Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 55: Dilediğin gibi yap, zararı yok.

 

   Ertesi sabah erkenden, müzik atölyesindeki genç hizmetçi Su Shiyu'yu görmek üzere tekneye bindi. Lan Yi Hanım’ın iyi niyetleriyle bir hediye gönderdiğini söylerken ince işlemeli bir kokulu kese uzattı.


   Su Shiyu başını sallayarak keseyi alırken içinde saklı olan kağıdın dış hatlarını yokladı. Hiç renk vermedi. Gözlerini kaldırdığında yanındaki hizmetçinin gözleriyle buluştu. Bu teknenin hizmetçisi yabancı görünüyordu. Göz göze geldiklerinde kız saygıyla gözlerini indirdi ve neredeyse fark edilmeyecek şekilde başını yukarı aşağı oynattı. Su Shiyu hemen anladı. Daha fazla bir şey söylemeden genç hizmetçiye kibarca teşekkür etti.


   Arkasını döndüğünde Chu Mingyun'un teknenin kenarına yaslanmış, ifadesiz bir yüzle kendisine baktığını fark etti. Onu görünce dönüp tekneye yola çıkmasını söyledi.



   Defne ağacı orkidelerle masmavi dalgaları kırıyor, suyun akışıyla günde yüz li gidiyorlardı. 


   Rüzgar yarı kapalı pencereden içeri giriyor ve şırıl şırıl akan suyun sesini getiriyordu beraberinde. Kamaranın sessizliğinde ara sıra oyun taşlarının tahtaya konulma sesi duyuluyordu yalnız. Hayvanlı buhurdanlıktan ince dumanlar yükseliyor, usul usul havaya karışıyordu. 


   Chu Mingyun kitabı kapatıp alçak masanın üzerine koydu ve yan tarafına baktı. Su Shiyu yine kendine karşı oynuyor, parmaklarının arasında beyaz bir taş parlıyordu. Gözleri dalgın dalgın bakmasına karşın uzun süredir bir hamle yapmamıştı. Oyun tahtasına baktı, zor bir durumda değildi. Bakışlarını tekrar Su Shiyu'nun yüzüne çevirdi, aniden karşı tarafın aklından neler geçirebileceğini düşündü.


   Ne de olsa eski zamanlardan beri yüzükler bir sözleşmeyi, kokulu keseler niyeti ifade etmişti.


   Yüreğindeki yangını dindirmesi çok zordu. Ufak tefek arzuları bir çayır yangını gibi kıvılcımlanmış, ciğerlerini bile alev içinde bırakmıştı artık. Chu Mingyun kaşlarını çattı sımsıkı. Bir süre sonra öne doğru eğilip başını Su Shiyu'nun bacaklarına yasladı.


   Su Shiyu bir anda irkilerek kendine geldi. Taş, teknenin zeminine düşerek takırtıyla yuvarlanıp gitti. Başını eğerek Chu Mingyun'un gözleriyle buluştu, huzurlu ve sessizdi. Ne yapacağını bilemeyerek güldü. "Chu Bey, uykunuz mu var?"


   Chu Mingyun gözlerini indirdi, belli belirsiz bir "hm" sesiyle beline sarıldı. Su Shiyu onun dokunuşundan kaçınmak için daha dik oturdu ve elini engelledi. "Madem uykunuz var, odanıza dönüp dinlenseniz iyi olur. Burada uzanmanız pek rahat olmayacaktır. Ayrıca…" Durakladı ve bir nefes aldı. Tereddüt ettikten sonra Chu Mingyun'un kafasını hafifçe itti. "Bu naçiz Su'nun dizleri gerçekten başkalarına yastık olamaz."


   "Başkalarıyla temasta bulunmaktan hoşlanmadığınızı geçmişte söyleseydiniz, belki buna inanırdım yine." Chu Mingyun bir elini yere dayayarak doğruldu. Yüzünü ona döndü ve gülümser gibi bir ifade takındı. "Genç hanımı kucaklayarak götürüyorsunuz fakat bana yastık olamıyorsunuz. Su Bey’in muamelesi bariz şekilde farklı."


   "Lan Yi yürüyemiyordu. Beni özel olarak davet ettiği için onu evine bırakmalıydım."


   "Yaa?.." Chu Mingyun başını eğerek ona baktı. Gözlerini hafifçe kısıp gülümseyerek, "Su Abi?" dedi.


   Su Shiyu elinin titremesine engel olamadı. İfadesine dikkatlice bakarak, "...Sizin derdiniz ne?" diye sordu.


   "Kıskanıyorum." diye fısıldadı Chu Mingyun. Daha ciddi olamayacak bir ifadeyle, en ufak bir şakacılık içermeksizin.


   Yalnızca bir cümleydi açıkçası, fakat az önceki taş gibi ansızın düşmüştü kalbine. Hazırlıksız yakalanmıştı. Darbe göğüs boşluğunda yankılandıkça yankılandı, her bir hecesi titredi. Su Shiyu onun gözlerinin içine baktı, ışıltılar taşarken renkler akıyordu bu bir çift gözde. Teknenin penceresinin ardındaki dağlar ile nehirleri, bir de en önemlisi, kendi şaşkın bakışlarını yansıtıyordu derinliklerinde.


   Uzun süre bir o yana bir bu yana dönüp duran düşünceler birdenbire yerine oturdu. Su Shiyu uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra aniden usulca güldü. "Lan Yi sadece benimle benzer ilgi alanlarına sahip bir arkadaşım."


   "Sadece bir arkadaş mı?" Chu Mingyun ses tonunu bozmadan güldü.


   Su Shiyu iç geçirdi. "Onun mizacı benim tercih ettiğim gibi değil ayrıca. Kendi başınıza ne tür yargılarda bulunuyorsunuz?"


   "O halde tercihiniz nedir?" diye sordu Chu Mingyun.


   Su Shiyu bunu duyduğu gibi bir an düşündü. Sonra sakince, "Bu konu üzerinde ciddi olarak düşünmedim. Ancak daha önce, hanedanlığın durumunun daha istikrarlı hale gelmesini bekledikten sonra bir aile kurmayı, memurların kızını seçmemeyi, okumuş ve bilgili, nazik bir kadın bulmayı planlıyordum." dedi.


   "...Gerçekten de sizin tarzınız bu." Chu Mingyun aniden omzunu tuttu. Yaklaşarak gözlerini ona dikti. "Ama buna izin vermiyorum. Su Shiyu, ben hayatımın geri kalanında seninle sarmaş dolaş olmak istiyorum."


   Su Shiyu da ona baktı. Konudan kaçınmadan, "Nasıl sarmaş dolaş olmayı düşünüyorsunuz?” diye sordu.


   "Eğer evlenirsen kesinlikle düğün salonunu yakmaya giderim, karının yolunu kesip öldürürüm, seni kaçırırım." Sözleri şaka gibi görünse de bastırılmış, yoğun bir inat sergiliyordu ortaya.


   Su Shiyu gözlerini indirerek kıkırdadı. "Ya sevdiğim biriyse?"


   Sevdiği biriyse bile onları acımasızca ayıracak, onu alıkoyacak, acı içinde bırakabilecek miydi?


   Vazgeçmeye razı olabilir miydi?


   Mantıksız bir sessizlik oldu. Chu Mingyun'un dudakları gerildi. Uzun bir süre sonra hiç tereddüt etmeden, "Peki sevdiğin biri var mı?" diye sordu.


   Su Shiyu gözlerinde bir gülümsemeyle ona baktı, "Elbette var." dedi.


   Chu Mingyun afalladı, ifadesi tamamen değişti. Bir eli Su Shiyu'yu yere itip zorbaca bastırdı. Yüz hatları bıçak gibi soğuktu. "Kim o?"


   Su Shiyu mücadele etmedi. Güzelce uzanıp gülümseyerek baktı ona. "Neden bir tahminde bulunmuyorsunuz?"


   "Aslında kim olduğu önemli değil." Chu Mingyun alaycı bir kahkaha attı. Bir süre ona dikti gözlerini ve aniden, "Seni böyle öpersem ne yapacaksın?" dedi.


   Muhtemelen Su Shiyu'nun omzunu ne kadar sıkı tuttuğunun farkında bile değildi. Elinin arkasındaki damarlar açıkça görülebiliyordu. Yine de Su Shiyu kaşlarını bile çatmadı. Gülümseyerek ona bakmaya devam etti. Tek kelime konuşmadı.


   Chu Mingyun eğildi ve yavaş yavaş aşağı doğru bastırdı.


   Mürekkep karası gözlerinin içinde yalnızca kendi silüetini görebiliyordu. Yatıştırıcı tütsünün kokusunu açık açık alacak kadar yakındı ona. Buna karşın Su Shiyu birden, kayıtsız bir tonla konuşmaya başladı. 


   "Benimle Huainan'a yalnız gitmeyi teklif ettiniz. Yolculuk boyunca birbirimizden ayrılmadık hiç. Başkentle irtibatımı kesmek ve saraydaki kendi işlerinizi kolayca halledebilmek içindi.”


   Bir soru değil, kesin yargıydı. Chu Mingyun’un bedeni dondu. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Bu sırada Su Shiyu devam etti.


   “O zamanlarda kendinizi kesik kollu olarak gösterdiğinizde sebebi benden hoşlanmanız değil, benden bilgi edinmenizi açıkça kolaylaştırmak içindi.

   O zamanlarda evinizdeki güzel hanımları da aşkınız sebebiyle değil, tüm tarafları gönderdikleri casusları kendilerine karşı kullanmak için kovdunuz. Ve muhtemelen hepsi de öldü."


   Durakladı. Geniş mi geniş bir gülümseme sergiledi. Karlı arazilerin saf soğuğunda olanca yakıcılığıyla açan kayısı çiçekleri gibi açıktı eşi benzeri görülmemiş duyguları. Su Shiyu her zamankinden farklıydı. Yine de sesi hâlâ sıcaktı. "Biliyorum. Bunlardan çok daha fazlasını."


   Chu Mingyun'un buz tutmuş göller gibi donan gözlerine baktı. Yavaşça güldü, ardından elini boynuna götürdü. İkisi arasında kalan mesafeyi tamamen sildi. Su Shiyu başını hafifçe yana eğerek dudaklarının köşesini öptü usulca. "Ama bunlar umurumda değil."


   Chu Mingyun şaşkına döndü. Vücudunu kaldırdı ve ona inanamayarak baktı. Zihni boşaldı. Bunun bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadı.


   Sıcacık eli yüzüne dokundu, yine hatlar boyunca aşağı indi. Su Shiyu çenesini kavrayarak öptü onu.


   Dudakları ile dili sıcak ve yumuşaktı. Şiddetle titredi. Vücudunu indirerek Su Shiyu'nun yüzünü kavradı. Artık kendini tutamadı. Bir anda savunmadan saldırıya geçti. Dişlerinin arasındaki çay aromasını tattı. O kadar istekli ve coşkuluydu ki Su Shiyu’nun bile neredeyse anında nefesi kesilmişti.


   Chu Mingyun onun bir anlığına nefes almasına izin verdi. Sonra alnını ve kaşlarını öptü titizlikle. Saf beyaz parmakları omzundan aşağıya doğru köprücük kemiğinin, omurlarının ve kürek kemiklerinin izini sürüyordu santim santim. Uzun zamandır yalnızca baktığı, zihnine kazıdığı ve düşünüp durduğu o zarif figür şimdi elinin altında hafifçe titriyordu. Sıcaklık giderek artıyordu.


   Kıyafetleri dağılmış, adabını kaybetmişti. 


   Kıvılcımın başlattığı çayır yangını, en soğukkanlı ve kendine hakim adamın, başmüfettiş beyin bile iradesini küllere katmıştı. Ta ki Chu Mingyun'un dizinin bilinçsizce bacaklarının arasına bastırdığını, avucunun omurgası boyunca aşağı indiğini ve durmaya niyeti olmadığını fark edene dek. Kafa karışıklığından kurtularak aceleyle Chu Mingyun'un eline bastırdı. İnce sesiyle, "Niyetin…" dedi. Su Shiyu uygun kelimeyi düşündü. "...Üstümde olmak mı?"


   "Shiyu." Chu Mingyun kulak memesini öptü. Dokunuşu uyuşturuyor, nefesi yakıyordu. Tatlılıkla fısıldadı. "Seni istiyorum."


   Sesi hafif boğuktu. Neredeyse mırıltı gibiydi. Dudaklarını ve dişlerini defalarca arzuyla hareket ettiriyor, adını tekrar tekrar söylüyordu.


   Seni istiyorum.


   Tereddütlü bir sessizliğin ardından Su Shiyu sonunda tuttuğu eli yavaşça bıraktı.


   Chu Mingyun aniden ayağa kalktı. Tepki vermesini beklemeden onu kaldırıp kucağına aldı. Su Shiyu biraz şaşırdı. "Sen..."


   "Seni odama götüreceğim." Chu Mingyun'un dudakları alnına bastırıldı. Ağır soluklanışını gizleyemedi. "Teknenin zemini çok sert. Daha sonra kendini rahatsız hissetmenden korkuyorum."


   Odanın oymalı kapısı sımsıkı kapandı. Su Shiyu'yu yatağa yatırdı, püsküllü perdeleri uğraşmadan indirerek ikisini dünyadan soyutladı. Kendi dünyaları yavaş yavaş nefesle doldu. Perdelerin dışında, yatağın başındaki mumun gölgesi titriyor, yumuşak kırmızı puslu ışığın içinden Su Shiyu'nun yüzünde muhteşem bir kızıl renkte haleler bırakıyordu. Yeşim saç tokası yastıktan aşağı kayıyor, uzun siyah saçlar iç içe geçmişken ince bir koku süzülüyordu.


   Chu Mingyun yatağın altındaki gizli bölmeden oymalı ahşap bir kutu çıkardı. Açar açmaz içindeki tatlı bir merhem kokusu doldurdu içeriyi. Su Shiyu hemen anlayarak ona şaşkınlıkla bakmaktan kendini alamadı. "...Böyle bir şeyi nereden buldun?"


   Chu Mingyun başını eğip gülümseyerek baktı ona. "Bazı şeyleri göz önünde bulundurayım diye birçok insan bana rüşvet veriyor. Elimde çok daha fazlası var." Eğildi, usulca iç çekti. Terli alnı Su Shiyu'nun alnına sürtündü ve sesi boğuklaştı. "Hepsini kullanmam için bana eşlik etmeye ne dersin?"


   Nasıl cevap vermeliydi buna? Bu sevgi dolu bakışlara, nehir sularının kaynağı gibi gözlere, yemyeşil dağlar gibi kaşlara, nasıl cevap vermeliydi?


   Boğazına bir yumru sıkışmıştı sanki. Su Shiyu gözlerini hafifçe kapatmaktan kendini alamadı. Başını eğip kirpiklerine bir öpücük kondurdu. 


   Sandal ağacı yatıştırıcı tütsü ile karıştı, iç içe geçti ve yatakta savrulup dururken zayıf bir koku sızdırdı dışarıya.


   Fırça tutup yazmaya, telleri tıngırdatmaya alışkın olan zarif eklemleri aniden sımsıkı kavradı vücudunun altındaki ince çarşafı. Su Shiyu dişlerini sıkarak iliklerine işleyen acıya dayandı. Kendini dizginlemek için elinden geleni yaptı ve ince bir mırıltı çıkardı ancak. Chu Mingyun çarşafı sıkan elini gevşeterek tuttu, hafifçe öptü ve omzunun üzerine çekti. Diğer eli bir hafif bir ağır olarak boynunun arkasını okşadı. Kalbi öyle acıdı, öyle endişelendi ki ne yapacağını şaşırdı. Yumuşak bir sesle onu ikna etmeye çalıştı sadece. "...Shiyu, huysuzlanma." Gözlerinin köşelerini yalayarak devam etti. "Huysuzlanma… Rahat ol… Daha nazik olacağım, korkma..."


   Nefes nefese kalan Su Shiyu ona sarıldı, sesindeki titremeyi bastırdı ve aniden gülümsedi. "...Sorun yok."


   Dünya ne denli büyükse öyle sıcak ve yumuşaktı.


   "…Sorun yok."


   Dilediğin gibi yap, zararı yok.


   Alnından akan ter kaşlarının kenarlarından süzülüyor, nihayet dişlerinin aralanmasıyla öpülüyordu.


   Bembeyaz ayaklar ince örtünün altından dışarı kaydı. Gerginken bir an sonra hafifçe titredi. Hareketleri sırasında birçok güzel kıvrım ortaya çıktı. Onları kavradı, parmaklarıyla ayak bileklerini ovuşturdu.


***


   Mum ışığı küle döndü. Tütsü kırıntıları buhurdanlığı doldurdu. Yağmur dindi, bulutlar dağıldı nihayet.


   Chu Mingyun, Su Shiyu'ya sıkıca sarıldı. Dudaklarını kulağına bastırdı. Gözlerindeki gülümseme yıldızlar kadar parlaktı. Uzun süre suskun kaldı. Uzun uzun düşündü. İçi sevinçle doluydu ama ne söyleyeceğini bilmiyordu. Sonunda dudaklarını büzüp sessizce güldü. Çok yumuşak, çok yavaş bir şekilde, "Shiyu,” dedi, “çok mutluyum." 


   Yalnızca bu cümle kaldı geriye. Çok mutluyum, beni seviyorsun, benimsin, çok mutluyum.


   Uzun bir süre cevap alamayınca başını yana çevirdi ve Su Shiyu'nun gözleri kapalı, çoktan uykuya dalmış olduğunu gördü. Chu Mingyun dudaklarının köşesini öptü, gözlerini kapattı ve uyurken ona sarıldı.


   O gözlerini kapattıktan kısa bir süre sonra Su Shiyu yavaşça gözlerini açtı. Hem kaygılıydı hem de aklı karışık. Uzunca bir süre yatağın tavanına bakakaldı.


   Teknenin dışında nehir gürül gürül akıyordu. Uzun bir sessizliğin peşinden pencere çerçevesinde bir tıkırtı duyuldu ansızın. Su Shiyu yan tarafa baktığında ayağına bambudan bir mesaj borusu bağlanmış siyah tüylü bir kuşun pencereden içeri girdiğini gördü. Yastığının yaşındaki yeşim saç tokasına uzanarak dışarı fırlattı. Yeşim saç tokası olanca gücüyle bir ok gibi saplandı, siyah kuş sızlanarak pencereden aşağı düştü.


   Boynunun kıvrımına gömülü olan kafa sanki rahatsız olmuş gibi kımıldandı. Chu Mingyun sersemlemiş bir halde yavaşça gözlerini açtı.


   Su Shiyu dönüp ona sarıldı ve kulağına "Bir şey yok, uyu." diye fısıldadı.


   Gerçekten duymuş muydu onu bilinmez. Su Shiyu'ya sımsıkı sarıldı ve tekrar gözlerini kapatıp uykuya daldı. Su Shiyu sessizce ona baktı. Sonunda o da gözlerini kapatıp uykuya daldı.


   Chu Mingyun'un planıyla başa çıkmak için yüzlerce yol düşünebilirdi ama canını en yakanını seçmişti.


   Sebebini çok iyi biliyordu. Duygularına dur diyememişti. Açgözlüydü insan. Aklı fazlasıyla karışmıştı. Ulaşamayacağı bir özleme tutunmuştu. Boş bir hayal bile olsa buna seve seve katlanırdı.