25
Yenilmezler İttifakı’nın kıdemlileri ona, gece geç saatlerde şeytani mezhebin uyuyamamış efendisi ile karşılaşırsa onun narin kalbini biraz daha kavrayabilmesi için aşk dolu şarkılar ve şiirler okumasını, yüreğini kendisine açmasını sağlamasını söylemişlerdi. Adamın zayıflıklarını öğrendikten sonra başarıyla baştan çıkarması çok da uzakta olmayacaktı.
Zhao Jiangui hiç de ince bir adam değildi. Ne şiirden ne şarkıdan anlar, ne de aşk dolu sözler edebilirdi. Elinde bir metrelik bir kılıç tutmayı bilirdi sadece. Yalnızca bu kılıç konusunda birkaç kelime sohbet edebilirdi.
Sohbet edebilmek daima iyi bir şeydir. Ne demişler, yol farklı olsa da varış noktası aynıdır, nihayetinde o noktaya ulaşılır.
Zhao Jiangui de böyle düşünüyordu.
Biraz yaklaşıp Ji Han ile konuşmak için ağzını açtı. “Sen… kılıç çalışmaya başladığında kaç yaşındaydın?”
Ji Han ona soğuk soğuk baktı ve cevap vermedi.
Zhao Jiangui'nin kendi başına devam etmekten başka seçeneği yoktu. "İlk yürümeye başladığımda kılıç tutmaya başladım ve yaklaşık yirmi altı-yirmi yedi yıldır bunu yapıyorum."
Ji Han hiçbir şey söylemedi.
Zhao Jiangui dedi ki: “Benden daha gençsin ama kılıç ustalığındaki başarıların benimkilerden az değil. Kılıcının tarzı hızlı ve güçlü, savunmadan feragat edip saldırıya odaklanıyorsun. Şimdiden dövüş sanatları alemindeki en iyi uzmanlardan birisin.”
Ji Han sonunda soğukça ağzını açtı. “Tam olarak ne söylemeye çalışıyorsun?”
Zhao Jiangui: “Zayıf yönünü.”
Ji Han: “Zayıf yönümü mü?”
Zhao Jiangui başını salladı.
Aslında kıdemlilerin sözlerini anlamamıştı.
Eğer bir zayıflığı bilmek başarılı olmak için yeterli olsaydı… Ji Han'ı kılıcını kullanırken ilk gördüğünde onun zayıflığını çoktan anlamıştı ama şu ana kadar Ji Han ona karşı hâlâ kayıtsız görünüyordu.
Ji Han'ın ilgisi açıkça artmıştı. Hafifçe doğruldu ve Zhao Jiangui'ye devam etmesi için işaret etti.
Zhao Jiangui dedi ki: "Vuruşların görkemli bir kumar gibi. Iskalarsan geri dönüşü olmayacak.”
Ji Han: "Daha önce hiç ıskalamadım."
Zhao Jiangui: “Fakat ben senin ilk hamleni yüksek ihtimalle savuştururum.”
Ji Han kaşlarını çattı ve Zhao Jiangui'nin sözlerini dikkatle düşündü.
Zhao Jiangui devam etti. “Kendine bir çıkış yolu bırakabilir ve saldırı tarzını daha güvenli hale getirebilirsen dünyada bir numara olman o kadar da zor olmaz.”
Ji Han tereddütle, “Seni yenebileceğimi mi söylüyorsun?” dedi.
Zhao Jiangui: “İlerleyen zamanlarda senin kılıç becerilerin benimkilerden üstün olacak.”
Bunu büyük bir ciddiyetle söylemişti.
Ji Han'ın yaşındayken bu kadar iyi bir kılıç ustalığına sahip değildi. Ji Han’ın zorluklarla başa çıkma konusunda da çok başarılı olduğunu görebiliyordu. Ayrıca kendisi daima mütevazı olmuştu. Böylesine gelecek vaat eden genç birini görmek onu epey memnun etmişti.
Ji Han ona baktı, sanki gözlerinde parlak bir ışık yanmıştı.
Ji Han'ın zayıf noktasını bulan Zhao Jiangui artık başka ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Çenesini kapatıp kenara çekilmekten başka çaresi yoktu.
Ji Han aniden ona “Uyuyamıyor musun?” diye sordu.
İfadesi önceki haline dönmüştü, hatta sesi bile soğumuştu.
Zhao Jiangui bir zayıflık bulmanın hiçbir faydası olmadığına içinden küfrederken bir yandan da kayıtsızca, “Evet.” diye cevap verdi.
Ji Han: “Benimle sohbet etmek mi istiyorsun?”
Zhao Jiangui: “Evet.”
Ji Han: "Otur."
Zhao Jiangui bir an şaşkınlık yaşadı. “Ne?”
Ji Han soğukça homurdandı. "Ayakta duran insanlarla konuşmayı sevmem."
Zhao Jiangui: "..."
O… bir adım atmayı başarmış mıydı?
Özür dilerim! Kıdemliler! Size kızmakla hata ettim!
26
Zhao Jiangui, Ji Han'ın yanına oturdu.
Ji Han'ın önünde sadece iki lokma yediği yumurtalı erişte kâsesi duruyordu. Çok acıkmıştı ama Zhao Jiangui yanında otururken daha fazla yemekten gerçekten utanıyordu.
Bu sahne tarif edilemeyecek kadar garipti.
Zhao Jiangui, Ji Han'la tekrar kılıç hakkında konuşmak istedi. Fakat bir insanın yemek yerken başkalarının kendisiyle kılıç hakkında konuşmasından hoşlanmayacağını düşündü. Ayrıca sürekli tek bir şey hakkında konuşmak gerçekten de biraz sıkıcıydı, bu yüzden susup kenardan boş boş izledi.
Ji Han yemek çubuklarını bırakmak zorunda kaldı.
Ji Han ona “Ne hakkında konuşmak istiyorsun?” diye sordu.
Zhao Jiangui içtenlikle, “Bilmiyorum.” dedi.
Ji Han bir an düşündü. “İttifak liderinin büyük öğrencisini gerçekten öldürdün mü?”
Hayır, öldürmedim.
Öldürmememle de kalmıyor. O çocuk şu anda günlerini Yenilmezler İttifakı’nın bir odasında geçiriyor, yemek yiyip uyumaktan başka bir şey yapmıyor.
Fakat mecburen kabullenecekti.
Ji Han: “Ne kabahat işledi?”
Zhao Jiangui: "Hiçbir şey."
Ji Han: "O zaman neden onu öldürdün?"
Kendisi birini öldürmek için bir nedene ihtiyaç duymazdı, çünkü o bir şeytandı. Lakin Zhao Jiangui farklıydı. Zhao Jiangui bir kahramandı ve kahramanlar kılıçlarını daima bir sebeple çekerlerdi.
Neyse ki camianın kıdemlileri Zhao Jiangui için bir sebep uydurmuşlardı.
Zhao Jiangui: “Şarap içmiştim.”
Ji Han şaşırmış gibiydi. “Şarap mı içmiştin?”
Zhao Jiangui iç geçirdi. Epey keyifsiz görünüyordu. “Ben hiç içmezdim.”
Ji Han anlamıştı. “Sarhoş mu oldun?”
Zhao Jiangui başını salladı.
Ji Han’ın ilgisi çekilmiş gibiydi birden.
Ji Han: “Hiç mi içmezdin?”
Zhao Jiangui: “Evet. İçmek insanın tepki süresini yavaşlatır ve elindeki kılıcı dengesizleştirir.”
Ji Han: “Nasıl içildiğini bilmiyor musun gerçekten?”
Zhao Jiangui başını salladı. “Evet.”
Ji Han: "Bir numaralı kılıç ustasının iyi olmadığı bir şey olacağını hiç düşünmezdim."
Zhao Jiangui: "Herkesin zayıf yönleri vardır."
Ji Han: "Sonunda seninle rekabet edebileceğim bir şey oldu."
Zhao Jiangui: “…Ha?”
Ji Han biraz heyecanlıydı. “Madem uyuyamıyorsun, hadi bir şeyler içelim.”
Zhao Jiangui: “…”