Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 68: "Zaman zaman yanlış bir düşünceye kapılıyor, senin gerçekten de böylesi derin duygular beslediğini zannediyorum.”

 

   Vali konağının kırmızı kapıları ardından sertçe kapandı, sessiz gecede dinmeyen bir kavganın çatışması yankılandı.


   Su Shiyu arkasına baktı, tekrar iç çekiyordu ki kanı hızla yükseldi. Sesini zorla bastırarak iki defa öksürdü. Su Shiyu yanındaki Chu Mingyun'a döndü tekrar. Gözlerini hafifçe indirmişti, yüzü bembeyaz kesilmişti ve az öncesinden beri konuşmamıştı. "Yaralandın mı?"


   Chu Mingyun gözlerini kaldırarak ona baktı, dudaklarının bir köşesinde hâlâ küçük bir gülümseme vardı. Konuşmak için ağzını açtı fakat göğsünün şiddetle kabarması nedeniyle bir an için konuşamadı.


   Aniden keskin bir ıslık yankılandı gökyüzünde. Arkalarına baktıklarında gök kubbede devasa havai fişekler patladığını, binlerce ışıltılı nokta ile vali konağını aydınlattığını gördüler. Şehirdeki ölüm sessizliğinde belli belirsiz bir hareketlenme oldu. Dört bir yanda, esasında boş ve karanlık sokaklarda, uzaklara doğru birbiri ardına evlerin fenerleri yanarak parlak bir ışık saçıyordu.


   Birbirlerine baktılar, anında tepki vererek en yakın ara sokağa çekildiler. Birkaç dakika içinde kapılar açıldı ve evlerden, gruplar halinde toplanmış, aynı siyah giysileri giymiş, silahlı adamlar koşarak çıktı. Bunlar isyancılardı.


   Cevap açıktı. İsyancılar neden ortadan kaybolmuştu ve neden tüm Shouchun erkeklerle doluydu da hiç kadın yoktu? Çünkü şehir farklı bir tür askeri kampa dönüştürülmüştü. Hanlarda yemek yiyor ve sivil halkın evlerinde kalıyorlardı. Sıradan hiç kimse yoktu, sadece evlerde saklanan isyancılar vardı!


   Shouchun'a girmek bir tuzağa adımlamak gibiydi. Han Zhongwen, Liang Jin ve diğerlerinin kendilerine bu kadar güvenerek cüretkar davranmalarına şaşmamalıydı.


   İkisinin de durumlarının şu an pek iyi olmadığını bir kenara bırakırsak, yara almamış bile olsalar askerlerle dolu bir şehirle yüzleşirken zorlanacaklarına şüphe yoktu. Işıklı ana yol en tehlikelisiydi. Gizlendikleri sokak gibi bazı ara sokaklar hâlâ karanlık ve ıssızdı, zar zor güvenli denebilirdi. Bununla birlikte hızlı bir atlı vali konağından hızla fırladı, yol boyunca bağırarak isyancılara derhal etrafı aramaları emrini verdi.


   Su Shiyu kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. Ziyafetten önce Su Shiyu, beklenmedik olaylarla başa çıkabilmek için Su Bai'den arabayı uzak bir ara sokağa saklamasını istemiş, haber beklemesini söylemişti. Ne var ki de bulundukları sokaktan biraz uzaktaydı. Ayrıca yeterince iyi saklanmış olmasını, önce isyancıların bulmamasını umuyordu.


   Siyahlar içindeki adamlardan oluşan bir ekip yavaşça etrafı araştırdı, birkaçı temkinli bir şekilde karanlık ara sokağa adım attı.


   Karanlıkta Su Shiyu yanındaki adamın alçak sesle iç çektiğini duydu, tuttuğu soğuk parmaklar aniden avucundan ayrıldı. Chu Mingyun düşmanı karşılamak için atladı, kar beyazı kılıcı havada bir kavis çizerek mürekkep gibi sıçrayan bir kan yağmuru yarattı. Yere düşen cesetlerin ağır, boğuk sesi birbiri ardına yankılandı ve sokağın dışındaki diğer insanlar da hemen arkasından içeri doluştu.


   Gerçekten de hâlâ duruma ayak uydurabilecek haldeydi.


   Arkalarında bir çıkmaz sokak olduğundan doğal olarak dışarı doğru öldürüyordu. Su Shiyu içsel gücünü artırmaya odaklandı. Hareketleri ağır ve halsiz olmasına rağmen birkaç kişinin üstesinden gelebilmişti. Siyahlı başka bir adamın ileri doğru koştuğunu gördü. Keskin kılıcı yüzünü keseceği sırada rakibinin bileğini engelledi. Kılıcın ağzı yüzünü neredeyse yalıyordu. Onu engellemekte zorlandığını hissetti birden. Kaşlarını çattı. Beklendiği gibi zayıflık ve güçsüzlük hissi yeniden uzuvlarına yayıldı. İçsel gücü meridyenlerinde bir yol bulamayarak toplandı. Baskının getirdiği parçalanma dayanılmaz bir acı veriyordu.


   Bir el aniden siyahlı adamın başının üstüne bastırdı. Sokaktaki ışıklar belli belirsiz içeri sızdı. Su Shiyu kar beyazı parmakların hafifçe gerildiğini görebiliyordu. Önündeki siyahlı adamın ağzı ile burnundan kan fışkırdı birden. Kılıcı yere düştü.


   Chu Mingyun'un yüzü buz gibiydi. Bir eliyle kılıcı, diğer eliyle Su Shiyu'yu tutarken ara sokaktan çıkıp ana yolda hızla yürüdü. Daha önceki kavganın sesinden etkilenen siyahlı bir grup adam onları hemen takip etti. Birkaç köşeyi döndükten sonra başka bir siyahlı adam grubuyla karşılaştılar. Önleri ve arkaları kapanmıştı, çıkış yolu yoktu. 


   Su Shiyu etrafına bakındığında kaldıkları boş hanın hemen yanlarında olduğunu gördü. Belli ki Chu Mingyun kasten buraya gelmişti. Onu kollarına alarak ellerini sıktı, parmak uçlarıyla yükseldi, birden onunla sıçrayarak üst kata atladı. Pencereyi kırıp içeri girdiğinde hanın flamalarını kesti. Flamaların düşmesiyle aşağıda ortalık karıştı. Koridordan geçtiler, en içteki odaya girdiler, pencereyi açtılar ve tekrar aşağı atladılar. Cübbeleri dalgalanırken rüzgârın ince sesi kulaklarından geçti. Chu Mingyun'un nefesi giderek daha net hale geldi.


   Bu handaki tüm odaları daha önce kontrol etmişlerdi, bu yüzden buraya aşinalıkları vardı. Ayrıca pencerenin dışında dar bir sokak olduğunu ve Su Bai'nin bulunduğu yere bağlandığını biliyorlardı. Nihayetinde yol boyunca ilerlemeleri gerçekten zor olacağından Chu Mingyun böyle bir kestirme seçmişti.


   Yere indiğinde vücudunu dengelemek için kılıcıyla yere yaslandı. Aniden Su Shiyu'yu bıraktı. İki adım geriye doğru tökezledi. Neredeyse düşecekken belinin tutulmasıyla dengesini tekrar sağladı. Ancak Su Shiyu beline dokunduğu anda onun sertçe titrediğini hissetti, kendi eli de sıcak ve yapışkan bir şeyle temas etmişti.


   Su Shiyu'nun yüzü değişti. "Chu..."


   Chu Mingyun boynuna sarılarak alçak sesle mırıldandı. "Acıyor."


   Su Shiyu ona daha fazla bir şey söyleyemedi. Sadece "Nabzını ölçeyim." diyebildi. Sonra elini bileğine doğru uzattı fakat Chu Mingyun geri çekildi. Tüm bedeni taş duvara yaslandı, sonra kayarak yere oturdu ve elindeki kılıç yana düştü.


   Her ikisi de karanlıkta görmeye alışkındı. Su Shiyu Chu Mingyun'un ifadesinin inanılmaz çirkinleştiğini, yine de gözlerini kaldırarak ona zayıfça gülümsediğini açık açık gördü. "Shiyu…" Sesi de zayıftı. "Ben bu sefer… Korkarım ki gerçekten..."


   Su Shiyu'nun onun omzundaki eli aniden gerildi. Eklemleri beyaza döndü. Tek kelime etmeden gözlerini indirdi.


   "Shiyu…" Chu Mingyun hafif hafif soluklanarak ona dikti gözlerini. Sesinde belli belirsiz bir neşe vardı. "Beni... tekrar öpebilir misin? Böylece pişmanlık duymadan ölebilirim."


   Su Shiyu mürekkep karası gözlerinde yoğun dalgalanmalarla Chu Mingyun'un gözlerine baktı. Elleri bilinçsizce titriyordu. Boğazı tıkanmıştı, hiç ses çıkaramıyordu. Su Shiyu yavaş yavaş, dikkatlice kollarına aldı adamı. Çenesini şakağına bastırdı ve gözlerini ağır ağır kapattı.


   Onları arayanlar çok uzaklardaki başka bir yerde gibiydi. Taşlı ara sokak sessizdi.


   Chu Mingyun onun kollarındayken aniden yüksek sesle güldü. "Hâlâ beni öpmeni bekliyorum, bunun anlamı ne?"


   Bu ses hiç de zayıf değildi. Su Shiyu şaşırmıştı. "Sen..."


   Chu Mingyun doğruldu. Uzandı ve yüzünü kavrayarak çimdikledi. Gözleri kahkahalarla parlıyordu. "Seninle dalga geçiyorum. Bu kadar basitçe saf dışı edilebiliyor olsam ne savaşı verebilirim ki?”


   Ayağa kalkmak üzereyken Su Shiyu elini kaldırarak onun bileğini kavradı. Chu Mingyun tekrar geri çekilmeye çalıştı fakat istemsizce kenara çekildi. Üç parmağı nabzına değmişti. Chu Mingyun, Su Shiyu'nun ifadesinin bir anda kendisininkinden daha çirkinleştiğini gördü.


   Nabzı zayıf ve bitkindi. Şu anda hayatı pamuk ipliğine bağlı gibiydi. Su Shiyu’nun yüzü en olması gereken ifadeyi sergiliyordu.


   Chu Mingyun ona mahcup mahcup baktı. "Artık anladığına göre gelip beni öpmen için çok geç değil…”


   "Chu Mingyun." Adını seslenişinde hiçbir duygu olmadan ona baktı Su Shiyu.


   "Su Abi..."


   "Kapa çeneni." Su Shiyu kıyafetlerini yırtarak belindeki yarayı dikkatlice katman katman sardı.


   Chu Mingyun onun ender rastlanan ifadesiz yüzüne baktı. Usulca, "Shiyu, sana hiç kızgınken daha bir tatlı olduğunu söylemiş miydim?" diye fısıldadı.


   Su Shiyu ona baktı. "Söylemiştin.”


   "…" Tüh.


   Chu Mingyun daha sonra Tan Jing'in davası sırasında defterden yırtılan iki sayfayı hatırladı. Bir süre sonra “...O halde hiçbir şey söylememişim gibi davranmak en iyisi.” dedi.


   Su Shiyu ona cevap vermedi. Yarasını sardıktan sonra kolunu omzuna dolayıp onu kucaklayacaktı ki Chu Mingyun elini kaldırarak ona mani oldu. "Hey, az önce konakta benim seni kucaklamama izin vermemiştin. Ben de şimdi senin beni kucaklamana izin vermeyeceğim."


   Su Shiyu ona derin bir bakış attı. Hafifçe iç çekti. Onun kolunu tutup kendi omzuna koyarak ayağa kalkmasına yardım etti.


   Sokağın dışından, uzaklardan gelen ve belli belirsiz at toynaklarının sesiyle karışan ayak sesleri, gürültülü bir şekilde bağırıp çağırarak gittikçe netleşiyor, gittikçe yaklaşıyordu.


   Chu Mingyun'u destekleyen Su Shiyu kaşlarını çatıp adımlarını hızlandırarak ara sokağa doğru yürüdü. Sokağın sonundan da ayak sesleri geliyordu çünkü. Fakat bu sadece bir kişinin ayak sesleriydi. Ne çok hızlıydı ne de çok yavaş. Sakince yankılanıyor, gittikçe yaklaşıyordu.


   Su Shiyu, Chu Mingyun'u sıkıca bastırdı. Diğer eliyle yerdeki uzun kılıcı aldı ancak aniden diğer kişinin ayak seslerinin son derece hafif olduğunu fark etti.


   Liu Yunzi sanki onları görmemiş gibi, onlara bakmadan adım adım karanlıktan çıktı. Adımlarında hafif bir duraklamanın ardından derin bir nefes aldı. Ara sokağın girişine doğru koşarak bağırdı. "Zimiiiiinngg!"


   Haykırışı panik doluydu. Karşı taraf da telaşla kılıcını geri çekti. Vali konağından çıkan adamdı. Siyah giyimli isyancılardan oluşan bir ekiple ara sokağın girişini kapatmıştı. Şaşkınlıkla, "Hanımefendi?! Neden buradasınız?" diye sordu.


   "Ben... siz burada ne yapıyorsunuz? Kaçak mı var?" Liu Yunzi'nin sesi endişe doluydu. "Ziming'i gördünüz mü? Ben dikkat etmezken dışarı kaçmış. Onu uzun zamandır arıyorum. Hâlâ bulamadım!"


   "Genç efendi dışarıda mı?" Karşı taraf da şaşırmıştı. "Bu iyi değil, rehin alınması durumunda..."


   "Ne rehin alması?"


   "Hanımefendi, endişelenmeyin." dedi karşı taraf aceleyle. "Adamlarımız şehrin her yerinde arama yapıyor, kesinlikle genç efendiyi önce bulacağız! Şehir şu anda güvenli değil, bu yüzden şimdi sizi geri götüreyim.”


   "Gerek yok, buradan çok uzakta değil. Benim için endişelenmene gerek yok, çabuk gidip Ziming'i bul!" Endişeden ölecekti sanki.


   "Tabii, emredersiniz." diyerek cevapladı karşı taraf. Sonra tereddütle, "Hanımefendi, şu arkanızdaki sokak..." dedi.


   "Çoktan aradım, hiçbir şey yok. Çocuğun adımları çok hızlı, bu yüzden çok uzağa kaçmış olmalı." dedi Liu Yunzi. "Lütfen, onu en kısa sürede bulduğunuzdan emin olun!" 


   "Pekala, merak etmeyin hanımefendi, astınız genç efendiyi sağ salim geri getirecektir!" Karşı taraf arkasındakilere emir vererek atını ilerletti. Diğerleri de hemen peşinden gitti.


   Yavaş yavaş sessizliğe bürünen sokağın girişinde durarak uzaklara baktı Liu Yunzi. Bir süre sonra arkasına döndü, ifadesi daha sakin olmasına karşın yine de endişe izi taşıyordu.


   Liu Yunzi'nin onlara doğru yürüdüğünü gören Su Shiyu sessizce, "Bize yardım ettiğiniz için teşekkürler Han Hanım. Sebebi nedir acaba?” dedi.


   Liu Yunzi onlara uzun uzun bakıp iç geçirdi. "Sizlerden tek istediğim kocamın hayatını bağışlamanız."


   Chu Mingyun onunla ilgilenmiş görünüyordu. Onun sözlerine gülmekten kendini alamadı. "Han Hanım, söyledikleriniz gerçekten tuhaf. Şu anda ikimizin de hayatını isteyen açıkça kocanız, o halde biz onu nasıl bağışlayabiliriz?"


   Liu Yunzi'nin ifadesi kayıtsızdı. "Siz beyefendiler bu gece yaşasanız da ölseniz de kazanan o olmayacak. Bunun yerine, siz beyefendilerin tehlikeden kurtulduktan sonra kocamı bağışlayabileceklerini umuyorum."


   "Şimdi aklıma getirdiniz." dedi Chu Mingyun. "Han Zhongwen yönetimi sonradan devralan bir vali olarak Huainan Valisi’nin artıklarını nasıl harekete geçirebilir? Onun arkasında tam olarak kim var?"


   "Beyefendiler kocamı bağışlarsa, ailem sağ salim kurtulduktan sonra, minnettarlığımın bir göstergesi olarak sizi bilgilendirmek için bir mektup göndereceğim." dedi Liu Yunzi.


   Chu Mingyun boğazında biriken iğrenç tadı yutarak hafifçe öksürdü. Soğuk soğuk gülümseyerek, "Pazarlık mı yapıyorsunuz? Eğer kabul etmezsek ne yapacaksınız? Dışarı çıkıp o grubu tekrar geri mi çağıracaksınız?" diye sordu.


   Liu Yunzi başını salladı. "Size yardım etmeye karar verdiğimden sözümden asla dönmeyeceğim. Beyefendilerin iki canını kocamın bir canıyla takas etmek çok fazla değil, değil mi?"


   "Yardımınıza ihtiyacımız olduğunu size düşündüren nedir? Sizi öldüremez miyiz?" diyerek dalga geçti Chu Mingyun.


   "Ama ben size yardım ettim çoktan ve siz de nezaketimi kabul ettiniz." Liu Yunzi Su Shiyu'ya baktı. "Su Bey asil bir adamdır ve nezaketin karşılığını daima verir. Beni aşağılık biri olarak da görebilirsiniz. Ben sadece sizlerden yücegönüllülük göstermenizi ve kocamın hayatını bağışlamanızı istiyorum.”


   Chu Mingyun'un gülümsemesi genişledi. "Ne yazık ki bu asil adam şu anda kötü bir ruh halinde olabilir..."


   Su Shiyu ona baktı ve Chu Mingyun sessizce ağzını kapattı.


   Su Shiyu gözlerini tekrar Liu Yunzi'ye çevirerek iç geçirdi. "Hanımefendi, mademki her şeyi bu kadar açık seçik görebiliyorsunuz, ister başlangıçta olsun ister şimdi, neden bu kadar inat ediyorsunuz?”


   Bir anlık sessizliğin ardından Liu Yunzi başını hafifçe kaldırdı. Gözlerinde bir parça yaş parladı, yine de hafifçe gülümsedi. Nazik sesiyle, “Efendim, gördüğüm yok gerçekten.” dedi.


   Gelin oldu bir beye henüz on dördünde. Ancak on beşinde sevinçle ışıldadı yüzü, kül ile toprak gibi olmayı diledi.


   Dizlerini büküp yere çöktü. "İsteyecek başka bir şeyim yok. Sadece kocamın hayatını bağışlamanızı rica ediyorum. Az önce sizi kurtarışım samimiyetimin bir ifadesiydi. İlerleyen günlerde perdenin arkasındaki beyni mutlaka ifşa edeceğim. Su Bey’in tek sözü binlerce altından daha ağır basar. Yalvarırım kabul edin beni!”


   Chu Mingyun yandan Su Shiyu'ya baktı. Su Shiyu Liu Yunzi'ye koyu gözlerle, sakin bir ifadeyle bakıyordu. Ne üzüntü vardı ne sevinç. Bir süre sonra nihayet ağzını açtı. "Doğru, asil bir adam nezaketin karşılığını muhakkak verir. Han Hanım’ın yardımımıza yetişmesi bizim için büyük bir iyilik. Size ne kadar teşekkür etsem azdır." Hafifçe duraklayarak devam etti: "Ne var ki övgüleriniz aşırı. Bu naçiz Su yetersiz, asil bir adam olarak görülemez.”


   Bunu söyledikten sonra Chu Mingyun'un arkasını dönmesine yardım etti. İkisi sokağın derinliklerine doğru yürüdü.


   Liu Yunzi eğilerek secdeye kapandı. "Yalvarırım, bendenizin ve Ziming'in hatırı için, kocamı bağışlayın!" Sesi titriyor, belli belirsiz hıçkırıyordu.


   Kimse cevap vermedi. Siluetleri karanlığın içinde eridi, bir kez bile arkalarına bakmadan yavaş yavaş uzaklaştı.



   Araba başka bir sokağın sonunda gizlenmişti. Neyse ki henüz bulunmamıştı. Su Bai hareketleri duyduğunda korkuyla titreyerek uzunca bir süre saklanmıştı. Onları görünce hemen ileri doğru koştu. “Genç efendi! Nihayet geldiniz genç efendi! Neden bu kadar çok kan var?.."


   "Mümkün olduğunca çabuk şehirden çıkalım. Gerisini sonra konuşuruz." Su Shiyu önce Chu Mingyun'un arabaya binmesine yardım etti.


   "Ama, ama genç efendi! Tüm şehir kapatıldı, nasıl çıkacağız?" diye sordu Su Bai endişeyle.


   “Gerekirse kırıp geçmeyi deneyeceğiz. Yoksa şehirde kapana kısılırız." Su Shiyu arabaya bindi.


   "...Tamam!" Su Bai dişlerini sıktı. Cübbesinin dışına bir pelerin giyinmişti. Kukuletasını indirerek yüzünü kapattı. Kırbacını kaldırıp vurdu. "Deh!..”


   At kişnedi, toynaklar yere çarptı ve dörtnala ilerledi.


   Arabada Su Shiyu bir eliyle kılıcı tutarken nefesini dengelemeye ve içsel gücünü artırmaya çalışıyordu. Aniden cübbesinin köşesi çekildi. Gözlerini açtığında Chu Mingyun'un arabaya yaslandığını gördü. Yüzü öncesinden çok daha kötüydü. Renk kalmamıştı. Bir fırçanın eseri gibiydi, canlılıktan yoksundu. "...Ben, tek bir şey söyleyeceğim... Tamam mı?"


   Su Shiyu ona kayıtsızca baktı.


   Chu Mingyun kaşlarını sertçe çattı. Güç bela elini kaldırdı. "Ellerinle yokla, göğsümde…"


   Su Shiyu kaşlarını çattı. "Chu..."


   "...Göğsümde bronz bir tılsım var." diye zorlukla ekledi. Hafiften mağdur görünüyordu.


   "..." Su Shiyu dikkatle elini içeri soktu ve gerçekten de bakırdan dökülmüş, canavar şekilli bir tılsım çıkardı. Yılan başlı, dört bacaklı, alnında bir boynuz olan, güçlü ve vahşi görünen bir canavardı.



   Shouchun’un kulelerinde sıra sıra meşaleler yanıyor, geceyi gün gibi ışıtıyordu. Şehir kapısındaki askerler kargılarını sımsıkı kavramış, gergin duruşlarıyla şehre bakıyorlardı. Muhafızların komutanı biraz bile gevşemeye cesaret edemiyordu. Dörtnala yaklaşan bir arabayı görünce hemen kılıcını sallayarak sertçe bağırdı. "Bu gece şehir dışına çıkmanın kesinlikle yasak olduğuna dair bir emir var! Sen kimsin?"


   Sivri uçlu kargılarını birbiri ardına diktiklerinde karşılarındaki adam bir anda atı dizginleyerek tam vaktinde durdu.


   "Sen kimsin?" diye sordu komutan tekrar.


   Arabanın sürücüsü başını eğdi. Geniş kukuletası yüzünü örtüyordu. Tek kelime etmedi.


   "Asiler! Tutuklayın onları!"


   Onlar henüz harekete geçemeden arabanın perdesinin arkasından bir el uzandı. Tuttuğu bronz tılsım ateşin ışığında pırıl pırıl parlıyordu.


   "Veliaht hazretleri..." diye mırıldandı komutan. Kılıcını hızla bıraktı ve elini sallayarak astlarına silahlarını geri çekmelerini söyledi. Çok fazla düşünmeden telaşla, "Acele edin, şehir kapısını açın!" diye emretti.


   Şehir kapısından ayrılır ayrılmaz Su Bai atını yeniden kırbaçladı. Neredeyse yıldırım olup düşecekti. Yeterince uzun bir mesafe katettiğinde Shouchun’un meşalelerinin yıldızlar kadar uzakta olduğu ovaya baktı. Kaskatı parmakları kırbacını hafifçe gevşetti. Arabanın şasisine zayıfça yaslandı. Sürekli derin nefesler alıyordu. Şimdiden kan ter içinde kalmıştı.


   Arabada Su Shiyu, yanına yaslanan Chu Mingyun'un birden tüm ağırlığıyla devrildiğini hissetti. Yana doğru baktığında nihayet daha fazla dayanamadığını, bilincini tamamen kaybettiğini gördü. Dokunduğunda elbiselerindeki kan çoktan soğumuştu.



   Güney kışlası.


   General yardımcısı Xu Shen perdeyi açarak çadıra girdi. Yatakta baygın yatan Chu Mingyun'a baktı. Su Shiyu'ya saygıyla, "Su Bey, generalin durumu dengelendi. Fazla endişelenmeye gerek yok. Vakit çok ilerledi. Dönüp dinlenseniz daha iyi olur." dedi.


   Su Shiyu ona bakarak gülümsedi. "Bu gece ansızın geldik. Üstelik acil bir durumla. Seni işleri düzene sokasın diye meşgul ettik. Çok zahmet oldu."


   "Bu astın görevidir bunlar. Kibarlık göstermenize gerek yok efendim." dedi Xu Shen. "Kalacağınız yer ayarlandı. Bu ast size eşlik etsin mi?"


   Su Shiyu başını sallayıp reddederek gözlerini tekrar Chu Mingyun’a çevirdi. "Gerek yok, bu gece burada kalacağım."


   "Endişelenmeyin efendim. Daha sonra nöbet tutması için birini göndereceğim. Siz de yaralısınız, gidip dinlenmeniz daha iyi olur." dedi Xu Shen.


   "Zararı yok." dedi Su Shiyu. "Senin yarın talime gitmen gerekecek yine. Beni dert etme. Git de dinlen."


   Bunu söyledikten sonra artık Xu Shen onu ikna etmeye çalışmayı bıraktı. Mukabele ederek saygıyla geri çekildi.


   Askeri çadır aniden sessizliğe büründü. Çadırın dışında esen gece rüzgarının uğultusu duyulabiliyordu.


   Su Shiyu sessizlik içinde Chu Mingyun'a baktı. Kaşlarından gözlerine, kirpiklerine, burnuna ve dudaklarının çizgilerine değin… Tüm dikkatini ona vermişti huzur içinde. Uzun bir süre sonra aniden elini uzattı. Yavaş yavaş Chu Mingyun'un kapalı gözlerine dokundu, usulca okşadı.


   Su Shiyu gözlerini indirerek ona baktı. Hafifçe gülümseyerek fısıldadı. "Zaman zaman yanlış bir düşünceye kapılıyor, senin gerçekten de böylesi derin duygular beslediğini zannediyorum.” Sesi sığ sular gibi durgundu. Uzunca bir sessizliğin ardından tekrar ağzını açtı. Gözlerini Chu Mingyun’a dikti. Emsalsiz bir ciddiyetle, tüm dikkatiyle, her kelimeyi aheste aheste telaffuz etti.


   "Senden hoşlanıyorum. Bir tek senden hoşlanıyorum."


Sonraki Bölüm


   Tosbağa Notu:


   Gelin oldu bir beye henüz on dördünde. Ancak on beşinde sevinçle ışıldadı yüzü, kül ile toprak gibi olmayı diledi.

   长干行二首 eserinden. İlk cümle, evlendiği ilk günlerinde henüz çok utangaç olduğunu, masumiyetini gösterirken ikinci cümle artık kocasına sırılsıklam aşık olduğunu, ölümünden sonra bile onunla olmayı dilediğini gösterir.