Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 72: Nihayetinde kalbinde yer var mı bana?

 

   Çalışma odasının kapısı şiddetle itilerek açıldı. Su Shiyu masanın arkasında oturuyordu. Huainan raporunu hazırlamayı yeni bitirmişti. Fırçasını bıraktı. Huzur dolu görünüyordu. Sanki uzun zamandır bu anı bekliyor gibiydi. İlk konuşan o oldu. "Benim işimdi."


   Chu Mingyun adımlarını durdurdu. Ne uzun ne de kısa denebilecek bir mesafeden ona baktı. Soluklanarak güldü. "Henüz bir şey sormadım bile ve sen sahiden cevap veriyorsun."


   Su Shiyu hiçbir şey söylemedi.


   Dışarıda yavaş yavaş bir rüzgar esti. Bir anlık sessizlik çöktü. Chu Mingyun aniden hiçbir duygu göstermeden, "Shiyu, bana söylemek istediğin bir şey yok mu?" diye sordu.


   Su Shiyu gözlerini indirdi. Usulca iç geçirdi.  "Ayrı yollarda yürüyenler birbirlerine erişemezler. Sen bu cümleyi benden daha iyi anlıyorsun."


   Chu Mingyun'un yüzü aniden buz kesti. Yine de yüksek sesle güldü. "Güzel, güzel. Yollarımız ayrı. Ama şimdi yolları ayrı olanların birbirlerine erişemediğini bana öğütlerken biraz geç kalmış değil misin? Daha önce sen ve ben, nihayetinde birlikte bunca gün geçirmedik mi? Şimdi pişmanlık mı duyuyorsun? Yoksa sadece geçmişteki her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu mu söylemek istiyorsun?"


   Gözleri Su Shiyu'nun gözlerine kenetlendi. Bir anda duraksamadan edemedi. Yüzündeki gülümseme kayboldu. İnanamayarak kaşlarını çattı. "...Su Shiyu?"


   Su Shiyu gözlerini ondan kaçırmak istedi. Fakat çenesinde birden bir acı yükseldi. Sandal ağacı kokusu yüzüne çarptı. Chu Mingyun göz açıp kapayıncaya kadar gözlerinin önüne varmış, masanın üzerinden çenesini kavramıştı. Su Shiyu elini tam vaktinde masanın üzerine koyarak kendini dengeledi. Yine de tutuşundan kurtulmak için mücadeleye girmedi, ona izin verdi. Chu Mingyun eline biraz kuvvet vererek onu başını kaldırmaya, Chu Mingyun'un gözlerine bakmaya zorladı.


   İki çift göz karşı karşıya geldi. Su Shiyu çok yakın bir mesafeden Chu Mingyun'un gözlerine baktı. Onun soğuk bir sesle, "Yalan mıydı?" diye sorduğunu duydu.


   "Umurunda olmadığını söyleyerek benimle iki üç ay boyunca sarmaş dolaş olmak, mümkün olan her yolla beni şımartmak, yaralıyım diye tüm gece dinlenmeden ayakta kalmak, hepsi sırf bana komplo kurabilmek için miydi? Madem bir oyun sergiliyordun, neden kendine bunca eziyeti çektirmek yerine fırsatını kollayıp bilincimin olmadığı bir sırada beni boğarak, zahmetsizce öldürmedin ki? Kendini rolüne fazla kaptırdığını mı söyleyeceksin? Yoksa sebebi benim senin etrafında dört döndüğümü seyretmenin komik görünmesi miydi? Çok mu eğleniyordun yani? Şimdi ise işin bittikten sonra bir kenara atıyorsun. Sen beni ne zannediyorsun?”


   Su Shiyu'nun masanın üzerinde duran eli belli belirsiz titredi. Yavaşça parmaklarını kapattı.


   "Ama hâlâ anlamıyorum." Chu Mingyun bedenini neredeyse nefesiyle iç içe geçecek bir mesafede duracak kadar alçalttı. Kıstığı sesi farkında olmadan bir parça zulüm ortaya çıkardı. "Su Shiyu, sen tereddüt bile etmeden bedenini bana sunabilecek kadar mı sadakatle bağlısın sahiden?"


   Su Shiyu'nun ifadesi kaskatı kesilmişti. Tek bir hareket yoktu. Elbisesinin kollarında saklı eli ise sımsıkıydı. Tırnakları tüm derinliğiyle avucuna batmıştı.


   "Neden hiçbir şey söylemiyorsun?" Chu Mingyun ona baktı.


   Su Shiyu gözlerini kapattı. Hafifçe gülümsedi. "Söyleyecek bir şeyim yok."


   Chu Mingyun dik dik baktı ona. Gözleri derinleşmişti. Uzun süre suskun kaldı.


   Kuşkusuz ki Chu Mingyun gelirken öfke doluydu. Su Shiyu'nun hamlesi temellerine zarar verebilmiş olmasa bile Chu partisi ağır kayıplar vermişti. Fakat sahte mektubu gördüğü andan beri bu kazanç ve kayıpları düşünmeye vakit ayıramamış, tüm yüreğiyle yalnızca Su Shiyu’nun tutumunu önemsemişti. 


   Yıllardır süregelen parti mücadelesinin bir gecede tersine çevrilemeyeceğinin farkındaydı elbette ki. Bu yüzden Su Shiyu Chu partisindeki tüm memurları onun önünde suçlayarak yazıya dökmüş bile olsa tek kelime dahi etmezdi. Fakat artık mahrem bir ilişki kurmuşlar, koyun koyuna girmişlerken neden hâlâ onu sırtından bıçaklıyor, arkasından entrika çeviriyordu ki?


   Su Shiyu’nun bu tek cümlesiyle birlikte göğsünü dolduran öfke bir anda donarak buz kesilmiş, soğuk sarkıtlar kalbine saplanarak onu tir tir titretmişti.


   Chu Mingyun duygularına kendini kaptırıp da Su Shiyu ile kendisinin siyasi görüşlerinin ve duruşlarının taban tabana zıt düştüğünü unutmamıştı. Son zamanlardaki birkaç büyük dava her ikisine de yönelikti; onlara karşı birlikte hareket etmekten başka çareleri kalmamıştı. Nitekim aralarındaki ilişki yumuşayabilmiş, çokça temasa geçmişlerdi. Çeşitli kimselerin temizlenmesinin ardından sarayın divan salonunda Chu ve Su partileri yine birbirlerine gireceklerdi.


   İçten içe farkındaydı. Yine de umursamamıştı. Güçler ve çıkarlar yavaş yavaş bir hesaba oturtulabilir, siyasi görüşler ve duruşlar ille de değişmez olmaya mecbur olmayabilirdi. Su Shiyu ondan hoşlandığı sürece, geri kalan her şey sadece zaman meselesiydi. Elini sallarmışçasına kolayca halledilirdi.


   ...Ama ya bu hoşlantı gerçekten yalansa?


   Chu Mingyun ona baktı. Onu tutan eli gevşemedi. Gözleri ise biraz daha sükûnet buldu. Sesini yavaşlattı. "Ne hükûmet ne de askeri güç, hiçbiri için tartışacak değilim. Tek bir şey sormak istiyorum sana.” Bir duraklamadan sonra yavaşça, "Nihayetinde kalbinde yer var mı bana?" diye sordu.


   Su Shiyu şaşkına döndü. Bunu hiç beklemiyormuş gibi görünüyordu. "Bunu mu sormak istiyorsun?" demekten kendini alamadı.


   “Sadece cevabımı ver. Evet mi hayır mı?” dedi Chu Mingyun.


   Su Shiyu bir kez daha sessizliğe gömüldü. Chu Mingyun da sessizce cevabını bekledi. Odanın dışında kuru yapraklar hışırdadı. Sonbahar rüzgarı pencerenin hafifçe sallanmasına neden oldu. Uzun bir süre sonra Su Shiyu nihayet kederle, gerçek hislerinden bir iplik göstermeye zorladı kendini. Sanki yüreğinin derinliklerine gömmüş de için için yanmış gibiydi bunca zamandır. Konuştuğu sırada kalbindeki kanlar acı bir sıcaklıkla dolmuştu. "Sence… senden hoşlanmalı mıyım?"


   Chu Mingyun'un yüzü ise bu sözler üzerine rengini kaybetti.


   Çenesini tutan el bir anda gerildi. Biraz daha aşağıya inse Su Shiyu'nun boynunu kolayca boğabilirdi. Fakat Chu Mingyun elini bıraktı. Su Shiyu onun başını eğdiğini gördü. Yüz ifadesini göremiyor, sadece sertçe büzdüğü dudaklarının köşelerini görebiliyordu. Ağzını tekrar açtığında sesinde açıkça bir kahkaha vardı. Konuştuğu her kelime dişlerinin arasında sıkılmış gibiydi. "Evet, evet… Unutmuşum. Su ailenin nesillerdir sadakat gösterdiğini, dahası pozisyonu yüksek bir memur olduğunu, majestelerinin gözdesi olduğunu, iyi olmayan tek bir tarafın olmadığını unutmuşum… Benim gibi bir insan nasıl gözüne girebilir ki senin?”


   Su Shiyu bir anlığına bir şeyi açıklamak üzere ağzını açmak istediyse de bunu yalnızca dilinin ucunda tuttu, yine sessizliğe gömüldü.


   Gözlerini kapattı. Su Shiyu uzun kirpiklerinin hafifçe titrediğini görebiliyordu. Kanatlarını çırpan bir kelebeği anımsatıyordu. Chu Mingyun'un yorganı kaldırıp ona sarılmak için kollarının arasına girdiği o geceyi hatırlamadan edemedi. Her şey geçmişte kalmıştı artık. O gün Su Shiyu elinde olmadan onun kafasını okşamış, o da birden kocaman bir gülümsemeyle başını kaldırmıştı. 


   Parmakları bilinçsizce kımıldandı. Bu sırada Chu Mingyun'un vücudu hafifçe titredi. Ne var ki aniden iki adım geri çekildi. Başını tekrar kaldırdığında artık normale dönmüştü. Ona bakarken yavaşça soğuk bir gülümseme kondurdu yüzüne. Geçmişte saraydaki divanlarda ikisi birbirine nasıl sesleniyorduysa öyle konuştu onunla. “Su Bey, sahiden ustacaydı bu.”


   Su Shiyu ruh halini dizginledi. Kayıtsızca, "İltifat ediyorsunuz." dedi.


   Chu Mingyun gözlerini ondan aldı. Gitmek üzere kayıtsızca arkasını dönmüştü ki Su Shiyu aniden ona seslendi.


   "Chu Bey."


   Adımlarını durdurdu. Elini kapıya bastırdı. Arkasına bakmadı. Rüzgar aradaki boşluktan odanın içine doğru eserek masanın üzerindeki bembeyaz kâğıtları hafifçe hışırdattı.


   Arkasından Su Shiyu'nun sesi yankılandı. "Ne de olsa siz ve ben uzun yıllardır aynı hanedanlığa hizmet ediyoruz. Size bir tavsiyede bulunayım. Henüz çok geç değil. Umarım durumu dizginleyebilirsiniz."


   Gelip giden tüm yazışmalar Su Shiyu’nun eline geçmişti. Dolayısıyla ne planladığını bilmesi tabii idi.


   Chu Mingyun cevap vermedi. Adımlarını hızlandırarak uzaklaştı.


   Çalışma odası aniden sessizliğe büründü. Su Shiyu derin bir nefes aldı. Hâlâ aklını toparlayabilmiş değildi. Chu Mingyun'un sorusunun neden olduğu kafa karışıklığı ve şaşkınlık artık gizlemeye mecali yetmeden ortaya çıkıyordu.


   Kendine hakim olamayarak sevgilisinin yalancıktan aşkına yakınlık duymuş, her nasılsa sonunda soran da o olmuştu.


   "Nihayetinde kalbinde yer var mı bana?"


   Su Shiyu başını sallayarak hafifçe güldü. Elini kaldırdığında çok sert sıktığını, avucunun uyuşarak ağrıdığını fark etti. Kan yavaşça sızarak parmak uçlarını kıpkırmızı bir renge boyadı. İpek mendili alarak elini sildi. Su Bai tek kelime etmeden çalışma odasına girdi ve elinde çayla önünde durdu.


   Su Shiyu, aptallaşmış gibi bekleyen ona baktı. “Ne oldu?"


   "Astınız, astınız az önce buraya geldi ve içeri girmeye cesaret edemedi." diye fısıldadı Su Bai. "...Biraz duydum."


   "Hm." Su Shiyu ipek mendili bir kenara bırakarak çayı aldı.


   "...Neden gerçeği söylemiyorsunuz genç efendi?" Su Bai başını eğdi. "Fikrimce genç efendi Başkomutan Chu’dan gerçekten hoşlanıyor…”


   Su Shiyu gülümsemeden edemedi. "Ne düşünüyorsun?"


   Su Shiyu onu yanında kendisine hizmet etmesi için tutuyordu. Derin düşüncelere sahip değildi. Su Bai nedenini açıklayamadı, yalnızca sezgilerine dayanarak cevap vermek geldi elinden. “Sadece bir his. Başkomutan Chu etraftayken genç efendi her zamankinden farklı oluyor. "


   Bunu duyduğunda Su Shiyu'nun gülümsemesi yavaş yavaş soldu. Nazik bir sesle, "Hoşlanmak veya hoşlanmamak kendi başına bir önem taşımıyor esasında. Önemli olan bunun ne gibi sonuçlar doğuracağı, insanlar tarafından kullanılıp kullanılmayacağıdır." dedi.


   Su Bai ona şaşkınlıkla baktı.


   Su Shiyu durakladıktan sonra aniden, "Daha önce sürekli savaş alanındaki meselemi merak etmez, gizli saklı soruşturmaz mıydın?” diye sordu. “Hâlâ duymak istiyor musun?"


   Genç efendisinin savaş alanında neler yaşadığını Su ailesinde bile sayılı insan biliyordu. Merhum büyük general Su Jue hayattayken tüm izleri silip temizlemiş, Su Konağı’nda bahsinin geçmesini kesinlikle yasaklamıştı. Yavaş yavaş herkes Su Shiyu'nun genç yaşta saraya girerek çalıştığına, sonrasında memur olarak hükûmete katıldığına, yükselişinin pürüzsüz ve huzurlu olduğuna inanmıştı.


   Kahya Su Yi ve Su Jue bir keresinde hakkında birkaç kelime etmişler, Su Bai geçerken kulak misafiri olmuş ve bunu aklına takmıştı. Umulmadıktır ki daima kendisiyle konuşması rahat olan genç efendisi bile başını sallayarak onu cevapsız bırakmıştı. Su Bai, Su Shiyu'nun şu anda neden aniden bu meseleden bahsettiğini bilmese de böylesi güzel bir fırsatı kaçırmaya dayanamadı. Aceleyle, "İstiyorum!" dedi.


   “Anlatması o kadar da karmaşık değil.” Su Shiyu bir süre düşündü. "O zamanlar on beş yaşındaydım. Babamın peşinden Hunların istilasına direnmeye gitmiştim. Babamın niyeti beni eğitmek ve ayrı bir birliği kendi başıma komuta etmeme izin vererek bana diğer generaller gibi davranmaktı. Ama sonuçta gençtim ve gerçek bir savaş deneyiminden yoksundum. Yanımdaki yardımcı general bana çok şey öğretmişti. Fazlasıyla minnettardım. Onu bir öğretmen, bir önder olarak görmüştüm. Daha sonra, Hunların askerleri cezbetme hilesi konusunda onun görüşleri benimkinden farklı düşmüştü. Her ne kadar tereddüt etsem de onun önerisine karşı koyamadım, onun yargısına inanmayı seçtim." Biraz durduktan sonra devam etti: "Sonra emrimdeki dört bin askerin tamamı katledilerek cesetleri dağ gibi yığıldı. Ancak hayatta kalan tek kişi ben olduğumda onun ihanet ettiğini anladım.”


   Su Bai bunun bu kadar acı verici bir anı olmasını beklemiyordu. Su Shiyu'nun sakin ifadesini gördüğünde sormadan edemedi: "O zamanlar çok tehlikeli olmalıydı, değil mi? Nasıl kaçtınız genç efendi?"


   Su Shiyu başını salladı. "Kaçmadım. Beni hayatta tutmak istemişti sadece. Birincisi, babamın oğlu olduğum için. İkincisi de küçük bir kıza benzediğimi düşündüğü ve beni Hunların kraliyet ailesine sunmayı planladığı için.

   Hunların kampına varmadan önce onu öldürdüm. Tam yetmiş bir bıçak darbesi indirdim ve babamın birliğine geri dönmenin bir yolunu buldum."


   "Yetmiş bir mi?"


   "Onun kendi elleriyle öldürdüğü tam yetmiş bir adamı hatırlıyorum. Hepsi de yanımdaki en tanıdık, bana en yakın insanlardı." Su Shiyu bir an sessiz kaldı. Sonra yavaşça konuşmaya devam etti. "O savaştaki benim hatamdı. Güvenilmez bir adama güvenmek hatasına düştüm ve bedelini ödedim. Ve şimdi, Chu Mingyun'un yüreğinde itaatsizlik var. Eğer başka bir hata yaparsam korkarım ki bedeli bu toprakların tamamı olacaktır.”


   Su Bai'ye bunu söylemesinin gereği yoktu. Konuştuğu anda ise fark etti ki bu daha ziyade kendisine bir uyarıydı. 


   Korkudan Su Bai’nin benzi attı birden. "N, ne? Başkomutan Chu’nun isteği gerçekten..." O kelimeyi dile getirmeye cesaret edemedi. Hemen sesini alçalttı. "O halde ne yapacaksınız genç efendi?"


   Su Shiyu hafifçe gülümsedi. "Eğer ki o gün gelirse tabii ki yasalara dayanarak cezasını vereceğim.”


   Su Bai uzun süre boş gözlerle Su Shiyu'ya baktı, aklını hiç kullanmadan, "Genç efendi, üzgün mü hissediyorsunuz?" diye sordu.


   Hazırlıksız yakalandı, durulmadan edemedi.


   Onu böyle gören Su Bai hızla aklını başına toplayarak Su Shiyu'ya çay doldurmaya eğildi.


   Su Shiyu gözlerini indirdi. Yumuşak bir sesle, "Gerçekten böyle olması gerekse bile önemli değil.” dedi. “Yalnızca topraklarımızın huzura kavuşmasını bekleyecek ve ona borçlu olduğum hayatı geri ödeyeceğim."


   Su Bai'nin eli titredi, sıcak çay etrafa sıçradı.