Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Ekstra 3: Aslında Chu Yuan yalnızca Su Shiyu'ya benzemekle kalmıyordu. Onun sisli yağmurları yansıtan gözleri Chu Mingyun’a geçmişteki kendisini de hatırlatıyordu.

 

   Sarayın dışındaki mermer taşlı geniş alanda bir delikanlı iki eliyle kılıcını kavramıştı. Vücudunu indirmiş, karşısındaki adama ihtiyatla bakıyor ve bir hamle yapmaktan çekiniyordu.


   Uzun boylu adam elindeki tahta kılıcı gelişigüzel kaldırdı. "Gel."


   Karşılığında delikanlının kılıcın kabzasını tutan eli sıkılaştı. İleri adım atarak hücum etti, kılıcını temizce savurdu. Bir anda hız kazanarak tüm gücüyle rakibinin boğazını hedef aldı. Adam kımıldamadı bile. Kılıcın yaklaşmasını bekledi, sonra hafifçe yana kayarak tahta kılıcı kaldırıp vurdu. Delikanlı gücünü yitirdi, elindeki kılıcın sapmasıyla rakibini ıskalayıp geçti.


   Bir an için hızını alamadı. Delikanlı yüreğinde bir ürperti hissetti. Aklını toparladığında ahşap kılıcın yüzünü kesmeye geldiğini gördü. Geri çekilmek üzereydi ki arkasından aniden başka bir ses duyuldu. "Sol ileri."


   Delikanlı fazla düşünmeden sola doğru bir adım attı. Kılıcını çektiği sırada tahta kılıç saç çizgisinin üzerinden kıl payı geçti. Fırsatı değerlendirip bir açıklık elde etti, hemen kılıcını kaldırıp savurdu. Metal kılıç soğuk bir ışıkla parladı. Adam iki adım geri çekildi, hafifçe kaşlarını çattı. Elini çevirip tahta kılıcı çaprazlayarak saldırdı.


   Delikanlı kılıçla yüzleşmek istemişse de arkasındaki ses bir kez daha duyuldu. "Geri çekil."


   Bilinçsizce itaat ederek geri çekildi, fakat tahta kılıcın sahiden katı bir öldürme havası sergilediğini, anında doğrudan kesmeyi hedefleyerek savrulduğunu gördü.


   “Başını eğip ilerle.”


   Delikanlı başını eğerek ileri atıldı. Kılıcın kuvvetinden kaçtıktan sonra birden başını kaldırdı, etrafında dönerek kılıcıyla sert bir darbe indirdi.


   Bir çınlama yankılandı, adamın tahta kılıcından ufacık bir parça sıyrıldı. Delikanlı sevinçten havalara uçtu. Hemen kılıcını tekrar savuruyordu ki birden boşluğa düştü. Adam, o farkına bile varmadan önünden kaybolmuştu. Delikanlı henüz telaşlanmaya bile vakit bulamadan dizinin arkasında bir acı hissetti. Tahta kılıcın darbesinin getirdiği his kırbaçlanmayı andırıyordu adeta. Öne doğru düşerek mermer zeminde diz çöktü. Kılıcı yana düştü. Dizleri ise darbeyle uyuşmuştu.


   Adam arkasından, "Kendinden geçiyorsun hemen." diye yorum yaptı.


   Chu Yuan dizlerini ovuşturdu. Ayağa kalkarak arkasını döndü. "Soylu baba." Gözlerini kaldırarak sarayın koridorlarındaki adama baktı. “Baba.”


   Su Shiyu başını sallayarak gülümsedi. "Epey ilerleme kaydettin."


   "Eğer arkadan söylemeseydin tek bir hamle bile yapamazdı." dedi Chu Mingyun. “Doğrudan bir hamle güç ve hız gerektirir, değişimi kabul etmez. Ancak enerjinin de korunması, mesafenin hesap edilmesi şarttır. Kılıç rakibinin gözleri önüne ulaşsa bile sen tüm gücünü tüketmişsen neye yarar?”


   Chu Yuan başını salladı. "Oğul anlıyor."


   Kılıcını aldı ve Chu Mingyun'u saraya kadar takip etti. Su Shiyu bileğini yakaladı, ellerindeki tozu silmek için brokar mendilini aldı. Ancak Chu Yuan mendili tuttu, başını sallayarak gülümsedi. “Teşekkür ederim baba, oğul bunu kendi yapar.”


   Su Shiyu bir an ona baktı. "Yuan, yavrum, daha çok gençsin, kendine bu kadar yüklenmene gerek yok.”


   Chu Yuan yanıt olarak başını yukarı aşağı salladı. Su Shiyu çaresizce iç geçirerek ondan geri dönüp dinlenmesini istedi. Diğer tarafta Chu Mingyun çayını içmeyi bitirdi, "Sorun ne?" diye sordu.


   "Sanırım bu çocuk biraz bana benziyor."


   Chu Mingyun güldü. "Sana benzemek güzel bir şey değil mi?"


   “Yüreğinde çok fazla biriktirmek ve kimseye açılmayı istememek güzel bir şey olmayabilir.” Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı.


   "Onun mesafeli kibarlığının seninkine benzediğini söylemek daha doğru olur." Chu Mingyun bir fincan çay daha koydu. Yavaşça, “Böyle bir mizacın güzel bir şey olup olmadığı meçhul. Fakat daha fazla bu yüzle büyümesi onun için iyi değil.” dedi.


   Su Shiyu anlamayarak, "Neden?" diye sordu.


   "Büyüdükçe sana daha çok benziyor. Biraz daha büyürse ona el kaldırmaya gönlüm elvermez."


   Su Shiyu: "..."



   Chu Yuan'ın yüzü gerçekten de giderek daha çok Su Shiyu'nunkine benziyordu. O, Su ailesinin yan soyundandı. Esasında Su Shiyu ile arasında uzak bir amca yeğen ilişkisi olduğu söylenebilirdi sadece. Kimse bu zayıf kan bağından bir şey beklemiyordu. Fakat her nasılsa sabah akşam birbirleriyle yüz yüze gelmeleriyle yavaş yavaş kendini gösteriyordu.


   Chu Yuan’ı ilk gördüklerinde Jinling’de, halasının evindelerdi. Bu çocuk pencerenin önünde durmuş, durmaksızın yağan bahar yağmuruna bakıyordu. Halası, onun anne ve babasının bir seyahate çıktıklarını fakat bir heyelana yakalandıklarını, bir daha geri dönemeyeceklerini, onu yapayalnız bıraktıklarını anlatmıştı üzüntüyle. Bu sözler üzerine Chu Mingyun ilgisizce başını sallamış ve hiçbir şey söylememişti. Ancak tesadüfen çocuğun başını çevirdiğini, gözlerinin berrak bir ışıltıyla, sessizce baktığını görmüştü.


   O anda kader onlara bir ömür sürecek bir bağ vermişti.


   Aslında Chu Yuan yalnızca Su Shiyu'ya benzemekle kalmıyordu. Onun sisli yağmurları yansıtan gözleri Chu Mingyun’a geçmişteki kendisini de hatırlatıyordu.



   Sarayın dışında tekrar yağmur yağmaya başladı. Ara sıra boğuk bir gök gürültüsü de yağmura eşlik ediyordu. Chu Yuan kitabını kapattı, saray hizmetçisinin az evvel kapattığı pencereyi gizlice açtı. Saçaklardan sıçrayan boncuk boncuk damlalara bakarken uzunca bir süre düşüncelere daldı. Biraz üşüdüğünü hissetti.


   Dış salondan ayak sesleri geldi birden. Chu Yuan aceleyle pencereyi kapattı. Arkasını döndüğünde birinin gelerek onu selamladığını, majestelerinin kendisini emrettiğini bildirdiğini gördü.


   Yatak odasının salonu sıcak ve huzur doluydu. Chu Yuan, Chu Mingyun ve Su Shiyu'nun önünde durmuş, boş bir ifadeyle önündeki siyah beyaz desenli oyun tahtasına bakıyordu.


   Oyundaki boş koltuğa oturana kadar hâlâ biraz çekiniyordu. "Baba, ben..."


   “Bütün gün kendini salona kapatıp ders çalışıyorsun. Bize eşlik etmek için zaman ayıramaz mısın?" diyerek gülümsedi Su Shiyu.


   Chu Yuan bir an durakladı, yavaşça başını salladı. Ardından karşısındaki Su Shiyu’ya, daha sonra yandaki Chu Mingyun’a baktı. Aklı karışarak, “Ya siz soylu baba, go oynamayacak mısınız?” diye sormadan edemedi.


   Su Shiyu hafifçe kıkırdayarak go taşını indirdi. "Birinin elleri yağa bulanmış, üstelik taşları yıkamak istemiyor. Bu yüzden senin askeri danışmanın olmaktan başka çaresi yok.”


   Chu Mingyun, yüzünde tek mimik oynamadan elindeki bir tabak osmanthuslu keki işaret etti. "Yer misin?"


   "..." Chu Yuan sessizce başını iki yana salladı.


   Birkaç parti oyunla birlikte sarayın dışındaki yağmurun sesi de gittikçe şiddetleniyordu. Chu Yuan dışarıya bir baktı, ardından yanında şakalaşan iki adama döndü. Chu Mingyun az önce ellerini silmişti. Gözlerini kaldırdığında onun bakışlarıyla buluştu. Eşsiz bir doğallıkla uzanıp onun başına bastırdı. “Böyle tamamen yenildikten sonra hâlâ dalıp gitmeye cüret ediyorsun. Oyuna bak.”


   Böylece Chu Yuan başını geriye çevirmek zorunda kaldı. O elin ayrılmadan önce başının üstündeki saçları nazikçe okşadığını hissetti. Hafiften şaşırdı. Başını kaldırdığında bu sefer Su Shiyu’nun gülümseyen gözleriyle karşılaştı. Epeydir vücudunu dolduran soğukluk yavaşça dağıldı. Dudaklarını hafifçe büzdü, gülmeden edemedi.


-SON-

   Yazar Notu: 


   ChuSu yavru yetiştiriyor.