27
Yirmi yıldan uzun bir süredir mahzende duran birkaç kavanoz bambu yaprağı yeşili masanın üzerine konmuştu.
Ancak Zhao Jiangui hâlâ kendini mazur göstermeye çalışıyordu: “Nasıl içileceğini bilmiyorum, gerçekten içememeliyim.”
Ji Han, “İçtikten sonra sarhoş olmaktan mı korkuyorsun?” diye sordu.
Zhao Jiangui geveledi. “Ben… Ben içtiğimde birini öldürürüm!”
Ji Han bir an şaşırdı. Zhao Jiangui’nin davranışlarını gerçekten eğlenceli bulmadan edemedi.
“Endişelenme,” dedi Ji Han. “Beni öldürmek o kadar kolay değil.”
Zhao Jiangui: “Ama…”
Ji Han çoktan bir şarap kavanozunun kilden kapağını açmıştı.
Şarabın yumuşak kokusu bir anda etrafa yayılmıştı bile.
Zhao Jiangui sadece şarabın kokusunu almasıyla bile başının dönmeye başladığını hissetti.
Ji Han tekrar konuştu: “Endişelenme. Nasıl içileceğini bilmiyorsun, zatımın sana zorbalık etmesine imkan yok.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han: “Bir kadeh sen, üç kadeh zatım.”
Zhao Jiangui: “...”
Böyle bir kural, Zhao Jiangui’nin kalbinde bir parça hüsran doğurdu.
Fakat Ji Han kendisiyle tamamen gurur duyuyordu.
Nedense Zhao Jiangui'nin hayal kırıklığına uğramış halini gördüğünde içindeki garip memnuniyet duygusunu bastıramadı; bu duygu, kılıç kullanmada nihayet biraz ilerleme kaydettiğinde duyduğu zevkten neredeyse daha güçlüydü.
Zhao Jiangui ağzını açtı. “Olmaz.”
Ji Han çok mutluydu. “Sana birkaç kadeh daha mı kaldırayım istiyorsun?”
"Başkalarının bana taviz vermesinden hoşlanmıyorum.” dedi Zhao Jiangui yavaşça. “Sen bir kadeh, ben bir kadeh.”
Ji Han: “...”
Ji Han çok mutsuzdu.
İçindeki garip memnuniyet duygusu uzun bile sürmeden Zhao Jiangui'nin tek cümlesiyle kırılmıştı. Bu onu nasıl mutlu edebilirdi?
Ji Han kendi içki direncinin muazzam olduğunu düşünüyordu. Zaman zaman mezhepteki büyük ziyafetler sırasında sağ ve sol muhafızlara galip gelebilir ve yine de sadece yarıdan biraz fazla sarhoşluk hissederdi.
Zhao Jiangui gerçekten onunla adil bir şekilde mi rekabet etmek istiyordu?
Kendini bir şey sanıyordu.
Ji Han alaycı bir şekilde sırıttı.
Zatım nasıl seni sarhoş ediyormuş gör bakalım!
28
Şarabın yarısı bittiğinde Ji Han çoktan pişmanlık duymaya başlamıştı.
Zhao Jiangui ile şarap içmeden önce o bir kase yumurtalı erişteyi yemeliydi.
Aç karnına sarhoş olmak her zaman daha kolaydı.
Şimdiden başı biraz dönüyordu ve midesi biraz rahatsızdı.
Dahası Zhao Jiangui içmede iddia ettiği kadar kötü değildi.
Onu sarhoş etmek kolay olmayacak gibi görünüyordu.
…
Zhao Jiangui’nin de canı epey sıkılmıştı.
Daha önce hiç içmediği gerçekten doğruydu.
Bu, onun ilk içişi sayılabilirdi.
İlk kadehi ağzına aldığında hâlâ bu şeyin nesinin bu kadar iyi olduğunu anlayamamıştı.
Şarap yarılandığında, dünyanın çok güzel bir yer olduğunu, kalbinin ihtişamlı ideallerle dolu olduğunu ve yanındaki şeytani mezhep efendisinin en yakın arkadaşı olduğunu, ona söyleyecek bir kucak dolusu içten sözü olduğunu hissetti.
Daha sonra sarhoş olmanın eşiğinde olduğunu fark etti.
Ji Han yine de dişlerini sıktı ve ona kadeh kaldırdı.
Zhao Jiangui de dişlerini sıkıp içmek zorunda kaldı.
İkisi de doğaları gereği yenilgiyi reddediyorlardı. Şarabın sonuna geldiklerinde Zhao Jiangui'nin kafası allak bullak ve görüşü bulanıktı. Tek istediği yere yığılıp uyumaktı.
Ji Han onu yakasından yakalayıp geveler gibi azarladı. "Sen... Sen beni kandırdın. Gayet de içebiliyorsun…”
Sözünü bitiremeden masadan aşağı kaydı.
Zhao Jiangui iki gözü de sersemlemiş bir halde masanın üzerine uzandı. Aklında sadece belli belirsiz bir düşünce kalmıştı.
Bir daha asla şarap içmek istemiyordu.
29
Zhao Jiangui uyandığında gün çoktan ağarmıştı.
Kaliteli bir ipek yorganla örtülmüş, çok yumuşak bir yatakta yatıyordu.
Başının ağrıdığını hissediyordu. O kadar susamıştı ki su deposundaki tüm suyu içebilirdi neredeyse.
Kapının dışında biri sesleniyordu. Sesi Xiao-Lin'in sesine benziyordu.
“Mezhep efendisi, sağ ve sol muhafızlar ile mezhep kıdemlisi uzun zamandır konsey salonunda bekliyorlar. Uyandınız mı?”
Zhao Jiangui'nin kafası bir an için biraz karıştı.
…Mezhep efendisi mi?
Başını çevirdiğinde Ji Han'ın ifadesiz yüzünü gördü.
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han: “...”
30
Ji Han sesini bastırarak ona “Neden buradasın?!” diye sordu.
Zhao Jiangui'nin beyni hala biraz durgundu. “Nerede?”
Ji Han biraz öfkelenerek, “Burası zatımın odası!” dedi.
Zhao Jiangui: “...”
Doğru ya! Neden mezhep efendisinin yatağında uyuyordu?!
Dün gece sarhoş oldular, sonra ne oldu?
Kapının dışında bir kargaşa vardı.
Xiao-Lin: “Kıdemli Wen, Muhafız Hua, sizler neden geldiniz?”
Bir kadının nazik sesi geldi. “Bugün şu saat oldu ama mezhep efendisi hâlâ kalkmadı. Biraz endişelenmeden edemedim.”
Xiao-Lin: “Endişelenmenize gerek yok Muhafız Hua. Mezhep efendisi muhtemelen üzerini değiştiriyordur.”
Ji Han’ın yüzü asıktı. Yataktan kalkmak isterken yorgan aşağı kaydı, ince ama kaslı gövgesi ortaya çıktı.
Ji Han: “...”
Zhao Jiangui: “...”
…Baştan çıkarması başarıya mı ulaşmıştı?
…
Kapının ardından yaşlı bir adamın öfkeli sesi geldi. “Mezhep efendisi olalı sadece birkaç gün oldu! Ne yorulmuş! Aç şu kapıyı! Bu ihtiyar, merhum mezhep efendisi için ona iyi bir ders verecek!"
Xiao-Lin: “Kıdemli Wen! Sakinleşin!”
Ji Han çaresizce yorganı Zhao Jiangui'nin başının üzerine çekmeye çalıştı.
Zhao Jiangui hâlâ baştan çıkarmasının başarıya ulaşmasının sersemliği içindeydi, Ji Han'ın hareketleri karşısında çok şaşkındı.
Ji Han: "Yüzünü göstermeye cüret edersen zatım seni boğarak öldürür!"
Zhao Jiangui: “...”
Odanın kapısı Kıdemli Wen tarafından zorla açılmıştı.
Kıdemli Wen hiddetle içeri girerken odanın dışında, birkaç hizmetçinin başında duran Xiao-Lin garip garip duruyor, Muhafız Hua kenara çekilmiş, eğlenceyi izlemek ister görünüyordu.
Odanın içinde kıyafetler yere saçılmıştı. Yorgan Ji Han’ın bedenini yarım yamalak örterken Ji Han, yataktaki diğer adamı yorganla boğmaya çalışır gibiydi.
Kıdemli Wen: “...”