11
Lafı bittiği gibi insanlar tavernaya damlamıştı.
Ne de olsa çöllerin kuzeyinin yiğitleri sadece iki kişiydi, bu kadar kalabalık bir insan grubunun içeri hücum etmesi karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.
Tavernanın içine aniden o kadar çok insan akın etmişti ki zaten pek de geniş olmayan mekân daha da sıkış tepiş olmuştu.
Yemek yiyenler çoktan aceleyle geri çekilmişti. Dükkan sahibi bile garsonları arka avluya saklanmaya götürmüştü.
Zhao Jiangui kalabalığa baktığında oradaki insanların çoğunun tanıdık yüzler olduğunu gördü. Hepsi dövüş sanatları aleminin kahraman ruhlu mensuplarıydı ve hatta birçoğu onun arkadaşıydı.
Jin Beiguo öne çıktı. “Millet, bence ortada bir yanlış anlaşılma var, Kardeş Zhao kesinlikle öyle bir insan değil…”
Sözünü bile bitirmemişti ki üç dört kadar kişi saldırıya geçmişti.
Zhao Jiangui düşündü; gerçeği bilmiyorlardı, kendisine saldırmaları doğrulukla dolu kalplerindendi yalnızca. Onlara kesinlikle zarar veremez, sadece hamlelerden kaçınabilirdi. Sırtındaki kılıcını bile kınından çekmemişti.
Ancak bu şekilde devam etmek bir çözüm değildi. Nasıl kaçacağını düşünüyordu ki o birkaç kişinin elindeki silahlar aniden yere düştü.
Zhao Jiangui başını çevirip baktı.
Silahlarını yere düşüren şey bir şarap kadehiydi.
Ji Han'ın şarap kadehi.
O birkaç kişi dehşet içinde birbirlerine baktı. Zhao Jiangui'nin yanındaki bu genç adamın bu kadar ileri seviyeli dövüş sanatlarına sahip olmasını beklemiyorlardı. Şimdi aceleci davranmaya cesaret edemiyorlardı. Tekrar tekrar düşündükten sonra içlerinden biri öne çıktı. “Siz kimsiniz, neden bu kötü adamı öldürmemize izin vermiyorsunuz?”
Ji Han hâlâ koltuğunda oturuyordu. Yüzü asılmıştı. Soğuk bir tavırla “Keyfim istemiyor.” dedi.
Adam, “Onun ne yaptığını biliyor musunuz?” diye sordu.
Ji Han, “Ne yaptığı umurumda değil. Eğer ben istemiyorsam sizin ona dokunmaya izniniz yok demektir.” dedi.
Zhao Jiangui: "..."
Ne?! Farkında bile olmadan onu baştan çıkarmayı başarmış mıydı yoksa?!
Adamın bir an için nutku tutuldu. Uzun bir süre sonra ağzını tekrar açtı. “Neden onu koruyorsunuz ekselansları?”
Ji Han ona yan gözle bir baktı. “Zhao Jiangui ile Kılıç Söylemi Zirvesi'nde dövüşmek için çoktan bir randevu aldım. Bu dövüşten önce ölmesine asla izin vermeyeceğim.”
Zhao Jiangui: “...”
Ya.
Fazla düşünmüştü.
12
Adam kaşlarını çattı. "Dövüş sanatlarınız yüksek olabilir ekselansları. Fakat tek kılıçla tek kişisiniz...”
Ji Han: "Hepiniz gelip beni sınamakta özgürsünüz.”
Birkaç kişi daha silahlarını çekerek Ji Han ile Zhao Jiangui'nin etrafını sardı.
Jin Beiguo hâlâ telaşla açıklama yapmaya çalışıyordu: “Burada bir yanlış anlaşılma olmalı!”
Ji Han, “Beni kılıcımı çekmeye zorlamamanızı tavsiye ederim.” dedi.
Hâlâ oturmakta olmasına rağmen sağ eli yavaşça belindeki kılıca dokunmuştu.
Birden bir adam ağzını açtı ve “Sen tam olarak kimsin?” diye sordu.
Ji Han soğuk bir ifadeyle ona baktı ve gururla “Ji Han.” dedi.
Dört adamın üstüne ansızın bir sessizlik çöktü.
Korktukları şey onun yeni edindiği ‘şeytani mezhebin efendisi’ unvanı değil, elindeki kılıçtı.
Bir metreden uzun, koyu gri bir kını ve basit bir şekli olan kılıç, belinin yan tarafında çapraz olarak asılı duruyordu ve gereksiz hiçbir süslemesi yoktu.
Birkaç gümüşe satın alınabilecek bir hurdaya benziyordu.
Ancak Ji Han adıyla birleşince bu mütevazı kılıç, dövüş sanatları alemindeki en korkunç silahlardan biri haline geldi.
Ji Han henüz mezhep efendisi olmadan bile önce şeytani mezhebin bir numaralı uzmanı ve mezhebin en keskin kılıcı olarak ün salmıştı.
Kılıcını ne zaman çekse muhakkak kan dökülürdü.
Zhao Jiangui kılıcını yüreğindeki erdem uğruna çekerken Ji Han öldürmek için çekerdi.
Zhao Jiangui onlara merhamet gösterirdi ama Ji Han kesinlikle göstermezdi.
Ji Han, “Yine de gelecek misiniz?” diye sordu aniden.
Kalabalık geri çekildi.
Dünyanın en meşhur iki kılıç ustası burada bulunurken kim yarım adım daha atmaya cesaret edebilirdi ki?
Ayrıca yakınlarda şeytani mezhebin pususu olup olmadığını kim bilebilirdi?
Ji Han ayağa kalktı. Kalabalıktakiler öyle dehşete düştü ki silahlarını çektiler.
Ancak Ji Han sadece kollarını düzeltti. Dışarı çıkmak üzereydi.
Kalabalık kendiliğinden ona bir yol bile açtı.
Ji Han birkaç adım yürüdükten sonra aniden durdu, arkasını döndü, Zhao Jiangui'ye baktı ve ifadesiz bir şekilde, “Takip et.” dedi.
Zhao Jiangui: "..."
Jin Beiguo, Zhao Jiangui'nin elini tuttu. "Kardeş Zhao, o adam şeytani mezhebin şeytanı. Sakın…”
Zhao Jiangui elbette farkındaydı.
Eğer Ji Han’la giderse şeytani mezheple aynı tarafta olmanın iğrenç damgası üzerine yapışacaktı. Erdemli okulun insanları gelecekte onun kaçmasına izin vermeyecekti.
Jin Beiguo'nun elini itti ve zihninde o kahramanların kendisi için bıraktığı sözleri araştırdı.
…
"Daha fazla konuşmana gerek yok Kardeş Jin. Ben çoktan kararımı verdim," dedi tane tane. "Onu takip ettiğim sürece, bu hayatta yalnızca onunla yaşayacak ve onunla öleceğim.”
Jin Beiguo: “…”
Ji Han: “…”