Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 54: Nehir gibi uzuyor rüyalar, beyefendi dertlendikçe dertleniyorum ben de.

 

   Kimsenin ruhu bile duymadan Changan’dan ayrılarak güneye doğru yol aldılar. Birkaç gün sonra uçsuz bucaksız ovaları geride bırakarak su yoluna vardılar. Sisli manzaranın tadını çıkarmak isteyen zengin bir genç efendiymişçesine bir tekne kiralayarak açıldılar. Han Nehri’nin azgın suları üzerinde doğuya ilerlediler. Yol boyunca yalnızca Huainan'ın giderek istikrara kavuştuğunu ve artık isyan çıkmadığını haber aldılar.


   Onlar teknedeyken gök ve nehir aynı renkteydi. Yoğun bir sis inmişti. Kamaranın içinde alçak bir masa, masanın üzerinde go tahtası vardı. Su Shiyu yalnız başına oturmuş, kendisine karşı oynuyordu. Teknenin hizmetçi kızı sessiz adımlarla öne çıkarak ona çay doldurdu. Su Shiyu ona kibarca gülümsedi. Sonra aniden hatırlayarak, "Şu anda Xiangyang'dan ne kadar uzakta olduğumuzu sorabilir miyim?" dedi.


   "Xiangyang'a çok yakınız. Yarın kıyısından geçeceğiz. Orada bir gün kalmak ister misiniz?" Hizmetçi kız Su Shiyu'nun onayını aldığında geri çekilip ayrıldı.


   Arkasından aniden Chu Mingyun'un sesi duyuldu. "Xiangyang'da ne işiniz var?"


   "Bir arkadaşım şu anda Xiangyang'da. Söz verdiğim gibi onu ziyaret edeceğim." Su Shiyu durakladı ve ona baktı. "Yine ne yiyorsunuz?"


   "Kırmızı fasulyeli çörek." Chu Mingyun bir elinde küçük bir seladon tabak tutuyordu. Çenesini hafifçe kaldırdı. "Yer misiniz?"


   "Gerek yok, siz yiyin." Su Shiyu güldü ve gözleri tekrar siyah ve beyaz taşlara kaydı.


   Chu Mingyun küçük tabağı masanın üzerine rastgele koydu. Başını eğerek oyunu inceledi. "Sizinle oynasam nasıl olur?"


   Su Shiyu gözlerini kaldırmadı, sadece hafifçe gülümsedi. "Elleri yağ içinde olan insanlarla oynamam."


   "..." Chu Mingyun bir kaşını hafifçe kaldırdı. Doğruca onun karşısına oturdu. Siyah bir taş alıp sakince hamle yaptı.


   "..." Su Shiyu gözlerini kaldırdı, ona derin derin baktı. Bir anlık sessizliğin ardından elini kaldırıp bir parça kırmızı fasulyeli çörek alarak ağzına attı.


   "Lezzetli mi?" Chu Mingyun ona gülümseyerek baktı.


   "Fena değil." Su Shiyu, gözleri dikkatle oyunu incelerken verdi cevabını. "Daha sonra taşların yıkanmasını unutmamalı."


   "Hm."


   "Siz yıkayın." diye ekledi Su Shiyu sıcacık sesiyle.


   “...Peki.”


***


   Xiangyang’ın bu adı alması Xiang Nehri’nin kuzeyinde yer almasındandı. Han Nehri şehrin içinden geçmekte ve iki yakayı birbirinden ayırmaktaydı.


   Hava açıktı. Yeşil kavaklar üzerine ötleğenler tünemişti. Pazar yeri daha da hareketliydi. Tezgahlar ve restoranlar müşteri çekmek için yüksek sesle bağırıyor, sefahat evinin müzik atölyesinden qin ve se’nin uyumlu melodileri yayılıyordu hafiften. 


   Kalabalık sokaklarda yavaşça yürüyen Chu Mingyun, yanındaki Su Shiyu'ya baktı ve birden güldü. "Huainan'ın geleceği belli değil. Hanedanın siyasi işleri alt düzey memurlara devredildi. Fakat ikimiz şimdi burada boş boş geziniyoruz. Başmüfettiş bey beni görevimi ihmalden suçlamaya zemin mi hazırlıyor acaba?”


   "Chu Bey’in bu şekilde düşünmesi ender rastlanan bir durum." dedi Su Shiyu gülümseyerek. "Bu durumda, saraya döndüğümüzde sizi kesinlikle suçlu bulacağım."


   "Cık." Chu Mingyun, "Huainan için gerçekten endişelenmiyor musunuz?" diye sordu.


   “Ben sadece Chu Bey’in daha önce söylediklerinin gerçekten de makul olduğunu düşünüyorum.” dedi Su Shiyu, gözlerini sefahat evindeki qin çalan kadının üzerinde gezdirerek. "Yol boyunca duyduğumuz haberler, isyancı grubun eylemlerinin daha derin bir anlamı olduğunu kanıtlamaya yetiyor ve muhtemelen ikimiz Huainan'a varmadan önce herhangi bir soruna yol açmayacaklar. Huainan Valisi’nin kendisinin de birçok şüphesi var, bu bir anda çözülebilecek bir şey değil, bu yüzden gelip bir arkadaşla buluşmak için zaman ayırmak daha iyi olacaktır."


   Chu Mingyun hafifçe kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. "Kulağa önemli bir arkadaş gibi geliyor sanki?"


   Tam cevap vermek üzereydi ki aniden arkasından yumuşak bir ses duyuldu.


   “Su Abi!”


   Dönüp baktıklarında az ilerideki bir söğüdün gölgesindeki güzel bir kadının onlara el salladığını gördüler. Yüzünde güller açtı, eteklerini toplayıp aceleyle koşturdu. Yaklaşmışken bir adımında sendeledi. Su Shiyu keskin gözleriyle hemen elini uzatarak ona destek oldu. Kadın Su Shiyu’nun kolunu tutarak dengesini sağladı. Canı acımış gibi çatıldı kaşları, yine de başını kaldırarak gülümsedi. "Su Abi."


   "Dikkatli ol." Su Shiyu elini geri çekti. "Neden müzik atölyesinde ders vermiyorsun?"


   "Yedek tel almak için çıkmıştım." dedi kız. "Az önce yanlış gördüğümü sanmıştım. Su Abi’nin gerçekten Xiangyang'a gelmesini beklemiyordum."


   Su Shiyu ona başını sallayıp tekrar Chu Mingyun'a baktı. "Bu Lan Yi, müzik atölyesinde ders veren bir qin ustası."


   "Bahsettiğiniz arkadaşınız mı?" dedi Chu Mingyun hiç istifini bozmadan, Lan Yi'ye bakarak. 


   "O benim." Lan Yi ona gülümsedi. Ardından yüzünü Su Shiyu’ya çevirip sitem edercesine, “Su Abi daima meşgul oluyor. Bugün nihayet vakit ayırıp beni görmeye mi geldin?” dedi.


   "Kısa süreliğine kalacağım sadece." dedi Su Shiyu.


   "O kadar az mı?" dedi Lan Yi. "O halde sokakta dolaşma. Su Abi, gel de benim yerimde kal. Birkaç yeni şarkı besteledim. Benim için onları dinleyebilirsin."


   "Olur." Su Shiyu başını salladı, sonra Chu Mingyun'un kaşlarını çattığını gördü. Biraz tereddüt ederek, "O zaman..." dedi.


   "Benim engel olduğumu mu düşünüyorsunuz?" Chu Mingyun duygu göstermeden güldü.


   "Daha neler?" Su Shiyu nazikçe gülümsedi. "Lan Yi'ye sormam gereken bazı şeyler var. Bu yüzden bana biraz müsaade edebilir misiniz Chu Bey? Siz etrafta gezinmenize bakabilirsiniz."


   "Alışverişle ilgilenmiyorum." Chu Mingyun ona baktı. "Sadece sizinle olmak istiyorum."


   Net ve sakindi sesi. Gözleri buluştuğunda, derinliklerinde gülümsemeden en ufak bir iz bile yoktu.


   Güneş ışığı yeşil söğütlerin arasından süzülüyor, kirpiklerine yumuşak haleler bırakıyordu. Gözlerinde derin bir bilinmezliğin hafif dalgaları varmış gibi görünüyordu. Su Shiyu bir an için gözlerini ayırmakta zorlandı, herhangi bir karşılık veremedi. Yalnızca sefahat evindeki qin’in özenli dalgalanmalarını, tatlı sesli bir kadının, güneydeki gölette bir sonbahar günü nilüfer topluyor, diye şarkı söylediğini duyabiliyordu. 


   İnsanlar gelip gidiyorlardı. Aralarındaki garip hava ister istemez bazı meraklı bakışları üzerlerine çekiyordu. Lan Yi'nin gözleri ikisinin üzerinde gezindi. Sonunda dikkatle, "Su Abi?" diye seslendi.


   Su Shiyu aniden kendine geldi, her zamanki gibi bakışlarını kaçırdı. Lan Yi'ye baktı ve hafifçe, "Lan Yi'yi evine bırakacağım ve daha sonra döneceğim." dedi.


   "...Tamam." Chu Mingyun sesi kayıtsızdı. Gözleri Lan Yi'ye düşerken Su Shiyu’ya hitap ediyordu sözleri. "Tekneye dönüp sizi bekleyeceğim."


   Chu Mingyun onun cevap vermesini beklemeden gitmek üzere döndü.


   Işıklar gölge düşürerek kaydı omuzlarından, zemini doldurarak benekler bıraktı. Binlerce düşünce bir iç çekişe dönüşürken Su Shiyu bakışlarını geri çekerek Lan Yi'ye baktı. "Kendi başına yürüyebilir misin?"


   Lan Yi kendi ayağına baktı. Göz ucuyla mürekkep mavisi bir gölge yakaladı. Düşündükten sonra yavaşça başını salladı iki yana. Su Shiyu'nun "Kabalığımı mazur gör." diyerek iç çektiği duydu sadece ve ardından kendini havada buldu. Lan Yi aniden afalladı. Su Shiyu'nun omzunun üzerinden baktığında adamın geriye dönerek durduğunu, onlara dik dik baktığını gördü. Temmuzun sıcak güneşi sarmıştı yüzünü açıkçası fakat tek görebildiği ürpertici, zalim bir ayazdı. 


   Dehşetle titredi yüreği, çabucak başını çevirerek o soğuk bakışlardan kaçındı.


***


   Müzik atölyesinin üst katındaki odaya adım atıldığında enstrümanların zayıf sesi kesiliyordu artık. Genç hizmetçi çay servisi için yol gösterdi ve ardından kırmızı bir yüzle ikisini yalnız bırakarak ayrıldı.


   Lan Yi etrafına bakan Su Shiyu'ya bakıp beceriksizce öksürdü. "Genç efendiye zahmet verdim, beni indirebilirsiniz."


   Su Shiyu ona baktı. Onu yere bırakarak cübbesinin kollarını düzeltti. "Seni uzun zamandır görmüyorum. Bileğini burkma konusundaki oyunculuk becerilerin giderek daha iyi hale geliyor. Yabancıları uzak tutmak için her seferinde bu numarayı kullandığını bilmeseydim beni bile neredeyse kandırabilirdin.”


   “Ne münasebet, ne münasebet.” diye alçakgönüllülükle tekrarladı Lan Yi. "Ne yazık ki bu sefer genç efendinin kollarına düşmedim ama.”


   Su Shiyu gülerek, "Madem öyle, bir dahaki sefere sana yardım etmeyeceğim." dedi.


  “Yo yo yo, bu nasıl olur? Genç efendimiz gibi bir beyefendi biraz daha şefkatli olmalı ya.” dedi Lan Yi hiç utanıp sıkılmadan. Bir an durduktan sonra, “Az önceki Başkomutan Chu muydu?” diye sormadan edemedi. 


   "Evet."


   "...Adına layıkmış gerçekten." Lan Yi korkmaktan kendini alamadı. "Neden bilmiyorum ama, az önce bana bakışına bakılırsa, pazar yerinde bana el kaldırmasında bir sakınca olmasaydı o anda ölmüş olurdum kesinlikle.” 


   Su Shiyu usulca gülümsedi cevap vermeden. Çay fincanını alarak oturdu. "Hadi işimize bakalım."


   Lan Yi ifadesini düzeltti. Cübbesini kaldırarak diz çöktü. Tüm saygısını sunarak, “Sizi selamlıyorum genç efendi.” dedi.


   Bu dünyada birlikler oluşturmanın sayısız yolu vardı. Chu Mingyun tek başına sıkı bir şekilde gölge muhafızlar oluşturmuşken Su Shiyu'nun ellerinde hizmetçiler vardı. Çok fazla kısıtlama olmadığı gibi her biri iz bırakmadan karışıyor, tüm ülkede gizli bir ağ kuruyordu.


   Su Shiyu, "Kurallara göre, bulunduğunuz yerden geçiyorsam sizinle iletişime ben geçeceğim demektir. Bu sefer senin beni bulma sebebin ne?" dedi.


   "Genç efendiye dürüst olacağım. Şehir epeydir muhbirlerimle dolu. Bugün teknenizin vardığını biri bana haber verdiğinde bir dakika bile gecikmeye cesaret edemeyerek sizi görmeye geldim."


   Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı. "Bu kadar acil olan ne? Sarayda bir şey mi oldu?"


   Lan Yi başını salladı. "Sarayda ciddi bir şey yok. Kahya Su Yi bana genç efendiyle irtibatını kaybettiğini ve mektupları iletmek üzere gönderilen kişilerin hiçbir yerde bulunamadığını söylemişti. Kâhya size bir şey olmasından endişelendi ve güvende olduğunuzdan emin olmam için bana defalarca talimat verdi."


   "Ama yola çıktığımdan beri bir mektup bile almadım." dedi Su Shiyu.


   "Kâhyanın bana yazdığı mektupta ayrıca yol boyunca sizi bulmaları için üç kişinin daha gönderildiği yazıyordu. Genç efendi onları da hiç görmemiş olabilir mi?" dedi Lan Yi şaşkınlıkla.


   "...Görünüşe göre birisi yolumuza çıkıyor." Kelimeler ağzından çıkarken cevap zihninde belirmişti çoktan. Su Shiyu fincanını tutarken bir an sessiz kaldı. Sonunda gözlerini kısarak kıkırdadı. Çayını içti.


   Lan Yi anlamakta zorlanarak baktı ona. Aniden aklına bir şey geldi. "Bu arada," dedi. "Astınız ihmalkar davrandı. Ciddi bir şey olmamasına rağmen, kahya mektupta bir şeyden bahsetmişti. Genç efendinin başkentten ayrılmasının ardından, sabah divanında Wei Song’un yerine Maliye Nazırlığı’na geçmesi için aday seçilmiş. Kâhya genç efendinin kimi istediğini bilmediğinden kendi inisiyatifiyle herhangi bir eylemde bulunmaya cesaret edememiş. Uzun tartışmalar sonrasında pozisyon Chu Partisi’nin eline geçmiş.”


   "Anladım." dedi Su Shiyu sakinliğini bozmadan. "Siz işleri düzene sokun, haberleri iletecek başka birilerini bulun. Ben gerisini çözmenin bir yolunu bulacağım."


   “Emredersiniz.”


   Su Shiyu çay fincanını bırakarak ayağa kalktı. "Başka bir şey olmadığına göre geri döneyim.”


   Lan Yi de onu takip ederek ayağa kalktı, iki adım attı ve kapıya ulaştığında ağzını tekrar açmaktan kendini alamadı. “Genç efendi.”


   "Evet?"


   "Şu..." Lan Yi tereddütle gözlerini kaçırdı. "Genç efendi, neden bu sefer Su Bai'yi sizi takip ederken görmüyorum?”


   Su Shiyu ona bakıp anlamla gülümsedi. "Onu görmek mi istiyorsun?"


   "Yalnızca bir hayalet o beyinsiz adamı görmek ister." diye ağzından kaçırdı Lan Yi. "Yokluğu çok daha huzurlu hissettiriyor. Öylesine sordum sadece."


   Su Shiyu güldü. "Ben de muhtemelen onu görmek istemezsin diye düşündüm, bu yüzden Su Bai'yi Changan'da bıraktım."


   "Ne?" Lan Yi aniden ona baktı. "Genç efendi, bunu, bunu yapmayın ya. Aslında ona o kadar da uyuz olmuyorum…”


   "Siz ikiniz karşılaşır karşılaşmaz tartışmaya başlıyorsunuz, bu yüzden birbirinizden uzak durmanız en iyisi."


   Lan Yi ona uzun uzun baktı, yüzü karmaşık bir ifadeye büründü. “Hayır ya…”


   Su Shiyu başını iki yana sallayıp gülmeden edemedi. Sonra uzaklaştı.


   "Genç efendi!" dedi Lan Yi endişeyle arkadan.


   "Su Bai konvoyla birlikte geriden geliyor. Muhtemelen birkaç gün içinde Xiangyang'a varacaklar." dedi arkasına bakmadan. Sesi nazikti. Figürü çoktan küçülmüştü.


***


   Nehir yüzeyindeki dalgalanmalar altın parçaları gibi parıldıyor, sular dağların rengini yansıtıyordu. Chu Mingyun'un gözleri uzaklarda bir yerlerdeymiş gibi görünüyordu. Saf beyaz parmak uçları düşünceye dalmış halde tekrar tekrar teknenin kenarına vuruyordu.


   Bunu hiç beklemiyordu işte.


   Ya da belki Su Shiyu’nun münzevi görünümünü uzun süre gördükten sonra unutmuştu. Evli olmaması, kalbinde birisinin olmadığı anlamına gelmezdi. Uzun süredir nişanlı olup da evliliğini uzun süre erteleyen çok insan vardı. Dahası, hükûmet yetkilileri arasında her zaman, ailelerinin güvenini sağlamak adına onlardan hiç bahsetmeyen insanlar olmuştu. 


   Su Shiyu'nun yüreğindeki duvarlar Changan'ın otuz metrelik surlarından çok daha yüksek, çok daha aşılmazdı. Bu nedenle telaş etmemiş, önlerinde uzun günler olduğunu söylemişti. Diğer insanların açgözlü bakışlarını görmezden gelebilirdi. Su Shiyu'nun ona inanmasını bekleyecek kadar sabrı vardı.


   Fakat o taştan yontulma adamın bir kadına bu kadar değer verebileceği aklına gelmemişti.


   Parmakları teknenin yan tarafına düştü, hafifçe kavramaktan kendini alamadı.



   Uzaklardan yaklaşan tanıdık ayak seslerini duymasıyla Chu Mingyun arkasını döndü. Su Shiyu adımlarını durdurdu. Önce kamaraya, ardından tekrar ona baktı. Gülümseyerek, "Henüz akşam yemeği yemediniz mi?" diye sordu.


   Chu Mingyun başını salladı. "Sizi bekleyeceğimi söylememiş miydim?"


   Su Shiyu belli belirsiz gülümsedi. Hizmetçiyi şarabı ısıtması ve yemekleri servis etmesi için çağırdı. Chu Mingyun'la birlikte masada karşılıklı oturdular. Fakat nedensiz bir sessizlik içindelerdi. Her biri kendi düşüncelerine dalmıştı.


   Bir süre sonra Chu Mingyun aniden, "Birkaç gün daha kalmayı düşünüyor musunuz?" diye sordu.


   "Buna gerek yok. Yarın yola devam edebiliriz." dedi Su Shiyu yüzünde bir gülümsemeyle. "Merak etmeyin Chu Bey, yolculuğumuz gecikmeyecek."


   Chu Mingyun çenesini kaldırdı. Başını eğerek ona baktı. Gözleri özenle yüzüne düştü.


   Su Shiyu rahatsız olarak öksürdü. Fincanını bırakıp ayağa kalktı. "Ben odaya döneceğim. Siz de erkenden dinlenin Chu Bey."


   Güzide beyaz figür kapının ardında kayboldu. Batan güneşin nehrin ortasına düşüşü sergileniyordu pencereden. Gökyüzü kararırken fenerler aydınlandı. Nehrin karşısındaki sefahat evinden gelen şarkılar duyuluyordu uzaktan. Yine o şarkıyı söylüyorlardı.


   Güneydeki gölette bir sonbahar günü nilüfer topluyor, çiçekleri aşıyordu boyu çoktan.


   Boynunu eğiyor tohumlarını alabilmeye, su misali berrak tohumlarını.


   …


   Nehir gibi uzuyor rüyalar, beyefendi dertlendikçe dertleniyorum ben de.


   Güney rüzgarı bilir ya arzularımı, batıya uçuruyor hülyalarımı.



   Chu Mingyun masaya uzanarak kolunu yastık yaptı başına. Birden Su Shiyu'nun şarap fincanını almak için uzandı. Dudaklarını fincanın ağzına dokundurdu, biraz soğumuş şarabı usulca içti.


Sonraki Bölüm


   Tosbağa Notu:


   Mevzubahis şarkı(şiir), bir kadının sevgilisine özlemini ifade ediyor.