Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm

Yeni danmei!! Şeytani Mezhebin Efendisi ile Konuşmanın Yanlış Yöntemi --- Ana hikaye bitti, ekstraları tamamlayınca buraya yazacağım.

Bölüm 15-16

15


   Ve sonra şeytani mezhebe geri döndüler.


   Zhao Jiangui yaşamı boyunca şeytani mezhebe bu kadar açık bir şekilde girebileceğini hiç düşünmemişti.


   Ji Han onunla ilgilenmek istemiyordu. Baştan çıkarmaya devam edemiyordu. Ezberlediği cümleler de neredeyse tükenmişti. En acil işi elbette ki erdemli okulun şeytani mezhebe soktuğu casusu dikkatle aramaktı.


   Fakat casusun kim olduğunu bilmiyordu.


   Kıdemliler ona sadece casusun şeytani mezhebe yakın bir adam olduğunu ve şeytani mezhebe vardıktan sonra o adamın doğal olarak bir toplantı için ona geleceğini söylemişti.


   Zhao Jiangui yalnızca odasında bekleyebilirdi.


  Bu casusun kimliğine dair bir varsayımı vardı: Şeytani mezhebin bu kadar çok sırrına erişebilmek ve hatta şeytani mezhebin efendisinin odasına istediği zaman girip çıkabilmek için mezhepte son derece yüksek bir statüye sahip olmalıydı.


   Ji Han'ın şahsi hizmetçisi elinde yemekle kapısını çaldı.


   Zhao Jiangui, “Masaya bırakabilirsin.” dedi.


   Ji Han onunla konuşmak istemese de en azından oturup kalkması konusunda ona kötü davranmamıştı. Hizmetçi yemeği masaya koydu ama gitmedi.


   Zhao Jiangui, “Başka bir konu mu var?” diye sordu.


   Hizmetçinin yüzünde gizemli bir ifade vardı. “Kahraman Zhao! Benim!”


    Zhao Jiangui: “...”


   Casus şeytani mezhebin kıdemli bir mensubu değil de Ji Han’ın şahsi hizmetçisiydi yani.


   Mezhep efendisinin şahsi hizmetçisi sahiden de gizli bilgilere kolayca erişebilir ve mezhep efendisinin başucunda gece gündüz asılı portreyi görebilirdi. Ancak tam da bu yüzden Ji Han’ın adamlarını elekten geçirir gibi seçmesi gerekirdi. Yenilmezler İttifakı şeytani mezhebe casusu nasıl sokmuştu?


   Zhao Jiangui tereddüt etmekten kendini alamadı.


   Casus yirmi yaşlarında görünüyordu. Gizli saklı yanaşıp Zhao Jiangui’ye gizli işareti verdi.


   Önce Zhao Jiangui'ye kendini tanıttı: “Soyadım Lin, iki 木’yla yazılan Lin(林). Bana Xiao-Lin diyebilirsiniz Kahraman Zhao.”


   Zhao Jiangui hafifçe başını salladı. 


   Xiao-Lin ekledi: “Kahraman Zhao, benim hakkımda şüpheleriniz olması kaçınılmaz. İttifak Lideri sizin bana güvenebilmeniz için benden sizinle senaryoyu konuşmamı istedi.”


   İttifak Lideri gerçekten de ona bu konudan bahsetmişti.


   Zhao Jiangui yine başını sallamakla yetindi.


   Xiao-Lin: “Eğer mezhep efendisi sizden şüphelenir ve sizinle tartışırsa, siz ise kendinizi açıklayamıyorsanız, ne yapmalısınız Kahraman Zhao?” 


   Zhao Jiangui: “...”


   Tamamdır.


   Tabii ki bunu hatırlıyordu.


   Bu söz dizisi senaryonun sonunda yazılıydı ve ayrıca kırmızı mürekkeple altı çizilerek işaretlenmişti.


   Dürüst olmak gerekirse, Zhao Jiangui bu sahnenin gerçekleşmesini gerçekten istemiyordu.


   Xiao-Lin hâlâ gözleri ışıldayarak ona bakıyordu.


   Öksürdü ve “Sana inanıyorum.” dedi.


   …


   Sözler ağzından çıkar çıkmaz biri aniden kapıyı iterek içeri girdi.


   Her ikisi de irkildi. Zhao Jiangui başını çevirip baktı. Ji Han arkasında iki hizmetçi ile kapının önünde duruyordu. Herkes hayret içinde kaldı.


   Mezhep efendisinin şahsi hizmetçisinin erdemli okulun kahramanına bu denli yakın durmasının şüphe uyandırması kaçınılmazdı.


   Xiao-Lin birkaç adım geri çekildi. “Mezhep efendisi, bu…” 


   Ji Han buz gibi bir yüzle onun sözünü kesti. “Zhao Jiangui, siz ikiniz ne yapıyorsunuz?”


   Zhao Jiangui: “...”


16

   Zhao Jiangui bunu nasıl açıklayacağını bilmiyordu.


   Bu anın bu kadar çabuk gelmesini beklemiyordu.


   Xiao-Lin hâlâ Ji Han'a açıklamaya çalışıyordu. “Mezhep efendisi, astınız ve Kahraman Zhao konuşuyorlardı. Sadece…”


   Ji Han soğukça, “Sana sormadım.” dedi.


   Xiao-Lin'in çenesini kapatıp kenara çekilmekten başka çaresi yoktu.


   Ji Han bakışlarını tekrar Zhao Jiangui'ye çevirdi. “Sana sordum.”


   Zhao Jiangui şu anda açıklama yapmanın artık işe yaramayacağını biliyordu. Yalnızca o son hamleyi düşündü ciddiyetle.


   Senaryoda yazana göre bir duvar olmalıydı.


   Ji Han kapının yanında duruyordu ve arkasında iki zarif hizmetçi vardı. Ji Han'ı duvara yaklaşması için kandırması gerekiyordu.


   Zhao Jiangui: “Buraya gel. Ne yaptığımızı sana anlatacağım.”


   Ji Han hâlâ asık bir yüzle ona bakıyor, kılını bile kıpırdatmıyordu.


   Zhao Jiangui biraz düşünüp devam etti. “Başkalarının duymasını istemeyeceğini düşündüğüm bir şey.”


   Ji Han: “Zatım apaçık ve dürüttür. Başkalarından saklayacağım hiçbir şey yok.”


   Zhao Jiangui: “Yaşarken ve ölürken birlikte olacağız.”


   Ji Han hemen yanına geldi.


   Zhao Jiangui'nin arkasında bir duvar vardı.


   Ji Han dişlerini sıktı ve “Tam olarak ne söylemek istiyorsun!” diye sordu.


   Güzel, ilk adım başarılmıştı.


   İkinci adım, hazırlıksız yakalamaktı.


   Zhao Jiangui Ji Han'a doğru işaret etti. "Kulağını yaklaştır."


   Ji Han: “..."


   Zhao Jiangui: “Yaşarken ve ölürken birlikte…”


   Ji Han ifadesizce kulağını yaklaştırdı. “Ne diyeceksen de çabuk.”


   Sözünü bitirmesine kalmadan Zhao Jiangui sertçe bileğini çekti ve onu duvara doğru itti.


   Ji Han'ın sırtı duvara o kadar sert çarpmıştı ki canı yanmıştı. İçinde bir öfke patlayıp alev aldı. Keşke önündeki bu adamı bin parçaya ayırabilseydi. Tam ona yumruğunu savuracakken Zhao Jiangui onun çenesini tutup gözlerine yaklaştı.


   Ji Han donakaldı.


   Kendi bildi bileli hiç kimse ona bu kadar yaklaşmaya cesaret edememişti.


   Dahası o… O kocaman adamdı!


   Sadece Ji Han değil, odadaki herkes hayrete düşmüştü.


   Zhao Jiangui de dahil.


   Senaryoda yazana göre sonraki adım… öpmekti.


   Nasıl öpecekti ki?! Yüzünü mü öpmeliydi, dudaklarını mı yoksa alnını mı?! Dosdoğru mu öpmeliydi yoksa açıyla mı?! Öpüşü ne kadar sürecekti?! Bir anlık mı yoksa uzun uzun mu?! Durmaksızın mı öpmeliydi yoksa bir kerede bırakmalı mıydı?! Durmaksızın öperse ağaçkakana benzemez miydi?! Ama bir kerede bırakırsa da çok tuhaf olurdu ya!


   Bunları neden yazmamışlardı?!! Ne işe yarıyorsunuz siz?!!!


   Zhao Jiangui’nin kafasında fırtınalar kopmasına karşın yalnızca odun gibi bir surat takınmış, Ji Han’a buz gibi gözlerle bakıyordu.


   Ji Han'ın yüzü gözünün tam önündeydi.


   Zhao Jiangui birden Ji Han'ın görünüşünün çok iyi olduğunu fark etti. Fakat her zaman kasvetli bir yüz takınıyordu. Gülümserse kesinlikle daha yakışıklı görünecekti.


   Böylece Zhao Jiangui, Yue Qingqing’in ona söylediklerini hatırladı.


   Dudaklarının köşelerini zar zor yukarı kıvırarak Ji Han’a gülümsedi.


   Ji Han: “...”


   Zhao Jiangui: “...”


   Ji Han: “...”


   Zhao Jiangui: “...”


   Pes eden Zhao Jiangui elini bırakıp arkasını döndü. “...Şimdilik ağırdan alacağım. Sonra yine geleceğim.”


   Ji Han: “...”


   Ji Han: “Hasta mısın sen be?!”