Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 85: O adamın tahta oturduğunda aklını yitirdiğini, büsbütün delirdiğini konuşuyordu herkes.

 


   Saraydaki kargaşa hâli hızla istikrara kavuştu. Gece yağmuru hâlâ pıtırdayarak yağmaya devam ediyordu.


   Sonunda, herkesi şaşırtan bir şekilde Chu Mingyun Li Yanzhen'i öldürmemiş, onu Lu Qinghe ile birlikte yan salona yerleştirerek ev hapsine almıştı.


   Qin Zhao bütün gün gergin olan sinirlerinin nihayet biraz gevşediğini hissederek uzun bir iç çekti. Salonun kapısını iterek açtı.


   Sarayın çalışma odası temizlenmişti. Yeni takılan tül perdeler rüzgarla yükselip alçalıyordu. Nereden geldiğini bilmedikleri küller temizlenmişti. Chu Mingyun masaya oturmuş, bir dizi belgeyi inceliyordu. Gözlerini kaldırıp ona bir bakış attı. “Otur.”


   Qin Zhao oturdu. Belgeyi ona uzattı. "Bak bakalım nasıl görünüyor."


   "Nedir bu?"


   “Arazi pay sistemi.” dedi Chu Mingyun. "Düzeltilmesi gereken çok fazla yer var, şimdilik kabaca birkaç noktayı yazdım."


   Qin Zhao bir göz gezdirdikten sonra belgeyi geri uzattı. "Anlayamıyorum."


   "Abi." dedi Qin Zhao. "Sarayın dışındaki her şey halledildi. Boyun eğmeyi reddeden nazırların hepsi konaklarında ev hapsine alındı. Ceza Nazırı Lu Shi hükûmet askerleriyle birlikte bir isyana öncülük etmek istedi ama çoktan bastırıldı." Bir an durakladı, yine de devam etti. "Su Konağı tarafına da adam gönderdim.”


   Chu Mingyun eliyle çenesini destekledi. Gözlerini indirdi. "Hâlâ atalar salonunda mı? Dışarı çıkmadı mı?"


   "Evet."


   Uzun bir sessizliğin ardından Chu Mingyun aniden şunları söyledi: "Yulin ordusu şu ana kadar herhangi bir eylemde bulunmadı. Li Yanzhen uyandı ama emir almadılar. Bir süre önce adamlara arama yaptırdım; birliklerin komutanlık nişanı sarayda değil, Li Yanzhen'in üzerinde de bulunmuyor.”


   "Bu nasıl olur? Bu kadar önemli bir şeyi yanında tutmayacak da başka nereye koyacak?" Sözler ağzından çıktığı anda Qin Zhao tepki verdi. "...Komutanlık nişanını Su Shiyu'ya vermiş olabilir mi?"


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. İç geçirerek, "İyice göz kulak olmaları için birkaç gölge muhafız daha gönder." dedi.


   “Komutanlık nişanını gördüğümüzde ona engel olmak için savaşalım mı?” diye tereddütle sordu Qin Zhao.


   Chu Mingyun başını hafifçe salladı. "Gerek yok, ona göz kulak olmanız yeterli."


   Qin Zhao şaşırmıştı. "Neden?"


   “Onurlu bir adam ülkesi için canını verir.” diye fısıldadı Chu Mingyun. "Onun intihar etmesinden korktuğum kadar, başka hiçbir şeyden korkmuyorum.”


***


   Ertesi gün divan salonunda, konaklarında ev hapsine alınmış nazırlar dışındaki herkes erkenden gelmiş, yeni hükümdarlarını saygıyla bekliyorlardı. Şafağın sökmesiyle zil çaldı; altın desenli siyah imparatorluk cübbesini giyinmiş olan Chu Mingyun tahta oturdu.


   Elini kaldırdı; yan taraftaki hadım emri alarak öne çıktı, elleri titreyerek fermanı kaldırdı ve yüksek, gür bir sesle okudu. Tahtın eteklerindeki nazırların tamamı ilk başta mutlulukla doluydular. Ancak birkaç kelime işittikten sonra ifadeleri aniden kaskatı kesildi, tuhaf bir hal aldı.


   Bu bir reform fermanıydı esasında. Daha önceki arazi fermanının karmaşasını ortadan kaldırıyor, her ayrıntısını düzene sokuyordu. Mamafih güçlü ve nüfuzlu olanların ahlaksızca ilhakını engellemeyi ve bölünmeleri ortadan kaldırmayı amaçlıyordu.


   Aşağıda belirsiz bir kargaşa vardı. Chu partisindeki yetkililer kafa karışıklığı içinde birbirlerine bakıyorlardı. Aslında Chu Mingyun'un tahta çıkmasının ardından doğal olarak daha da korkusuz, kibirli ve otoriter olabileceklerini düşünmüşlerdi. Ne var ki bildirdiği ilk ferman her nasılsa kök salmış zararları ortadan kaldırmaya yönelikti. Onların etlerini oyup kazmaktan hiçbir farkı yoktu.


   Chu Mingyun soğuk bir ifadeyle aşağıya baktı. "İtirazınız mı var?"


   "Şey..." Birkaç nazır birbirleriyle bakıştı. Nihayet Harbiye Nazırı Xu Yin ayağa kalkarak öne çıktı. Saygıyla eğildi ve, "Majesteleri, bendenizin fikrince... korkarım bu pek uygun değil." dedi.


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Yaa?.."


   "Majesteleri tahta daha yeni çıktı; mevcut durum henüz istikrara kavuşmadı. Şu anda ulusal politikada büyük değişiklikler yapmak üzere acele etmek gerçekten de insanların kalplerini istikrara kavuşturmaya yardımcı olmayacaktır. Ayrıca evvelki asıl ferman uzun süredir uygulanıyor. Birkaç eksikliği olsa da dile getirmeye değmez bile. Halkımız buna alışmış vaziyette. Bir değişikliğe gitmeye gerek yok. Eğer reformunuz kargaşaya yol açarsa kazançlar kayıpları telafi etmeyecektir. Umarız ki majesteleri tekrar düşünür."


   Harbiye Nazırı Yardımcısı Zheng Ran öne çıktı. "Xu Bey’in sözleri makul. Bendeniz kendisiyle hemfikir. Umarız ki majesteleri tekrar düşünebilir.”


   Diğer yetkililer de birbirleri ardına öne çıktılar. Kendilerini ifade edişleri farklı olmasına karşın hepsi de fermanın geri çekilmesini istediklerini açıkça söylüyordu.


   Chu Mingyun bir an için yüzünde yarım yamalak bir gülümsemeyle onlara baktı. Sonra Xu Yin'e, "Önüme gel." dedi.


   Xu Yin hafif bir tereddütle yukarı doğru baktı. Chu Mingyun'un yüzü boncuklu tacın arkasına gizlenmişti, belirsiz ve ayırt edilemezdi. Aklını dinginleştirdi, salondaki yeşim basamakları adım adım çıktı. Chu Mingyun hareketsiz kaldıkça daha da korkuya kapıldı. Nihayet tahttaki adamdan üç dört adım uzakta bir yerde durdu, korkuyla başını eğerek emirleri bekledi.


   Kılıcın kınından ayrılışının sesinin kulaklarına düştüğü o kısacık anda tepki verecek zamanı bile olmadı. Vücudu kontrolsüzce yere düştü. Alnı basamaklara çarptı. Xu Yin inançsızlık içinde, gözleri fal taşı gibi açılarak yukarı baktı. Kırmızıya boyanmış Chu Mingyun'un, kılıcıyla ayakta duran figürü girdi görüş alanına. Kalbine keskin bir acı saplanmış, yavaş yavaş yayılıyordu. İnlenip sızlanmaya bile vakit bulamadan soluğu tamamen kesildi.


   Xu Yin'in bedeni yeşim taşından basamaklara uzanmış, kanı basamaklar boyunca yavaşça yayılmıştı.


   Chu Mingyun yavaşça bileğini kaldırdı. Elindeki kılıcı doğruca aşağıya doğrulttu. Kılıcın ağzından boncuk boncuk kanlar damladı yere, sıçrayarak mürekkep lekeleri gibi zarif izler bıraktı. Soğuk bir gülümsemeyle, "Başka var mı?" diye sordu.


   Salondaki yetkilerin tamamı bembeyaz kesildi, soğuk terler aniden tüm vücutlarını sardı. Öne çıkmış olan nazırların yüzlerinde ise kan namına bir şey kalmamıştı; korkudan tir tir titriyorlar, ses çıkarmaya cesaret edemiyorlar, hatta yerlerine dönmeye bile cüret edemiyorlardı. Yalnızca kaskatı kesilmiş halde durmak geliyordu ellerinden. Muhteşem salon boğucu bir ölüm sessizliğine gömülmüştü.


   "Ne yani?" Chu Mingyun başını hafifçe eğerek aşağıya baktı. Sonunda sesi tamamen buz kesti. "Sizler Li Yanzhen'i uzun süre parmağınızda oynattınız; buna alıştınız da benim kim olduğumu mu unuttunuz?"


   Dizlerinde derman kalmayıp da yere ilk çöken kim oldu bilinmez, onun peşinden herkes birbiri ardına diz çökerek yere kapandı. Rüzgarın kabarık çimleri okşaması gibi, tüm salon ‘çok yaşayın’ sesleriyle doldu, dalgaları enginlere ulaştı.


***


   Ferman halka duyurulduğunda tıpkı bir taşın binlerce dalgaya sebep olması gibi bir etki yaratmıştı. Güçlü ve nüfuzlu insanlar kargaşa içindeydi. Henüz yarım gün geçmişti ki birisi sarayın çalışma odasına gelmiş, onu görmek istemişti.


   Chu Mingyun gözlerini kaldırarak içeri giren Harbiye Nazırı Yardımcısı Zheng Ran'a baktı. Oldukça şakacı bir şekilde, "Xu Yin'in divan salonunda nasıl öldüğünü gözlerinle gördün. Senin peşine düşmedim. Sen ise kaçınmak yerine her nasılsa buraya gelmeye cesaret ediyorsun. Senin bu kadar yürekli olduğundan ne zamandır habersizim?” dedi.


   Zheng Ran’ın beti benzi attı birden. Önünde diz çöktü ve titreyerek cevap verdi. "...Majestelerinin affına sığınıyorum! Bendenizin, bendenizin de başka çaresi yok ki! Bendenizin çayevi taraflarıyla bazı anlaşmaları var, bugünlerde bütün servetini buna yatırmış durumda. Bendeniz majestelerini kızdırmaya cüret edemez ancak bütün hayatı buna bağlı olduğunda ne yapabilir ki?! Lütfen anlayın majesteleri, bendenizin gerçekten bir çıkış yolu yok!”


   "Yani Harbiye Nazırlığı’nın azametli yetkilisi o tüccar ve kodamanların aracılığını yapmak için mi böyle koşuşturuyor?”


   "Ne cüretle! Bendeniz yalnızca arzularını ifade ediyor. Görüş bildirmeye cüret edemem!”


   "Konuş."


   "Majestelerinin kararları bilgece. Ne var ki bu nüfuzlu insanlar majestelerinin özenli çabalarını anlamıyor. Evvelki sisteme alışkınlar ve ne olursa olsun bunu kabul etmek istemiyorlar. Bu yüzden bendenizden majesteleriyle görüşmeye gelmesini istediler. Bu kodamanlar başkentte ve hatta tüm ülkede iş gücüne sahipler. Majesteleri, tahta henüz yeni çıktınız, onlarla çatışırsanız hiç de iyi olmaz..."


   Chu Mingyun gülümsedi. "Bu benim için bir tehdit mi?"


   Zheng Ran telaşla sesini yükseltti. "Buna cesaret edemem, böyle bir niyetim yok!" Soğuk terler içinde kalıverdi. "Bu... izninizle bendeniz dürüst ve açık sözlü olacak. Aslında bu insanlar Li Yanzhen'in ölü ya da diri olmasını umursamıyorlar. Majesteleri fermanı geri alır ve bir daha bahsetmemeyi kabul ederse kesinlikle tüm güçleriyle sizi destekleyeceklerdir. Böyle büyük mali kaynaklara sahiplerken sizin adınıza işleri nasıl halledemesinler ki? O soylu aileler bile çantada keklik olacak. Yalnızca bunu kabul ettiğiniz takdirde bundan sonra huzur içinde olabileceksiniz.”


   "Diyelim ki fermanı geri çektim ve eski sistem değişmeden kaldı..." Chu Mingyun ona baktı. "O zaman bu tahtın bana getirdiği otorite nerede kalır?”


   Zheng Ran'ın dili tutulmuştu. "Hayır, hayır, bendeniz..."


   "Ben sadece eski arazi sistemini değiştirmek değil, aynı zamanda resmi hükûmet sistemini de değiştirmek istiyorum." Chu Mingyun kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Ancak gözleri buz gibiydi. "Özellikle de senin gibi yetkililer ve iş adamları arasındaki gizli anlaşmaları hizaya sokmak için. Buna ne dersin?”


   Zheng Ran'ın yüzündeki kan anında çekildi. Kendini affettirebilmek için yalvararak yere kapanmaktan, merhamet dilemekten başka bir şey yapamadı. Chu Mingyun bir süre kayıtsızca baktı ona. Sıkılarak ondan geri çekilmesini istedi. Zheng Ran yaprak gibi titredi. Birkaç defa daha önünde eğilerek af diledi, ardından aceleyle geri çekildi.


   Chu Mingyun sessizce onun ayrılışını izledi. Sonra yavaşça koltuğuna yaslandı. Bütün benliği gölgelerde kayboldu. Gözlerini kapattı. Kim bilir ne kadar zaman sonra kapının dışından bir gölge muhafızın rapor verdiğini işitti aniden.


   "Efendim, Changan'da halka duyurulan fermanlar parçalara ayrıldı. Birkaç yerel kodaman açıkça isyan etti ve çoktan imparatorluk ordusuyla çatışmaya girdiler. Olaylar gittikçe büyüyor."


   Gözlerini açtı. "Hepsini tutuklayın.”


***


   Su Konağı.


   "Bırak da gireyim içeri. İki kelime edip çıkarım. Olur mu?" Du Yue sertçe kaşlarını çattı; önünü kesmek için ellerini açan adamla pazarlık yaptı.


   Su Bai başını kararlılıkla salladı. "Olmaz."


   "Ya Su Bai, bu katır inadın nereden geliyor?" Du Yue, Su Bai'nin arkasındaki atalar salonunun kapalı kapısına baktı. "Söylememe bile gerek yok, dünden beri içeriden hiçbir hareket duyulmadı. Kuzenimin içeride açlıktan bayılmasından korkmuyor musun? Bırak da girip bir bakayım, ondan sonra çıkacağım!"


   "Genç efendi kimsenin rahatsız edemeyeceğini söyledi."


   "Rahatsız etmeyeceğim, çenemi kapalı tutacağım ve sadece bir bakacağım." dedi Du Yue. "İçeride bir şey yiyip içmiyor, içim rahat etmiyor, kuzenimin iyi olduğunu gördüğümde hemen dışarı çıkacağım"


   Su Bai karışık bir ikileme düşerek başını çevirip tek bir ses dahi çıkmayan atalar salonuna baktı önce, sonra küçük beyinin yüzündeki hevesli bakışla yüzleşti. Yine başını iki yana salladı. “Olmaz. Genç efendi içeri girilmesine müsaade edilmeyeceğini söyledi.”


   Du Yue kendini tutamayıp alçak sesle küfretti. Kalben ve bedenen tükenmiş hissederek yandaki korkulukların üzerine oturdu.


   Qin Zhao'nun yanında haberleri duyduğunda hiç gecikmeden buraya koşmuş, sonucunda atalar salonunun kapısına dokunamadan durdurulmuştu. Kuzeni dışarı çıkana kadar beklemenin ve sonra onunla konuşmanın da sorun olmayacağını düşünmüş ancak şimdiye kadar Su Shiyu'nun dışarı çıkmaya niyeti varmış gibi göründüğünü görmemişti. Su ailesinin muhafızları ve Su Bai de yolunu kapatarak içeri girmesine mani olmuştu. Huzursuzlukla dolu bir yürekle beklemeye devam etmekten başka çaresi yoktu.


   Aniden aceleci ayak sesleri ve yaklaşan konuşmalar duydu. Du Yue başını uzatıp baktığında kahya Su Yi'nin bir adamı aceleyle durdurduğunu gördü. "Efendim, rica ediyorum durun. Genç efendinin rahatsız edilemeyeceğine dair emir aldık. Söyleyeceğiniz bir şey varsa sizin adınıza daha sonra iletebilirim. Lütfen kusuruma bakmayın.”


   "Sırf Su Bey’i görebilmek için canımı dişime takıp konaktan çıktım. Elim boş dönmeme izin veremezsin, değil mi?” Lu Shi elini çekti. "Durum acil. Eminim ki Su Bey kızmayacaktır.”


   Su Yi onu tekrar durdurdu. "Duygularınızı anlayabiliyorum efendim ancak hepimiz emirlere uyuyoruz, lütfen siz de anlayın."


   "Neler olduğunu bilmiyor musun?!" dedi Lu Shi telaşla. "Başkomutan Chu denen o adam çoktan bir komplonun başını çekerek tahtı gasp etti. İçerideki Su Bey bundan tamamen habersizdir muhtemelen!  Durum acil, gecikmeye yer yok!"


   "...Başkomutan Chu çoktan bir komplonun başını çekerek tahtı gasp mı etti?" diye boş bakışlarla tekrarladı Du Yue. Su Bai'nin ifadesi de kaskatı kesildi.


   Su Yi içini çekti, atalar salonuna derin gözlerle baktı. "Genç efendi kendisini atalar salonuna kapattıysa muhtemelen bir konuda kafası karışmış demektir. O bunu çözemeden önce efendim, korkarım ki genç efendi ile görüşseniz bile bunun bir faydası olmayacaktır."


   Lu Shi ona baktı. "Ne demek istiyorsun?"


   Su Yi cevap veremeden bir hizmetkâr panik içinde koşarak Lu Shi'ye, "Efendim, hadi hemen konağa dönelim. Bizi izleyenler tarafından fark edilirsek bu hiç iyi olmaz!" dedi.


   "Ne oldu?"


   “Saray yerleşkesinin dışında insanlar öldü!”


***


   "Harbiye Nazırı Xu Yin’in tek oğlu Xu Tong, başkentte sınava girmek için bekleyen bir grup adayı ayaklanarak isyan etmeye teşvik etti. Üzerlerine kandil yağı döktükten sonra saray yerleşkesine koşmak istiyorlardı. Her ne kadar çoğu çatışmadan korkmuş ve kaçmak için kaostan yararlanmış olsa da Xu Tong ve adaylardan birkaçı kendilerini ateşe verdi; çarpışmada imparatorluk ordusunun birçok askeri yakıldı. Başkent şu anda çalkantı içinde, herkes bu olaydan bahsediyor.” Qin Zhao ciddi görünüyordu.


   "İsyan mı?" Chu Mingyun dudak büktü. "Bu aynı zamanda benim tahtı haince gasp etmeme bir karşı duruş mu?"


  "O bir grup insan böyle iddia ediyor ancak Xu Tong'un muhtemelen nefret beslediği konu onun babasını öldürmüş olman, abi."


   "Babası çok uzun zamandır şeytanlık ediyordu. Uzun zaman önce ölmesi gerekirdi."


   "Ama şimdi ortada bir karmaşa var.” dedi Qin Zhao endişeyle. "Ne yapmalıyız?"


   Chu Mingyun kayıtsız görünüyordu. "Az önce sorun çıkaran insanların çoğunun kaçtığını mı söylemiştin?”


   "Evet."


   Chu Mingyun duygusuzca güldü. "O zaman hepsini yakalayıp öldürün."


   Qin Zhao şaşkına döndü. "Abi, bunların hepsi sınav adayları..."


   "Kim olduklarının ehemmiyeti yok. Madem ölmek istiyorlar, bırak ölsünler. Eğer onları bastırmak için otoriteye başvurmaz ve öylece devam etmelerine izin verirsek gelecekte sarayda olay çıkarmazlar mı?" Chu Mingyun onun sözünü kesti.


   Qin Zhao tereddüt etti. "Ama korkarım bu pek iyi olmayacak…"


   Chu Mingyun'un daha yeni ayaklanan kodamanların tutuklanmasını emrettiğinden ve bir grup liderin kellesini aldığından bahsetmeye bile gerek yoktu.


   Chu Mingyun göz ucuyla ona baktı birden. Zor duyulur bir ses tonuyla, "Kardeşim, sen de mi itaatsizlik etmek istiyorsun?" diye sordu.


   Qin Zhao'nun yüreği titredi. Sessizce başını salladı.


***


   Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun ardından gökyüzü açılmış değildi henüz. Kül rengi yığıntılar yumuşak bir örtü gibi tüm Changan’ı altına alıyor, şehri kasvet bürüyordu. Durgun hava bile tüm ağırlığıyla üzerlerine çöküyordu sanki. Çayevlerindeki konuşmaların sesleri, adeta anlaşmışlar gibi alçaldıkça alçalmıştı, birileri tarafından duyulacaklarından korkuyorlar gibiydi.


   "Saray yerleşkesinde neler oluyor? Tüm sokakların kapalı olduğunu görüyorum. Gerçekten birileri kendilerini ateşe mi verdi?" Sesi alçak olmasına rağmen merakını bastıramıyordu.


   "Nasıl yalan olabilir? Birkaç kişi öldü. Kendi gözlerimle gördüm. Çok perişan bir durumdu. Her biri kömür gibi yanmıştı. Azıcık bir dokunmayla kolları düşüyordu. Ayrılan etin içi hâlâ kırmızıydı!”


   Birçok kişi korku dolu bir nefes almaktan kendini alamadı. Aceleyle ona konuşmayı kesmesini söylediler.


   Bir başka kişi ise şunları söyledi: "Yanan insanlar arasında Harbiye Nazırı Xu Yin'in oğlu da yok muydu? Ayh, bu aile de gerçekten sefil durumda; ihtiyar sabah divanında öldürülüyor, oğlu sarayın kapılarında.”


   "Sahiden. Duydum ki sabah divanında bir kılıç içinden geçmiş. Ne kadar korkutucu olduğunu düşünemiyorum. Başkomutan Chu denen o adamın mizacı daha önce nasıldı? Artık tahtı gasp ettiğine göre aklına estiği gibi öldürecek mi?”


   Genç bir adam köşeye sinmiş, onların konuşmalarını dinliyordu. Söylenenleri işitmesiyle çayı tutan eli titremeden edemedi. Başını daha derine gömdü.


   "Hanedanda böyle bir şeyin olacağı kimin aklına gelirdi? Cidden, bu sefer keyfi çok yerinde. Zengin ve nüfuzluları öldürüyor, kendi tarafındakileri bile kılıçtan geçiriyor. Ya biz basit halkın canı daha da değersiz değil mi?” Konuşan kişi nefretle dişlerini gıcırdattı. “Tanrıların gözleri kör sahi. Böyle bir adam imparator olduğunda nasıl iyi bir hayat sürülebilir?”


   Yanındaki adam aceleyle onun ağzını kapattı, sesini kısıp öfkeyle bağırdı. "Sülalenin var ya… Ölmek mi istiyorsun da bu kadar gürültü ediyorsun?!”


   Bu sırada siyah zırhlar içindeki bir grup imparatorluk askeri içeri daldı. Çayevini ölüm sessizliği bürüdü birden. Herkes başını eğerek çayını yudumladı, kimseden çıt çıkmadı.


   Askerlerin komutanı etrafı süzdü, elini kaldırarak işaret etti. İki asker hiç gecikmeden köşedeki o genç adamın ensesine yapıştı. Komutan başını çevirerek portreyle karşılaştırdı. "Bu o."


   Genç adam askerlerin elinde var gücüyle çırpındı. Korku içinde haykırdı. "Ne yapıyorsunuz siz? Bırakın beni, bırakın beni! Ben ne suç işledim? Ne istiyorsunuz benden?!"


   Komutanları elini sallayarak emrindekilere onu dışarı sürüklemelerini emretti. "Majestelerinin emridir: Saray yerleşkesindeki isyana karışan herkes tutuklanacaktır."


   "Öldürün!"



   Emirlere riayet etmeyenleri öldürün.


   Direniş adına toplananları öldürün.


   Suça karışanları öldürün.


   Öldürün.


   Öldürün.


   Öldürün.


   O adamın tahta oturduğunda aklını yitirdiğini, büsbütün delirdiğini konuşuyordu herkes.



   Ayın yirmi birinci gününde Xiling Valisi Li Chenghua ayaklandı; Büyük Hun Hükümdarı ona yardımcı olmak için birliklerini ödünç verdi. “Hainleri ortadan kaldırmak ve meşruiyeti yeniden sağlamak” lafzı altında asker toplayarak Changan üstüne yürüdü. Tüm eyaletler şehirlerinin kapılarını açarak onları karşıladı. Günde binlerce li yol katettiler.