ona kalkmasını söylemek için elini kaldırdı. Parmak uçları oyma bıçağının üzerindeki ince tahta parçalarını nazikçe ovdu. "Ama ellerine hâlâ tam olarak karar veremiyorum, korkarım bunu uzun uzun düşünmek zorundayım."


   Lu Qinghe onun bakışlarını takip ettiğinde gerçekten de havadaki kolunun altındaki yarı açıkta kalan elin sadece belirsiz bir taslak olduğunu gördü. Gözlerini yukarı çevirdiğinde dayanamayarak, "Bendeniz sorgulama kabalığında bulunacak: Neden önce yüzünü bitirmediniz majesteleri?” diye sordu.


   Li Yanzhen hâlâ ahşap heykele nazik gözlerle bakıyordu. Karşılık olarak, "Kötü mü duruyor?" diye sordu.


   "...Evet, boş olması rahatsız hissettiriyor." dedi Lu Qinghe.


   Li Yanzhen gülümseyerek başka tarafa döndü. "Bu tür bir oyma ağacı yüzyılda bir bulunur. Dünyadaki en güzel insanı oymak gerekir diye düşündü zâtım daima -ki layığını bulabilsin. Fakat iş seçmeye geldiğinde tatmin edici bir görünüm bulamadım. Hiçbir fikrim olmadığı için şimdilik bunu bir kenara bırakmak zorunda kaldım." Arkasını dönerek masanın arkasına doğru yürüdü. Parşömenlerin birini çıkardı. Açıp yaydığında parlak şeftali çiçekleri ile kırmızı elbiseli bir kadın göründü yarısında.


   Li Yanzhen fırçasını alarak mürekkebe batırdı. Gözlerini kaldırdı. Gülümseyerek, "Resmî olmana gerek yok, eskisi gibi rahat dur sadece." dedi.


   Lu Qinghe itaat etti. Bir eliyle eteğini düzeltirken başını dik bir şekilde Li Yanzhen'e doğru kaldırdı.


   Yeşim buhurdanlıktan dağılan tütsü iz bırakmadan kıvrıldı. Uzun bir sessizlik oldu. Lu Qinghe sonunda sessizliğe dayanamadı. Gözünün ucuyla ahşap oymaya baktı. Alçak sesle iç çekmekten kendini alamadı. "Bu bir ustanın işi sahiden. Majestelerinin işçiliği muhtemelen tüm dünyanın en iyisidir. Pek çok zanaatkar bunu yapamaz."


   Li Yanzhen bunu duyunca güldü. Gözlerini kaldırmadan sadece başını salladı hafifçe. "Zaman geçtikçe daha iyi olması çok doğal. Çocukken yaptığım heykelcikler o kadar iyi değildi."


   "Majesteleri, siz çocukken de mi oyma yapabiliyordunuz?"


   "Yapabiliyordum denemez." Li Yanzhen gözlerini resme indirerek dikkatlice çizdi. Yavaşça devam etti: "Yaptığım ilk ahşap oyma cariye annemin heykeliydi. O zamanlar onun doğum günüydü ve benim hiçbir şeyim yoktu. Ona verebilmek için küçük bir ahşap parçası bulup oymaktan başka seçeneğim yoktu. Cariye annem bunu çok beğendi, kendisine çok benzediğini söyledi." Biraz durakladı ve kıkırdayarak, "Aslında hiç benzemiyordu, gözlerini yeri bile doğru değildi. Yine de çok sevmişti. Çok geçmeden cariye annem vefat etti, ellerinde o heykelcik duruyordu yine. Böyle olacağını bilseydim daha dikkatli oyardım." dedi.


   “Nasıl olur?” dedi Lu Qinghe şaşkınlıkla. “...Dul imparatoriçe daha bir yıl önce vefat etmemiş miydi?"


   Li Yanzhen ona bakarak gülümsedi. "Öyle değil. Öz annem halktan birinin kızıydı. Küçüklüğümde onunla soğuk sarayda yaşardım. Çok hastaydı ve hiçbir imparatorluk doktoru ona bakmaya istekli olmadığı için vefat etti. Prens kardeşlerimden bazıları savaşta can verdi, bazıları cinayete kurban gitti, bazıları da hastalıktan öldü. Geriye kalan tek oğul bendim, bu yüzden bana dikkat etmeye başladılar."


   Li Yanzhen doğrularak etrafına baktı. Antik ipek parşömenleri, yeşim mürekkep taşlarını ve kurt kılı fırçalara düştü gözleri. İmparatorun evi şatafattan yoksun değildi doğal olarak. Uzun bir iç çekti. "Şimdi geriye dönüp bakınca zâtım şaşırtıcı buluyor bunu. O zamanlar gözlerim yalnızca soğuk sarayı görebiliyordu. Dünyanın bu kadar büyük olduğunu hiç bilmezdim. Benim hükmüm altında olacağını ise düşünmezdim bile."


   Bu iç çekiş hafifti belki fakat Lu Qinghe’nin göğsüne öküz gibi oturmuş, onu tek kelime edemez hale getirmişti. Elbisesinin kollarının altından parmaklarını sıkmış, sessizce ona bakmakla yetinmişti.


   Bilinçsizce gözlerini çevirdiğinde iki çift göz buluştu. Solgun bir mana vardı sanki. Li Yanzhen konuyu değiştirdi. "Bu bana ilginç bir şeyi hatırlattı. O zamanlar hayatımdaki en çarpıcı güzelliği görmüştüm. Kim olduğunu tahmin edebilirsin."


   Lu Qinghe bir süre düşündü. "...Dul imparatoriçe mi?"


   Li Yanzhen gülmeden edemedi. "Sevgili nazırım Su idi."


   "Su… Su Bey mi?!"


   "Evet. Ben veliaht prens olduktan sonra sevgili nazırım Su saraya refakatçi olarak girdi." Li Yanzhen gözlerini kapattı ve dikkatle geçmişi düşündü. "Onunla tanıştığım güneşli günü hâlâ hatırlıyorum. Sarayın dışındaki ağaçlar kayısı çiçekleriyle doluydu. Sevgili nazırım Su beyaz bir cübbe giyiyordu. Yere düşmüş çiçeklerin üzerinden geçerek yanına gelmişti." Bir gülümsemeyle gözlerini hafifçe açtı. "Sevgili nazırım Su gençken, dillere destan olan annesine benziyordu. Yavaş yavaş büyüdükten sonra General Su Jue'nun hatlarını aldı ancak. O zamanlar sadece on beş ya da on altı yaşındaydı. Aradaki farkı anlayamadığımdan ağzımı açıp, ‘Abla, gerçekten çok güzelsin. Senin resmini çizsem olur mu?’ diye sormuştum.”


   Lu Qinghe kahkahasını zar zor tutabilmişti. Li Yanzhen'in umursamadığını görünce, "Peki Su Bey’in tepkisi ne oldu?" diye sordu.


   "Sadece iç geçirmişti." Li Yanzhen durakladı ve ardından, "Fakat daha sonra sevgili nazırım Su’nun her nedense güzel olarak anılmaktan hiç mi hiç hoşlanmadığını fark ettim."


   "Amanın, belki Su Bey utanıyordur." dedi Lu Qinghe hiç düşünmeden.


   Li Yanzhen kendini tutamayarak güldü. "Belki."


   Onlar konuşurken resim çoktan bitmişti. Lu Qinghe dikkatle bakmak için yanına gitti ve aniden yanındaki adamın, "Beğendiysen sana verebilirim." dediğini duydu.


   Lu Qinghe aceleyle başını salladı. "Majestelerinin lütfu için teşekkür ederim, gerek yok."


   "Neden?" diye sordu Li Yanzhen şaşkınlıkla. "Hoşuna gitmedi mi?"


   "Ne mümkün? Bendenizin kendisinden çok daha güzel." Lu Qinghe güldü. Li Yanzhen'e baktı ve "Bu yüzden... Majestelerinde kalsa iyi olur." dedi.


   Yüzünde parlak bir gülümseme vardı, gözleri güneşin yansımasıyla ışıldıyordu.


   Li Yanzhen bir an sessiz kaldı. Sonra kıkırdayarak, "Tamam, öyleyse zâtım ona iyi bakacak." dedi.


***


   Jiang Yuan sarayın çalışma odasına girerken ayrılmakta olan Lu Qinghe'nin yanından geçti. Gözleri ona takılarak arkasına baktı; kırmızı eteğine sinmiş, yeşim buhurdanlıktaki tütsünün kokusunu aldı. Lu Qinghe sakince gülümsedi, eğilerek selam verdi ve ardından saray hizmetçisini takip ederek ayrıldı. Doğal bir zarafeti vardı.


   Jiang Yuan onun özgür ve kendinden emin sırtına, sonra dönüp Li Yanzhen'in masada seyrettiği parşömene baktı. Resimde kırmızılar içindeki bir kadın şeftali çiçeği dallarına yaslanmış, ışıl ışıl gülümsüyordu. Açıkçası çevresinde ne şarap vardı ne kılıç, yine de kahramanvari havası iliklerine işlemişti. 


   Jiang Yuan yaklaştı. Yumuşak bir sesle, "Eğer beğendiyseniz majesteleri, onu saraya almamız uygun olacaktır. Nazır Lu’nun da bundan mutluluk duyacağına inanıyorum." dedi.


   "Çok beğendim." Li Yanzhen parşömeni çevirerek kapattı. Gülümseyerek, "Ama buna gerek yok. Sonuçta kahramanın dört bir yandaki manzaraları görmesi için ülkeyi dolaşması gerekir." dedi.