Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 77: “Velhasıl, kafan mı taştan senin yoksa kalbin mi?”

 

   "Sorun nedir?" Su Shiyu elindeki itiraf raporunu bırakarak ne yapacağını bilemez haldeki muhafıza baktı.


   "Astınız beceriksizdi, Linglong Hanım’ın kaçırılmasına mani olamadı." Muhafız eliyle acı içindeki omzunu örttü. Rezil haldeydi.


   Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı. "Gelen kişinin kimliğini biliyor musun?"


   "Evet, karşı taraf açıkça kendisinin başkomutanlık konutundan olduğunu söyledi. Astınız onun peşinden gitti, nihayet o, başkomutanlık konutuna girdi.”


   Su Shiyu bu sözler karşısında şaşkına dönerken kaşları daha da çatıldı. Bakışları itirafta geçen o tanıdık isme takılıverdi. Bir süre ağzını açmadı.


   Bu sırada çalışma odasının kapısı şiddetle itilerek açıldı, Su Bai büyük adımlarla içeri girerek telaşlı bir sesle konuştu: "Genç efendi, bulduk!"


   Su Shiyu başını kaldırdı. "Emin misin?"


   "Kesinlikle hatasız. Genç efendinin araştırmamız için bize verdiği yönergeler nihayet bir araya geldi! Kanıtlar kesin!" Su Bai bir nefes aldı. "Ama buna inanmak zor."


   "Kim o?"


   "Xiling Valisi."



   "Xiling Valisi, Li Chenghua mı?" diye tekrarladı Chu Mingyun. Sonra usulca gülümsedi. "Sezgileri gerçekten doğru." 


   "Efendim, amirimiz astınızdan önce gelip rapor vermesini istedi. Kendisi şu anda Yan Ye meselesiyle ilgileniyor, muhtemelen biraz vaktini alacak.” dedi gölge muhafız.


   Chu Mingyun başını salladı, elini kaldırmasıyla gölge muhafız sessizce geri çekildi. Bakışları salonda diz çökmüş kırmızı elbiseli genç kadının üzerinde gezindi. Yarım yamalak bir gülümsemeyle, "Hayırdır? Xiling Valisi’nin adını duyunca paniğe mi kapıldın?" dedi.


   Linglong yüzünü kaldırarak ona şaşkın bir gülümsemeyle baktı. "Bu köle, Chu Bey’in sözlerine bir anlam veremiyor. Bu köle yalnızca Chu Bey’in bu köleyi n’için buraya getirdiğini idrak edemiyor.”


   "Sence ne için olabilir?"


   Linglong bir süre düşündü, sonra ihtiyatla cevap verdi. "Bu kölenin Su Bey hakkında hiçbir tereddüdü yok. Su Bey bu köleye çok iyi davranıyor. Bu köle ona sırtını dönemez!.."


   Son heceleri alçak sesli bir çığlığa dönüştü. Soğuk kılıç kaşlarının ortasına doğrularak keskin ve delici bir öldürme niyetini ortaya çıkardı. Linglong kaskatı kesildi, hareket etmeye cesaret edemedi.


   Chu Mingyun kendi onur koltuğuna yaslandı. Bir elinde kılıç tutuyordu. Kıkırdayarak, "Daha önce hiçbir kadını canlı canlı doğramamıştım. Neden ilki sen olmuyorsun?" dedi. Elinin hafif bir hareketiyle kılıç bembeyaz deriyi yardı, bir küme parlak kırmızı, inci gibi kan taneleri kadının yanaklarından aşağı yuvarlandı.


   "Efendim, hayatımı bağışlayın!" Linglong'un sesi titredi. "Bu köle basit bir dansçıdan fazlası değil. Zatınız için hizmet etse bile pek bir şey yapamaz. Lütfen merhametinizi gösterin!"


   Chu Mingyun ifadesizce ona baktı. Hiçbir şey söylemedi.


   Sessizlik son derece garipti. Linglong korkudan titriyor, sırtından katman katman soğuk terler döküyordu. Yalnızca adamın gözlerinin bıçak gibi olduğunu, onu kesip açarak dikkatle ölçüp biçtiğini, kendisine saklayacak hiçbir şey bırakmadığını hissediyordu.


   Baskı hissi gittikçe ağırlaşıyordu. Neredeyse nefesi kesilecekken aniden arkasından bir ünlem duyuldu.


   "Ne yapıyorsun sen, Chu kişisi? Kadınlara karşı bile bu kadar saldırgansın! Kalpsizin tekisin!”


   Chu Mingyun Du Yue'ye baktı. Kılıcını geri çekti ve kaşlarını çatarak Linglong'a bakmayı sürdürdü. "Bu yüz benimki kadar güzel değil. Shiyu'nun sana neden yüz verdiğini gerçekten anlamıyorum."


   Linglong o kadar şaşkına dönmüştü ki cevap veremedi. Biraz öncesinde kenardaki koltuğa oturan Du Yue kahkahayı patlattı. "Demek kuzenimin evine aldığı dansçı bu." Çay fincanını kaldırdı ve coşkuyla konuştu. "Belki de kuzenim özellikle onun dansını seviyordur? Hey, Chu kişisi, neden sen de dans etmeyi öğrenmek için bir öğretmen bulmuyorsun? Belki kuzenim senin özel olduğunu düşünerek seni cariyesi yapar. Gelecekte sen ve bu kadına kardeş diyebiliriz, hahaha…"


   Chu Mingyun ona soğuk bir bakış attı. "Çok mu kaşınıyorsun?"


   Du Yue hızla ve sessizce etrafına bakındı.


   "Qin Zhao burada değil." Chu Mingyun acımasızca onun beklentilerini söndürdü.


   Du Yue hemen gülmeyi bıraktı, ayağa kalktı, cübbesinin kollarını sıvazladı ve aniden "Ah," dedi. "Ecza evinde ilaçlarım ocakta kalmıştı, bu yüzden şimdi gideceğim, kapıya geçirmene gerek yok! " Bunu söyledikten sonra arkasını dönüp kaçtı. Sandalyenin ısınmasına bile yetmemişti vakit.


   Onun peşinden salon tamamen sessizliğe büründü. Chu Mingyun artık Linglong'u görmezden geldi. Başını indirmiş, düşüncelere dalmıştı. Bembeyaz parmak uçları boş bir sesle masaya iniyordu.


   Linglong başını eğdi. Onun birini beklediğinin farkına vardı belli belirsiz. Endişeli kalbi ortada asılı kalmış, bir zemine inemiyordu sanki. Acı çekiyordu. Ne kadar zamandır beklediğini bilmiyordu ama Linglong'un dizleri uyuşmuş, ağrıyordu. Birden koltuğundaki Chu Bey’in parmaklarını vurmayı bıraktığını duydu. Arkasından, yaklaşan ayak sesleri işitiliyordu.


   Adım adım, sanki kalbinin üzerine basıyormuş gibiydi. Linglong daha fazla başa çıkamıyordu. Arkasına dönerek baktığında yüzü şaşkınlıkla doldu. "...Efendim!" Elinde olmadan daha da yaklaşmak istedi. Uzattığı eli cübbesinin bir köşesine dokunuyordu ki uzun bir kılıç belirerek dosdoğru yere saplandı, elinin tüm hareketlerini kesti. Yukarıdan soğuk bir ses geldi:


   "Ona dokunmana kim izin verdi?"


   Parmak uçları titredi, sonunda yavaşça geri çekildi. Linglong bakmak için dikkatlice gözlerini kaldırdığında başkomutanın gözlerinin artık kendi üzerinde olmadığını fark etti.


   O kılıcını bıraktığında Su Shiyu durmuştu. Linglong'dan birkaç adım ötedeydi. Yüzünde her zamanki gibi hafif bir gülümseme vardı. "Chu Bey."


   Chu Mingyun elini çenesine dayadı. Doğruca ona baktı. "Bu dansçıyı götürmek için mi buradasınız?"


   Su Shiyu yanındaki kırmızı elbiseli kıza baktı. Cevap vermek yerine, "Siz ne düşünüyorsunuz, Chu Bey?" diye sordu.


   Kıkırdadı, ayağa kalkarak Su Shiyu'ya yürüdü. "Ama ben onu öldürmeye niyetliyim. Pes edip ondan ayrılacak mısınız?"


   Su Shiyu'nun ifadesi kayıtsızdı. “Ayrılırsam ne olur, ayrılmazsam ne?”


   "Eğer ayrılırsanız onu öldüreceğim." Chu Mingyun Su Shiyu'ya dikkatle baktı, yüzünde belirecek en ufak ifadeyi bile kaçırmayacaktı. "Ayrılmazsanız ise derisini yüzer, kanını boşaltır, tendonlarını ayırarak etini kemiğinden sıyırırım.”


   Linglong bu ses karşısında ürperdi.


   Su Shiyu onunla göz göze geldi. Bir an sessiz kaldı. Sonunda gözlerini ondan alarak tereddüt etmeden konuştu. "O sadece bir suikastçı zaten. Chu Bey bu kadar kafaya takıyorsa onu yanımda götürmesem de sorun olmaz.”


   Konuşmayı bitirir bitirmez Linglong durgunlaştı, tüm vücudu kaskatı kesildi. Yüzündeki ürkek ve panik dolu ifade tamamen soldu. Yavaşça gözlerini kaldırarak Su Shiyu’ya baktı. Usulca, "Bunu ne zaman öğrendiniz efendim?" diye sordu.


   Su Shiyu daha ağzını açmadan Chu Mingyun soğuk bir kahkaha attı. "Başmüfettiş kimseye inanmaz. Nasıl olur da senin bilgilerini kontrol etmeye gitmez?"


   Linglong sanki hiçbir şey duymamış gibi hâlâ ona bakıyordu. "Ne zaman öğrendiniz?"


   Su Shiyu yana dönerek onunla yüz yüze geldi. "O gün dans ettiğinde tahmin etmiştim bunu."


   O parlak ve güzel yüz bir anda solgunlaştı. Linglong başını derince eğdi. Elini kaldırarak titreyen parmaklarıyla birkaç kez saçını nazikçe okşadı. Gözleri aniden vahşileşti. Kırmızı yeşim süslü saç tokasını çıkardı ve aniden ayağa kalkıp Su Shiyu'ya doğru atıldı. Üst düzey bir suikastçının sahip olduğu hız ve güçle, son derece hızlı ve acımasız bir şekilde ani bir saldırıya geçti.


   Gözlerinin önünde sadece bir ışık ve gölge belirmesiyle saç tokası iki parçaya bölünerek yere düştü. Linglong göğsünü tutarak yere yığıldı, büyük bir kan birikintisi öksürdü. Su Shiyu hareket etmemiş, sadece Chu Mingyun'un elini bloke etmek için bileğini kaldırarak öldürücü hamlesini yarı yolda engellemişti.


   Chu Mingyun ona yandan baktı ve aniden parmaklarını kenetledi. Su Shiyu'nun tepki vermediğini görünce doğrudan elini tuttu, on parmak iç içe geçerek sımsıkı bağlandı. Elini kalbinin önündeki konuma çekti.


   Su Shiyu'nun gözleri hafifçe kımıldandı. Hemen sonra aklını toplayarak onun eylemlerine müsaade verdi. Yerdeki kişiye baktı. "Bildiğim kadarıyla hasta bir kız kardeşin var. Onun için mi bu kadar çok çalışıyorsun?"


   Linglong'un görüşü bir anlığına karardı. O kafa karışıklığı içinde bir parça farkındalığa tutundu, korku ve panikle bağırdı. "Efendim, yalvarırım sakın..." 


   "Dondan sağ çıkamamış. Ayrılırken gözleri hâlâ açıkmış. Belki de seni görmek istiyordu." Su Shiyu ona bakarak iç geçirdi. "Xiling Valisi seni buraya gönderdiğinde sana söylemedi mi?"


   Uzun, çok uzun bir süre orada donup kaldı, bir damla gözyaşı döktü.


   "Xiling Valisi bana sadece en geç üçüncü aya kadar ölmenizi istediğini söyledi efendim." dedi Linglong yavaşça.


   Su Shiyu düşünceli düşünceli kaşlarını çattı. Linglong onun Chu Mingyun'unkiyle kenetlenmiş eline baktı. Kan lekeli elleri bilinçsizce elbisesini sıktı, kırmızı renge can katarak boyadı. Acıyla gülümseyerek mırıldandı. "...Ha beyazmış ha değilmiş, ne fark eder ki?”


   Su Shiyu bunu duyduktan sonra bir süre sessiz kaldı, sonra gülümseyerek "Sana çok yakıştı." dedi.


   Linglong şaşkın gözlerle ona baktı. Gülümsemekten kendini alamazken gözyaşlarına da hakim olamadı. Su Shiyu'nun önünde diz çöktü, olabildiğince ciddi bir tavırla ona secde etti. Boğuk bir sesle konuşmaya başladı. "Linglong bu hayatta bu kadar iyi bir şansla kutsanmamıştı. Eğer bir sonraki yaşam varsa... dilerim ki bendeniz hayatının geri kalanı boyunca zatınızın hizmetinde çalışır!" Sözlerini bitirdikten sonra arkasını döndü. Salondaki sütuna vurmasıyla kan fışkırdı.


   Kanla birlikte sessizlik de yayıldı. Salonun dışında nöbet tutan mavi elbiseli hizmetçi cesedi temizlemek için öne çıktı. İşini bitirdikten sonra başını eğerek Chu Mingyun'un bununla nasıl başa çıkacağına dair talimatlarını bekledi.


   Konuşmaları sırasında Chu Mingyun gözlerini yere indirmiş, Su Shiyu'nun eklemlerini santim santim okşuyor, sanki dünyada başka hiçbir şey yokmuş gibi tüm dikkatini ona veriyordu. Ancak şimdi Su Shiyu elini geri çekmek istediğinde kavrayışını daha da sıkılaştırdı. Başını kaldırmadan soğuk bir sesle hizmetçiye, “Dışarı çık.” diye emretti.


   Ancak hizmetçi telaş içinde geri çekildikten sonra gözlerini kaldırarak Su Shiyu'ya baktı. "Ölmesi kalbini sızlatıyor mu?"


   Su Shiyu'nun gözleri derinleşti. Yavaşça, "Beni öldürmek için vücuduna bir zehir yerleştirilmişti. Bugün ölmeseydi bile ancak üçüncüyü aya dek yaşardı. Bu şekilde daha az acı verir." dedi.


   Chu Mingyun ses tonunu bozmadan güldü, "Peki ya ben?" diye sordu.


   Su Shiyu bir anlığına şaşkına döndü. Hafifçe gülümseyerek, "Chu Bey, neden kendi statünüzü düşürerek onunla kendinizi kıyas edesiniz ki?” diye sordu.


   "Senin gözünde hepsi aynı değil mi?" Chu Mingyun öne doğru bir adım attı. Neredeyse nefesiyle temas edecek bir mesafede durdu, titizlikle gözlerinin içine baktı.


   Su Shiyu bilinçsizce bir adım geri attı. Aradaki mesafeyi açacak zamanı olmamıştı ki aksi yöne, sanki Chu Mingyun'u tamamen kızdırmış gibi kollarına çekildi. Kurtulma çırpınışları zorla durduruldu, sonunda arkasındaki sütuna bastırıldı.


   Onu saran sıkı kollar bir hapishaneydi sanki, etini kesiyor da kemiğine dayanıyor gibiydi. Su Shiyu kuvvet uygulamayı bırakarak onun sarılmasına izin verdi. Yüzünü göremiyor, yalnızca kulağının dibindeki fısıltıyı işitiyordu. "Peki ya nerene dokundu o senin?..” Chu Mingyun'un soğuk parmakları kulaklarının arkasından inerek boynunun yanını okşadı, omzunu takip ederek sırtından aşağı azar azar iniyordu. Her bir kelimeyi vurgulayarak kulağına, "...Burana mı? …Yoksa burana mı?” diye soruyordu.


   Belli ki aralarında elbise katmanları vardı. Lakin tenindeki dokunuş alevleri andırıyor, bu yangın onu kontrolsüzce titretiyordu.


   Su Shiyu o anda belinden aşağı doğru hamle yapacak olan elini tuttu. Sesinde nihayet bir parça duygu göstermeden edemedi. "Onunla o tür bir ilişkim yoktu."


   Karşılığında Chu Mingyun onun elini kavradı, başını çevirerek yüzünün yan tarafını nazikçe öptü. "Kızgın mısın?"


   "..." Su Shiyu içini çekti. Sakince, "Hayır." dedi.


   Uzunca bir "Yaa" dedi. Sesi yüksekti. Gülümser gibi görünüyordu. "Velhasıl, kafan mı taştan senin yoksa kalbin mi?" diye sordu Chu Mingyun.


   Su Shiyu gözlerini kapattı. Başını hafifçe kaldırarak kırmızı sütuna yaslandı. Bir cevap vermeden sessiz kaldı.


   Chu Mingyun kollarını azar azar sıktıysa da yine yeterli gelmiyordu. Hâlâ huzursuzdu. Kalp atışları bile buz gibiydi. Boşluğu telafi etmek için kollarındaki kişiyi göğsüne doldurmak istiyordu sadece. Farkında olmadan Su Shiyu'nun yüzünün yan tarafını ovuşturdu, gözlerini indirdi ve fısıltı kadar alçak bir sesle, "Bazen seni gerçekten hapsetmek isteğiyle dolup taşıyorum.” dedi. “Ne kadar strateji geliştirsen de, gizlenerek ortadan kaybolsan da seni yakalamayı, ayaklarındaki kasları kesmeyi, demirden zincirler kullanarak seni kilitlemeyi geçiriyorum aklımdan. Benden başka birini düşünmeye cüret ettiğin takdirde senin hatırlayacağın tek şeyin benim adım olmasını…” Sesi gittikçe ciddileşiyor, sözlerinin sonunda artık zalim niyetler taşıyordu ki aniden durdu, ona tekrar sıkıca sarıldı. Başını indirerek yüzünü Su Shiyu'nun boynuna gömdü. Sesi her nedense biraz kırgın ve üzgün geliyordu. "...Ama yüreğim dayanmaz buna.”


   Ne olursa olsun yüreğim dayanmaz. Kaşlarını çattığını görmek dahi benim günahım gibi geliyor bana.


   "Shiyu."


   "Shiyu."


   Chu Mingyun onun adını okudu, boynunun yanını azar azar öptü. "Seni çok özledim, seni görmeyi çok istedim, öyle hasret kaldım ki sana, neredeyse aklımı yitirecektim."


   Sözleri o kadar dokunaklı, o kadar acıyla kavrulmuştu ki biraz bile hükmedemiyordu kendine. 


   Su Shiyu, onun görüş alanının dışında, sanki onu kollarına almak istiyormuş gibi yavaşça elini kaldırdı. Fakat sonunda, sanki tüm gücünü kaybetmiş gibi, cübbesine dokunduğu anda indirdi tekrar.


   "Ne düşündüğünüzü hiçbir zaman tahmin edemiyorum." dedi Su Shiyu yumuşak bir sesle.


   “...Bunu sana söylemesi gereken benim.” 


   Su Shiyu bir anlık sessizliğin ardından yavaşça gözlerini açtı. "Jianzhang Sarayı’ndaki yolsuzluk ve gizli anlaşmalar davasını bilmiyormuş gibi davranabilirim." Durakladıktan sonra ekledi: "Sınırım bu. Siz de biliyorsunuz ki bu idamlık bir suçtur. Gelecekte kendinizi dizginlemeniz daha iyi olur."


   Chu Mingyun anında kaskatı kesildi. Omzunu kavrayan eli sıkılaştı. Bir süre sonra neredeyse dişlerini sıkarak, "Su Shiyu, seni bu yüzden mi görmek istediğimi düşünüyorsun?" diye sordu.


   Kendi sesinin sessizliğin içinde dağıldığını, salonun dışında esen, nazikçe ve incelikle salona doğru ilerleyen rüzgarın sesini işitti.


   Yine cevap gelmiyordu. Cevabı buydu işte.


   Chu Mingyun aniden onu bırakarak arkasını döndü. Derin bir nefes aldı, elini kaşlarına götürdü. Alaycı bir sesle, "Birkaç milyon taeli tek cümleyle yok sayıyorsunuz. Gerçekten cömertsiniz.” dedi.


   Su Shiyu sessizce onun sırtına baktı. Gözlerinde bin bir çeşit düşünce dalgalandı, sonunda zayıf ve tatsız bir gülümsemeye dönüştü. Adımlarını kaldırarak gitmeye yöneldi.


   Uzun bir süre sonra Chu Mingyun elini indirdi. Dönüp baktı. Avluya soğuk mevsimin ilk erik çiçeği dökülüyor, ilk karı yağıyordu.



   Ertesi sabah Başkomutan Chu, hasta olduğunu iddia ederek saraya gelmedi.


   Chu partisinin üç dört mensubu gözaltına alınarak Teftiş Ofisi’ne götürüldü ve suçlarını itiraf ettiler. Nazırlar içten içe bu davanın muhakkak başkomutan ile yakından ilgili olduğunu hissediyorlardı. Tesadüf de odur ki Başkomutan Chu hastalanarak divana gelememişti. Bu sefer gerçekten de kurtuluş umudu olmayabilir miydi? Birbirleriyle birkaç defa bakıştılar, sonunda sessiz kalarak izlemekle yetindiler.


   Göğün Oğlu salondaki tahtına oturduğunda Su Shiyu öne çıkarak diz çöktü, ellerini başının üstüne kaldırarak bir belge sundu.


   "Sevgili nazırım davayı kapatmaya mı karar verdi?" diye sordu Li Yanzhen, belgeyi karıştırırken.


   “Bendeniz günahkar, rica ederim cezalandırın majesteleri.” dedi Su Shiyu.


   Yankılanan bu cümle sivil ve askeri yetkilileri şaşkına çevirdi. Li Yanzhen de bir anlığına neye uğradığını şaşırdı. Gözlerini kaldırarak ona baktı. "Neden böyle söylüyorsun sevgili nazırım?”


   "Bendeniz iyi bir iş çıkaramadı, bu davanın beynini bulmayı başaramadı." Su Shiyu'nun gözleri karardı. “Müfettiş Yan dün gece konağında beklenmedik bir şekilde öldü, elindeki kanıtlar iz bırakmadan ortadan kayboldu. Bendeniz her yeri aradıysa da hiçbir şey bulamadı. Davayı aceleyle kapatmaktan başka çaresi yok. Yüreğinde utanç duyuyor, majestelerinden kendisini cezalandırmasını rica ediyor.”


   "Önemli değil." Li Yanzhen belgeyi kapattı. Gülümseyerek, "Zaten tespit edilen çok fazla suçlu yok mu? Bu kadarı bile bir hizaya sokmak için yeterli. Sevgili nazırım, bu denli ter döküyorken neden bir de kendini suçlayasın ki?" dedi.


   Su Shiyu onu duymazdan geldi. "Bendeniz günahkar, majestelerinden cezalandırmasını istiyorum.”


   Li Yanzhen'in kafası karışmıştı. Salonun ortasında diz çökmüş Su Shiyu'ya baktı; gözlerini sakince indirmiş olmasına rağmen kaşlarını çatarak sarsılmaz bir kararlılığı ortaya koyuyordu. Li Yanzhen bir süre ona baktı ve uzun bir iç çekti.



   Harbiye Nazırı Xu Yin sabah divanından sonra evine dönmek yerine doğruca başkomutanlık konağına yol aldı.


   Çalışma odasında Qin Zhao, Chu Mingyun tarafından kendisine uzatılan listeyi aldı ve "Bu insanların ölmesiyle hallolacak mı?" diye sormadan edemedi.


   “Böyle kolaylık nerede görülmüş?” diyerek güldü Chu Mingyun. "Bu, onların ağızlarını açabileceklerinden daha hızlı hareket edip edemeyeceğine ve diğer insanların şüphelenmesine izin vermemene bağlı."


   Qin Zhao tam ağzını açacaktı ki dışarıdan bir hizmetçinin kapıya vurduğu duyuldu. "Efendim, Harbiye Nazırı Xu Bey ziyaretinize geldi. Ön salonda sizi bekliyor."


   "Beni yakalayıp adalete teslim etmeyi dileyen adam henüz gelmemişken o, sabah divanından çıkıp da eve dönmek yerine ne diye buraya gelmiş?” Chu Mingyun gözlerini bile kaldırmadı. "Onu görecek keyfim yok."


   Hizmetçi sesini alçalttı. "Parlak bir yeteneğiniz olduğunu söyledi. Yakında Su partisini temizleyeceğinizi umuyor.” 


   "...Neler dönüyor?" Chu Mingyun'un gözleri kısıldı. "Söyle, buraya gelsin."


   Qin Zhao listeyi bir kenara koydu ve göz açıp kapayıncaya kadar gizli kapıdan çıktı.


   Kısa bir süre sonra Xu Yin geldi, gizleyemediği bir sevinçle onu selamladı. Chu Mingyun'un daha fazla soru sormasını beklemeden bu sabah divanda olup bitenleri ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Sonunda aklı karışmadan edemedi. "...Lafı geçmişken, Su Bey de sahiden tuhaf. Onca zahmete girip acele içinde davayı ele almış olsa bile nihayetinde belli ki majesteleri memnun kalmıştı. O ise yine de kendisinin suçlu bulunmasında ısrarcı oldu.” Bir duraklayarak güldü. "Doğal olarak, durum ne olursa olsun, sizi tebrik etmek istiyorum efendim!”


   Xu Yin, Chu Mingyun'un Jianzhang Sarayı davasına karışıp karışmadığından emin olmamakla birlikte bir şey kesindi: Davanın bu şekilde sonuçlanmasıyla birlikte hükûmette gizli saklı söylentiler baş göstermişti. Sonuçta Chu Mingyun'dan kurtulmak için böylesi büyük bir fırsatı varken Su Shiyu ona karşı en ufak bir hamlede bulunmamakla kalmamış, aksine kendisini düşürmüştü. Bazı insanlar bunun Su ailesinin gerilemesinin bir işareti olup olmadığı ve Chu ile Su partilerinin çatışma halinin bundan sonra değişebileceği üzerinde tahminler yürütüyordu.


   Xu Yin konuşmayı bitirdikten sonra Chu Mingyun'un konuşmasını bekledi. Uzun süre bekledikten sonra hiçbir hareket göremedi. Başını kaldırdığında Chu Mingyun’un elinde bir şeyi evirip çevirdiğini, düşüncelere dalmış olduğunu gördü. Sorarcasına bir ses çıkarmadan edemedi. Chu Mingyun mana içermeyen bir ses tonuyla, "Su Shiyu’nun durumu nedir?" diye sordu.


   "Endişelenmeyin efendim. Yarım yıllık maaş kesintisi ve yedi günlük uzaklaştırma cezası Su ailesi için eşi benzeri görülmemiş bir rezalet olarak kabul edilebilir." Xu Yin gülümsedi. "Ayrıca, bu naçiz memur gelmeden önce Su partisinden birkaç yetkili benden onlar adına size saygılarını sunmamı ve hastalığınızın durumunu sormamı istedi.”


   Chu Mingyun yavaşça gözlerini kaldırdı, soğukça gülümsedi. "Onlara henüz ölemeyeceğimi söylersin." Başını hafifçe eğerek koltuğuna yaslandı. Sabırsızca elini sallayarak karşı tarafın gitmesini işaret etti.


   Xu Yin onun sözlerini tarttığında kötü bir ruh hali içinde olduğunu anladı. Akıllıca davranarak müsaade alıp oradan ayrıldı.


   Sessizliğin hakim olduğu odada, Chu Mingyun elinde ısıttığı yeşim kolyeyi gözlerinin önüne kaldırdı, uzun süre baktı ve yavaşça kavrayışını sıkılaştırdı.