Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 56: Çünkü ölemezdim. Yaşamak zorundaydım.

 

   Başmüfettiş beyin çalışma ve dinlenme saatleri daima mükemmel bir rutin içinde olmuştu. Yalnız bu sefer, her zamanki gibi uyanmasına rağmen kalkamadı.


   Tüm vücudu ağrı içindeydi. Bedeninin büyük çoğunluğu bir başkası tarafından sımsıkı sarılmıştı. Kımıldayamıyordu. Su Shiyu omzu ve göğsündeki belirsiz izlere bir göz gezdirdi. Yorganı sessizce yukarı çekerek Chu Mingyun'la ikisini güzelce örttü. 


   Şafak vaktinin ince ışıkları pencereden odaya düştü. Chu Mingyun hâlâ derin bir uykuda gibi görünüyordu. Başını Su Shiyu'nun omzuna gömmüş, yüzünün yarısı gölgeler içinde gizlenmişti. Kuzgun karası saçları dağılmıştı alnına. Kaşına gözüne sessizlik hakimdi. Ilık nefesi boynunun yan tarafına usulca iniyordu.


   Su Shiyu yana dönerek ona baktı, sessizdi, odaklanmıştı.


   Bir süre sonra Chu Mingyun'un dudakları hafifçe kıvrılıverdi. "Daha fazla bekleyemiyorum Shiyu." Henüz gözlerini açmadan, kısık bir sesle konuştu ansızın. "Böyle uzun uzun beni seyrediyorsun da öpmeyi düşünmüyor musun?”


   Su Shiyu şaşkına dönerken Chu Mingyun gözlerini açtı. Gözlerinin içi gülüyordu. "Öyleyse ben öpeyim." Su Shiyu’nun tepki vermesini beklemeden dudakları ile dilleri birbirlerine dolandı. Sıcaklık giderek arttı. Ta ki soluklanmak için ayrılana dek. Bu boşluktan fırsatla Su Shiyu, Chu Mingyun'un göğsüne koydu elini.


   Chu Mingyun'un dili dudaklarının kenarını yaladı. Ona hafif bir tatminsizlikle baktı. "Sorun ne?"


   Su Shiyu nefesini düzenleyerek, "Kalkma vakti." dedi.


   "Bu ne acele?" Chu Mingyun güldü, elini beline kaydırdı ve çimdikledi. "Buran ağrımıyor mu artık?"


   Parmaklarının altındaki yumuşaklık hissi anında etine kemiğine işledi. Su Shiyu onun elini çekti. "Bugün Huainan sınırından girdikten sonra karaya çıkacağız. Daha ne kadar oyalanmayı planlıyorsun?"


   "Çok uzun sürmeyecek." Chu Mingyun elini tuttu.


   Su Shiyu nazikçe kıkırdadı. "Ya kahvaltı yapmayacak mısın?"


   Chu Mingyun onun elini tutarak yüzünü ovuşturdu. Sözleri duyduğunda dudaklarını kemirdi. Başını eğerek ona dikti gözlerini. Yüzü başlı başına şefkatle doluydu. Gülüp hecelerini uzaratak, "Su Abi gelip beni yiyebilir ki." dedi.


   Bu manzara çıplak omuzlarını ve boynunu mükemmel bir şekilde tamamlıyordu. Kuzgun karası saçları saf beyaz, narin tenine yayılmıştı. Su Shiyu gözünü ondan alarak kalbindeki huzursuzluğu bastırmak için derin bir nefes aldı. Nazik bir güç ve kararlılıkla başını itti. "Kalk."



   Giyinmek ve yemek yemek bir başka çılgınlık dalgasıydı. Fakat neyse ki Chu Mingyun işlerini tamamen unutmamıştı. Su Shiyu alçak boylu masada go oynarken ona sataştı. Ardından karşısına oturarak masanın üzerine kağıt ve mürekkep taşını serdi.


   Su Shiyu go taşlarını rahat rahat koyuyordu tahtaya. Sonra dönüp dikkatle el yazısına baktı. Keskin ve güçlüydü. Her kelimeyi okudu ve aniden farkına vararak, "Savaş kitabını ezberden mi yazıyorsun?" diye sordu.


   "Hm." diyerek karşılık verdi Chu Mingyun. "Bu daha önce Luo Xin'e verdiğim kitap. Erkenden yazayım ki eğer içindeki stratejilerden kullanmışsa daha sonra bakıp bulması daha kolay olsun."


   Su Shiyu başını salladı, hâlâ onun yazmasını izliyordu.


   Chu Mingyun kollarını kaldırdı ve mürekkebe batırdı. Ona bakıp gülümseyerek, "Bu kitabı okumuş muydun?" diye sordu.


   "Uzun zaman önce görmüştüm, hâlâ bazı izlenimlerim var."


   "Uzun zaman önce mi?" Chu Mingyun hafifçe kaşlarını kaldırdı. "On beş yaşındayken babanla Hunlara boyun eğdirmeye gittiğin zaman mı?"


   Su Shiyu gözlerini hafifçe kapattı, sakince cevap verdi. "O zamanlardı."


   "...Hiç Liangzhou'ya gittin mi?" diye sordu Chu Mingyun.


   "O zamanlar babamın beni almam için gönderdiği şehir Liangzhou’ydu." dedi Su Shiyu. Ancak onun başını salladığını ve daha fazla soru sorma niyetinde olmadığını gördü. Bir anlık tereddütten sonra nazik bir sesle devam etti. "Hunların geri çekilmesinin öncesinde Liangzhou’yu Yuwen Xiao kılıçtan geçirmişti çoktan, şehir bomboştu. Sadece o ölü bedenleri toprağa vermeleri emredilmişti hayatta kalan askerlere.”


   Chu Mingyun gözlerini pirinç kağıdına indirdi. Kederi neşeden ayırt etmek zordu. Fırçasını oynatmayı hiç bırakmadı. Bir an sonra aniden, "Kulede gerçekten asılı bir kadın var mıydı?" diye sordu.


   Su Shiyu bir şey fark etti aniden. Bir süre sessizce ona baktı. Başını salladı. "Vardı. Babam bile onun tuhaf bir kadın olduğunu söylemişti. Naaşını gömebilmek için aile üyelerini bulmak istemiştim aslında fakat çok uzun zaman geçmişti, artık tanınamayacak haldeydi. Sonunda onu kendi ellerimle gömmekten başka çarem kalmamıştı.”


   "İyi öyleyse." Chu Mingyun gülümsemiş ancak yazısı duraklamıştı. Yoğun mürekkep yavaş yavaş pirinç kağıdının üzerine yayıldı. Bir süre sonra gülmekten kendini alamadı. "Çocukken ablamla kavga ettiğim zamanları hâlâ hatırlıyorum. Her seferinde beni kuleye asıp dövmekle tehdit ederdi. Sonunda asılanın o olacağı hiç aklıma gelmezdi. Hak etti bunu.”


   Sanki çok basit bir meseleymiş gibi kayıtsız bir sesle söylemişti bunları. Su Shiyu kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. Yumuşak bir sesle, "Mezarın nerede olduğunu hâlâ hatırlıyorum. İstersen gidip onu görebilirsin." dedi.


   "Seni ablamı görmeye götüreceğim kesin bir kere." Chu Mingyun gözlerini kaldırıp ona baktı. Kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Gözleri derindi. "Ama benim onu ​​görme zamanım henüz gelmedi."


   Sözleri ağır manalar taşıyordu. Su Shiyu daha fazla sormadı. Belirsiz bir gülümsemeyle bakışlarını çekti, parmaklarının arasındaki taşı bıraktı.



   Akşamın alaca karanlığında tekne Huainan sınırına vardı. Ana yola döndüler, kimliklerini gizleyerek şehre girdiler. Havanın iyice karardığını görünce Fengtai ilçesinde mola vermeye karar verdiler. Kaba bir tahminle, Huainan'ın merkezi Shouchun'a varmak için yalnızca birkaç günleri kaldığını hesapladılar.  


   Handaki işler patlıyordu. Chu Mingyun parayı masaya bıraktı. Neşeli müşterilerin üzerinde gezindi gözleri ve hancıya, "Daha birkaç gün önce Huainan’ı isyancılar vurmamış mıydı, burası nasıl hâlâ bu kadar canlı?" diye sordu.


   "Efendim, siz de diyorsunuz ki bu birkaç gün önceydi. Kargaşa artık temelli dinmedi mi?" Hancı parayı alırken gülümsedi. "Xiling Valisi’nin sıkı savunması sayesinde çatışma tamamen Shouchun civarıyla sınırlı kaldı. Bu bizi burada Fengtai'de hiç etkilemiyor, neden umurumuzda olsun?"


   Chu Mingyun hafifçe kaşlarını çattı. Su Shiyu'yla birbirlerine baktılar.


   Hancı elini kaldırarak garsonu çağırdı. "Gel de bu iki misafirimizi üst kattaki iki boş odaya götür."



   Su Shiyu pencereyi açarak dışarı baktı. Gece zifiri karanlıktı. Yeni ay henüz tamamlanmamıştı. Uzun cadde ışıl ışıl aydınlatılmıştı fenerlerle. Uzaktaki balıkçı tekneleri gecenin geç saatlerinde şarkılar söylüyordu. Huzur ve neşe dolu bir manzaraydı. Kargaşanın esamesi okunmuyordu.


   Arkasındaki kapıya nazikçe vuruldu birden. Onun kapıyı açtığını gören, teknede onu takip eden hizmetçi diz çökerek selam verdi. Sesini alçaltarak, “Genç efendi, lütfen astınızı takip edin.” dedi.


   Su Shiyu yandaki odaya bir bakış attı. Gürültü yapmadan kapıyı kapatıp ayrıldı.


   Eğimli büyümüş bir ağaç, mermer zeminli sokağa düşen ay ışığının çoğunu engelliyordu. Sokağın sonu karanlıkken kulübe mum ışığıyla parıldıyordu. Burada bekleyen diğer birkaç ast da diz çöküp selam verdi.


   Odanın ortasındaki masaya, üzeri siyah örtüyle kapatılmış bir kafes konmuştu. Kederli bir kuşun sesi duyulabiliyordu hafiften. Hizmetçi öne çıkıp kalın örtüyü çekerek demir kafesteki göze çarpmayan siyah tüylü kuşu ortaya çıkardı. Ayağına bambudan yapılma bir mesaj tüpü bağlıydı. Kuş huzursuzca sağa sola vuruyordu.


   "Özel olarak yetiştirilmiş bu kuş çok akıllı. Astlarınızdan hiçbiri daha önce böyle bir şey görmemişti. Sizin talimatınızla onu yakaladık ancak mektubu alamadık. İzinsiz hareket etmeye cesaret edemedik. Bu yüzden genç efendiden bir karar vermesini istemek zorunda kaldık." Hizmetçi özür dilercesine konuşmuştu.


   "Mektubu neden alamıyorsunuz?" diye sordu Su Shiyu.


   "Bu kuş insanları kokularından tanıyabiliyor gibi görünüyor. Dokunulduğu anda mücadele ediyor ve hatta zorlandığında mektubu gagalayarak parçalamaya yelteniyor. Astınızın elinden gerçekten hiçbir şey gelmiyor.”


   Su Shiyu başını salladı. Siyah tüylü kuşu bir süre süzdükten sonra kafesin kapısını açarak içeri uzandı. Yandaki hizmetçi aceleyle uyardı: "Genç efendi, dikkatli olun, çok sert gagalayabilir!"


   Su Shiyu yavaşça uzanıp yaklaştı. Tam kuşun boynunu kavramak üzereyken siyah kuş aniden çığlık atmayı bıraktı. Başını eğerek gagasını uslu uslu parmaklarına sürttü.


   Odadaki diğer insanlar o kadar şaşırmışlardı ki Su Shiyu'nun sorgulamasından korkarak panik içinde diz çöktüler. "Siz de biliyorsunuz ki genç efendi, astlarınızın sizi kandırmak ya da rahatsız etmek gibi bir niyetleri yok! Büyük… Büyük ihtimalle çok uzun süren karışıklık genç efendiyi kendi efendisiyle karıştırmasına sebep olmuştur…”


   Su Shiyu belirsiz bir ifadeyle elini geri çekti, kendi avucu ile kol yenini kokladı. Değişik bir koku bulamadı. Fakat aniden aklına bir şey geldi. Güzel yüzü, fark bile edilemeyecek bir çabuklukla kırmızıya büründü. Zihnini dizginledi ve kayıtsızca, "Anladım, sizi suçlamıyorum." dedi.


   Herkes rahat bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı.


   Siyah kuşun ayağındaki gizli mektubu çıkardı. Kuş kolundan omzuna doğru sıçradı. Sanki şefkat gösteriyormuş gibi iki kez seslendi.


   Mektubu açtığında tanıdık, keskin bir el yazısı ile karşılaştı. Yavaşça okudu Su Shiyu. Kaşları bilinçsizce çatıldı. Yüzünde sık sık beliren gülümseme bile soldu.


   Hizmetçi tedirgin bir şekilde onun bu bakışı üzerine tahminler yürüttü. Ne var ki yüzü bir kayıtsızlaşıyor, bir karmaşıklaşıyordu. Sonuçta bir karara varamadı.


   Nihayetinde genç efendisinin mektubu bıraktığını duydu. Uzun bir süre sonra yavaşça iç geçirdi. “Kurt zalim doğmuş, zalim kalır.” Duyguları okunamıyordu.


   Su Shiyu yan tarafta hazır duran fırçayı aldı. Hizmetçiye mektup kağıdı serdirtti. Bir süre düşündükten sonra Chu Mingyun'un el yazısını taklit ederek yazmaya başladı. Mektubu bitirip bambu tüpün içine tıktı ve siyah kuşu tekrar kafese koydu. Sonra arkasını dönerek, "Daha sonra onun uçup gitmesine izin vereceğim. Şu andan itibaren, ne olursa olsun onun mesajlarını yakalayıp bana rapor edin.” diye emretti.


   “Emredersiniz.”



   Gece yarısı ince bir rüzgar yükseldi, beyaz ay ışığıyla birlikte pencereden içeri sızarak ortalığı biraz serinletti. Su Shiyu uzun bir süre gözlerini kapattıysa da hiç uykusu yoktu. Sadece binanın dışındaki sesleri dinliyordu. Düşüncelere dalmıştı.


   Sessizliğin içinde bir hışırtı duydu aniden. Biri yorganı kaldırıp içeri girerek ona sarıldı. Su Shiyu şaşkınlıkla gözlerini açtığında Chu Mingyun'un gülümseyen gözleriyle karşılaştı. Ay ışığı ince iplikler misali zayıfça düşüyor, parlak, gümüşî kırağı gibi şakaklarını okşuyor, kirpiklerine inerken sisleri andırıyordu. "...Ne oldu?"


   "Seninle yatmak istiyorum." Chu Mingyun ona baktı.


   Su Shiyu onun beline doladığı elini çekmek istedi. "Yarın yola çıkmamız gerek..."


   "Hiçbir şey yapmayacağım." diye ekledi Chu Mingyun aceleyle. "Sadece sana sarılacağım."


   Su Shiyu durakladı, kafasının karışmasına engel olamadı. "Neden?"


   "Tek başıma uyuyamıyorum." dedi Chu Mingyun dürüstçe.


   "Gerçekten mi?" Su Shiyu gülümsemeden edemedi. "Peki daha önce nasıl uyuyordun?"


   Kaşlarını hafifçe çattı, sesi biraz alçaldı. "Daha önce tam olarak uyuyabildiğim söylenemez. Sürekli kabuslar görüyordum ve çevreme karşı temkinliydim. Bir türlü rahat edemiyordum."


   Su Shiyu bir an sessiz kaldı. Uzanıp onu yastığa düzgün bir şekilde yatması için çekti. "...Ne kabusu?"


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. Uzun süre dikkatlice düşündükten sonra, "Tangyuanların hepsinin aşırı tuzlu olduğunu görürdüm. Gerçekten yenmiyordu." dedi.


   "..." Su Shiyu, "Odana dön." dedi.


   Chu Mingyun yüksek sesle güldü. Kollarını ona doladı sıkıca ve alnını yasladı. "Hayır," dedi ışıldayan gözleriyle. Su Shiyu'nun tekrar konuşmak üzere olduğunu görünce gözlerini indirdi. Su Shiyu'nun yüzünün yanını ovuşturarak kocaman bir gülümsemeyle, nefesi Su Shiyu'nun yüzüne dokunurken kulaklarına, "Shiyu, Shiyu…” diye fısıldadı.


   "Chu..."


   "Su Abi." Chu Mingyun onun boynunu öptü.


   "..." Bütün vücudu kaskatı kesildi, saç dipleri gerildi. Hakimiyet sağlamaya çalıştı tekrar tekrar ama son derece çaresizdi. "Tamam, kovmayacağım seni."


   Chu Mingyun kısık bir kahkaha attı. Ona yaslanan göğsü hafifçe titredi. Bir süre sonra yavaş yavaş, uzun bir iç çekişe dönüştü kahkahası. Çok hafif, çok alçak bir sesle konuşmaya başladı. "Rüyamda Liangzhou’dan kaçarken görürdüm kendimi. Her yer kan pıhtılarıyla, et parçalarıyla doluydu. Üzerlerine bastığımda çizmelerimin tabanı kayıyordu. Hızlı koşamıyordum hiç. Buna karşın ardımdaki süvariler hâlâ kılıç savuruyor, beni ayakları altına almaya geliyorlardı. Yavaşlayamazdım."


   Su Shiyu gözlerini kapattı hafifçe. Kollarını kaldırarak ona sarıldı.


   “Küçük bir çocuk vardı. Israrla elbisemin kolundan çekiştiriyordu. Beni çok yoruyordu. Gerçekten onu tekmelemek istiyordum.” Chu Mingyun, Su Shiyu'nun kollarına gömüldü. "Sonra kafası uçtu, birkaç metre kan saçıldı etrafa, her tarafıma bulaştı. Yine de eli kolumdaydı hâlâ. Gerçekten sinir bozucuydu. Uzunca bir süre katlanmıştım ona, mümkün olan en kısa sürede tekmeyi bassam daha iyi olurdu.”


   "Shiyu, arkama bakmadım hiç." Ona doladığı kollarını sıkılaştırdı. Fısıldadı, "Bu rüyayı sayısız kez gördüm ve ben bir kez bile arkama bakmadım.

   Çünkü ölemezdim. Yaşamak zorundaydım."


   Su Shiyu sessiz kaldı. Parmaklarını sıktı yavaş yavaş. Uzun bir sürenin ardından elini gevşeterek onun başını okşadı.


   Chu Mingyun başını kollarından kaldırdı. İfadesi derindi. Uzun uzun ona baktı ve bir parça gülümsedi. "Shiyu, bana her baktığında seni öpmeyi o kadar çok istiyorum ki..."


   Su Shiyu tek kelime etmeden ona dikti gözlerini.


   "Bir sefercik sadece." Chu Mingyun kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Yaklaştı ve onu öptü. Gözlerini kapattı, "Uyuyalım hadi." dedi.