Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 53: Su Shiyu gözlerini kaldırdığında onun gözlerinin dolup taşan ışığıyla buluştu.

 

   Saray Huainan'daki isyancıları bastırmak için yedi bin asker göndermişti ancak şimdi orduya dair hiçbir iz bulunamıyordu. İsyancılarla birlikte ortadan kaybolduklarından bahsetmeye ise gerek bile yoktu. Bir süredir herkesin aklında binlerce spekülasyon dönüyordu. Ulaşılmaz puslu boşlukta tek bir tahmin parladı tekrar tekrar, yavaş yavaş netleşti ve ortaya çıkmaya hazır hale geldi.


   "Luo Xin isyan etti!"


   Yue Yuxuan salonda kesin bir sesle ortaya çıktı ve sözlerine şöyle devam etti: "Majesteleri, her şey çok açık. Daxia’mızın ordusu iyi eğitimlidir ve hiçbir zaman komutanlık nişanını görmedikçe harekete geçmemiştir. Komutanlık nişanının sahibi emir vermediği sürece tüm ordu nasıl ortadan kaybolabilir?"


   Nazırların çoğu onaylayarak başını salladı. Lu Shi de aynı fikirdeydi. "Sahiden. Gece baskını bile olsa yedi bin küsur insanın içinden hayatta kalacak birileri olacaktır daima. İsyancı grubun ortadan kaybolmasından bahsetmiyorum bile, bu gerçekten şaşırtıcı."


   "Eğer isyan eden Luo Xin ise, o zaman bunda şaşılacak bir şey olmayacaktır." dedi Yue Yuxuan. “Changan'da geçirdiği bunca gün boyunca kendini gizlemek için çok çalıştı. Belki de Huainan isyancılarına vermek üzere saraydan sırlar ve ordu çalabilmek için güven kazanmak istiyordu." 


   Birkaç nazır "Uzun zamandır onun Huainan Valisi’nin bir adamı olduğunu, onu getirip görevlendirmenin sadece kurdu eve çekmek olduğunu söylüyorduk!" demekten kendilerini alamadı.


   "Kesinlikle. Ayrıca Harbiye Nazırlığımız askeri sırlarla dolu ve bunların ne kadarının onun bilgisine sunulduğunu bilmiyoruz. İsyancı grup bunu ele geçirdiğinde sonuçları felaket olur!"


   "Neden herkes Luo Xin'in isyan ettiğini varsayıyor?" dedi Harbiye Nazırı Xu Yin aniden. "Ne olursa olsun Luo Xin, bizzat Su Bey’in Huainan'dan getirdiği biri." Ses tonu ne olumsuz ne de olumluydu. Ardında bir ima saklıydı sanki.


   Su Shiyu'nun ifadesi kayıtsızdı, hiç kıpırdamadan baktı ve hiçbir şey söylemedi.


   Su Partisi’nden birkaç nazır aceleyle onu savundu. "Majesteleri de açıkça biliyor ki Luo Xin'in görünüşü gerçekten aldatıcı. Su Bey’in suçu yok ah, tamamen aldatıldı!”


   Chu Partisi’nden bir nazır alaycı bir tavırla, "Su Bey gibi bir adam bizim gibi kolayca aldatılabilir mi?" dedi.


   "Bununla ne demek istiyorsunuz?" Lu Shi büyük bir memnuniyetsizlikle sesini yükseltti. "Su Bey’in Luo Xin'i kasıtlı olarak hanedanın içine saldığını mı söylemeye çalışıyorsunuz? Luo Xin'in meselesinden Su Bey’in de sorumlu olduğunu mu ima ediyorsunuz?"


   "Lu Bey, lütfen sakin olun." dedi Xu Yin ve Chu Mingyun'a baktı. "Hükûmetteki hiç kimse askerî meseleleri Chu Bey kadar iyi bilmiyor. Acaba Chu Bey ne düşünüyor?"


   Sözleri çok zekiceydi. İki parti her ne kadar şu anda eşit dursa da Su Partisi dezavantajlı durumdaydı. Su Shiyu sessiz kalıyordu. Bu sırada Chu Mingyun onu bastırdığı sürece Su Partisi’nin direnmesine imkan kalmayacaktı.


   Fakat Chu Mingyun bunu duyduğunda kaşlarını çattı, sabırsızca baktı. "İsyanı bastırması için yola çıkan insanları ben seçtim. Sence ne düşünüyorum?"


   Xu Yin'in ifadesi aniden değişti. Ağzını açtı fakat bir şey diyemedi. Sadece sessizce yerine döndü.


   İki tarafın da tavrını anlayamayan nazırların hiçbiri izinsiz konuşmaya cesaret edemedi. Az önce hararetli bir tartışmanın yaşandığı salon aniden sessizliğe büründü. Buhurdanlıktan yayılan tütsü dumanı sessizce oyalandı.


   Tahtta oturan Li Yanzhen baş ağrısıyla etrafına bakındı. Uzun bir süre sonra nihayet çıkmazı kırarak, "Sevgili nazırım Xu’nun söyledikleri mantıksız değil. Sevgili nazırım Chu bunun hakkında konuşabilir." dedi.


   "Hiçbir fikrim yok." diyerek yanıtla Chu Mingyun basitçe. Herkesin birbirine baktığını görünce tekrar konuştu: "Kimse Huainan'daki durumun tam olarak ne olduğunu bilmiyor. Tartışarak ve tahmin yürüterek enerjimizi boşa harcamak yerine mümkün olan en kısa sürede bir karar vermek daha iyidir.”


   Su Shiyu yumuşak bir şekilde içini çekti. Ortaya doğru yürüyerek diz çöktü. "Luo Xin bendeniz tarafından önerilmişti esasında ve şimdi işler böyle gelişti. Bendeniz bunun sorumluluğundan kaçamaz elbette. Bendeniz Huainan'a gidip sebeplerini araştırmaya hazır. Dilerim majesteleri de bunu onaylar."


   Chu Mingyun başını çevirip ona baktı, gözleri dalgalanıyordu.


   Li Yanzhen bir an düşündükten sonra başını sallamakla yetindi. "Güzel, zâtım şimdi rahat hissediyor. Fakat sevgili nazırım Su’yu aceleyle göreve göndererek zahmet vereceğim.”


   "Bu benim işim." dedi Su Shiyu sakince.


   Chu Mingyun aniden öne çıktı, cübbesini kaldırdı ve Su Shiyu'nun yanına diz çöktü. "Huainan'daki durum değişken ve istikrarsız olduğundan, üstelik isyancıların nerede olduğu bilinmediğinden, majestelerinin güney sınırındaki askerî işleri düzeltmek için Su Bey ile birlikte gitmeme izin vereceğini umuyorum.”


   Su Shiyu şaşkınlıkla ona bakmak için başını çevirdi. Chu Mingyun hâlâ yüzünde sakin bir ifadeyle tahta bakıyordu. Yalnızca iznini aldıktan sonra dudakları hafifçe kıvrıldı.


***


   Sabah divanı dağıldıktan ve ana salondan çıktıktan sonra Su Shiyu, "Chu Bey, emrinizde birçok iyi general var. Neden aniden orduyu düzeltmek için Huainan'a bizzat gitmek istediniz?" diye sordu.


   "Siz de oraya bizzat gitmek istemiyor musunuz?" Chu Mingyun güldü, yanındaki adama baktı ve aniden iç geçirir gibi oldu. "Su Bey’in Luo Xin'i savunmak gibi bir niyeti olmayacağını tahmin etmemiştim gerçekten."


   Su Shiyu hafifçe gülümsedi. "Yue Bey’in söylediği aslında en olası senaryoydu, neden onu savunayım ki?"


   "Yaa?.." Chu Mingyun açıklanamaz bir tavırla güldü. "Her işini kendisi halleden birisinin bir başkasına güvenmesinin zor olduğunun bilincindeydim zaten. Fakat Su Bey’in bizzat seçip görevlendirdiği birine bile güvenemeyeceğini düşünmezdim. "


   Sarayın dışındaki sis dağılmaya başlamış, söğütler puslanmıştı. Su Shiyu gözlerini hafifçe kısarak gülümsedi. "Dürüst olmak gerekirse, insanları tanıma yeteneğim pek iyi değil." Durdu ve konuyu usulca değiştirdi. "Ama Huainan meselesinden bahsetmişken, sonuçta bazı iyi yönler de var. İsyancı taraf gizlenerek hareketsiz kaldı, savaş geçici olarak askıya alındı. Xiling Valisi biraz nefes alabilir ve kendini toparlayabilir. Durum istikrara kavuştu. Umarım biz Huainan'a ulaşana kadar daha fazla kargaşa çıkmaz."


   Chu Mingyun gülümser gibiydi. "Daha öncesinde bir kargaşa çıkmasa bile Huainan'a vardığımızda çıkmalı."


   Su Shiyu ona baktı. “Chu Bey bununla ne demek istiyor?"


   "Su Bey yola konvoyla mı çıkmayı planlıyor?”


   Su Shiyu şaşkınlıkla, "Başka nasıl çıkacağım?” diye sordu.


   “Konvoy oraya vardığında yolu açmak için askerler olacak, hükûmet sizi karşılayacak ve görebileceğiniz şey sadece diğerlerinin görmenizi istediği bir manzara olacak." dedi Chu Mingyun yavaşça.


   "Peki Chu Bey’in planı nedir?”


   "Kabul edecek misiniz beni?" diye sordu Chu Mingyun gülümseyerek.


   "Önce konuşun bir." dedi Su Shiyu.


   Chu Mingyun yürümeyi bıraktı, arkasını dönerek Su Shiyu'yla yüz yüze geldi. "Bırakalım da konvoy her zamanki gibi yola devam etsin, biz de kimliklerimizi gizleyip önceden çıkalım yola.” Yaklaştı, elini Su Shiyu'nun omzuna koydu ve saf beyaz parmak uçlarını omzundaki bir tutam mürekkep karası saça doladı. Dudakları kıvrılırken, "Sadece siz ve ben, nasıl?" diye fısıldadı.


   Yoğun bir neşeyle dolu sözlerini belirsizce uzatarak sonlandırmıştı.


   Su Shiyu gözlerini kaldırdığında onun gözlerinin dolup taşan ışığıyla buluştu.


***


   Saray koridorunda, saray hizmetçisi birkaç kez dikkatle "Hanımım," diye seslendi ve Jiang Yuan yavaşça gözlerini uzaktaki iki adamdan çevirdi. İfadesi bir an için donuk ve anlaşılmazdı, sonra sessizce gülümsedi ve Xuanshi Salonu’na doğru yürümeye devam etti.


   Salondaki tül perdeler ağır ağır örtülmüştü ve ortalık sessizdi. Li Yanzhen vücudunu rahatlatarak koltuğuna yaslandı, yorgun gibiydi tavrı. Onun geldiğini görünce sadece el salladı, hiçbir şey söylemedi. Jiang Yuan anlayarak onun arkasından dolaştı, nazikçe omuzlarını sıktı, aynı zamanda tek kelime etmeden kaşlarını çattı.


   Li Yanzhen kafa karışıklığı içinde ona baktı. Gülümseyerek, "Zâtım Huainan'ın huzur bulamayacağından endişeleniyorken neden senin zâtımdan daha fazla endişen varmış gibi görünüyor?" dedi.


   Jiang Yuan bir anlığına tereddüt etti ve yavaşça başını salladı.


   "Ne oldu?" diye sordu Li Yanzhen.


   Jiang Yuan ona baktı ve gözlerini tekrar indirdi. "Ben sadece bir kadınım, bunun hakkında konuşup konuşamayacağımı bilmiyorum..."


   Li Yanzhen’in ilgisi tamamen uyandı, nazikçe “Konuşmanın bir zararı yok.” dedi.


   Biraz düşündükten sonra temkinli bir şekilde açıkladı: "...Majesteleri, Su Bey ve Chu Bey’in biraz fazla yakınlaştığını düşünmüyor musunuz?”


   Az önce ana salonda yan yana diz çökmüş iki adamın görüntüsünü istemsizce hatırlayan Li Yanzhen kaşlarını çattı. Cevap vermedi. Jiang Yuan gizlice ona baktı, sonra yavaşça devam etti: "Bendeniz az önce buraya gelirken Su Bey ve Chu Bey’in bir şey hakkında konuştuğunu gördü. Birbirlerine çok yakınlardı. Bendeniz, Chu Bey’in kolunu Su Bey’in boynuna dolayıp dolamadığını ayırt edemedi ve çok fazla bakmaya da cesaret edemedi. Birden aklıma geldi, şu sıralar başkentte Chu Bey’in kesik kollu olduğu ve Su…”


   "Ne demek istediğini anlıyorum." diyerek onun sözünü kesti Li Yanzhen. Sesi hala sıcak ve nazikti, Jiang Yuan hemen sesini kesti.


   Bir anlık sessizliğin ardından usulca iç çekti Li Yanzhen. "Su Ailesi uzun yıllardır zâtımı destekliyor. Sevgili nazırım Su benim ağabeyim gibidir. Muhtemeldir ki kimse onun sadakatiyle boy ölçüşemez. Dahası, Su Partisi bunca yıldır zâtım adına toplumun her kesiminde kontrolü sağlıyor. Chu Partisi ile ilişki kurmasının vatana ihanet etmekten bir farkı olmayacaktır. Bunu asla yapmaz.”


   "Ama..." Jiang Yuan hâlâ başka bir şey söylemek isterken Li Yanzhen aniden elini uzatıp onun elini tutarak, "Kış Gündönümü Töreni sırasında Tianlu Köşkü’nün anahtarlarının çalınmasını hatırlıyor musun hâlâ?" diye sordu.


   Kalbi hızla çarpan Jiang Yuan paniğini gizlemek için gözlerini indirdi. “...Elbette hatırlıyorum."


   “O gün tüm nazırlarım senden şüphe duyduğunda ben sana güvenimi ifade ettim. Araştırılmasına mahal vermedim.” Li Yanzhen elini sıktı. "Bu nedenle zâtım, sevgili nazırım Su’ya inandığını ve vatanına ihanet etmesinin imkanı olmadığını söylüyorsa, bir daha sakın bunu dile getirme.” 


   Jiang Yuan alçak sesle, “Başüstüne.” diyerek yanıtladı.


***


   "Genç efendi neden onu kabul etti?" Kahya Su Yi defterlerini toparlayan Su Shiyu'ya baktı, kabul etmekte zorlanıyordu. "Başkomutan Chu hain ve öngörülemez biri. Huainan'a sizinle yalnız gitmek istiyorsa bir komplo olmayacağının garantisi yok!"


   Su Shiyu ışıltılı oyun taşlarını teker teker kutuya geri koydu ve kayıtsızca gülümsedi. "Benim de kendi yargılarım var. Konvoyu Su Bai takip edecek, bu yüzden endişelenmene gerek yok. Sarayda bir şey olursa her zamanki gibi onlarla iletişime geçebilirsin.”


   Bu artık değiştirilemeyeceği anlamına geliyordu. Su Yi’nin daha fazla konuşması uygun olmayacaktı, bu yüzden çaresizce başını salladı sadece.


   Pencereden gelen zayıfça insan sesi üzerine Su Shiyu yan tarafa baktı. Az ilerideki göletin berrak sularında birkaç kişi meşguldü. "Orada ne yapıyorlar?"


   Su Yi bir bakıp cevap verdi: "Genç efendi de biliyor ki daha önce dikilmiş nadir çiçek ve bitkiler hanımefendinin şahsî olarak bulup baktıklarıydı. Hanımefendinin vefatının ardından bakımlarının nasıl yapılacağını bilen kalmadı, öncesindeki gibi maharet gösteremedik. Bu yıl daha fazla dayanamadılar. Bu yüzden bu astınız onları temizlemeleri için birilerini buldu.”


   Su Shiyu başını salladı. Dalgalanan mavi sulara bakarken aniden, "Bu ölmüş gölet temizlendikten sonra bir öncekilerden dikmeyi dert etmenize gerek yok. Başka bir şey dikin." dedi.


   "Peki ne dikmemizi istersiniz genç efendi?" diye sordu Su Yi.


   "...Nilüfer." Su Shiyu birden huzur dolu bir parça sandal ağacını anımsadı, bilinçsizce gülümsedi. "Kırmızı nilüfer."