39
Ji Han çalışma odasından döndüğünde vakit gece yarısına yaklaşmıştı.
Zhao Jiangui’nin yüzünden düşen bin parçaydı.
Kılıcı yanında değildi, mezhep efendisinin odasına kılıç sokulmasına asla izin verilmezdi. Xiao-Lin onu dün gece bu odaya sürüklediğinde kılıcını çoktan çıkarmış ve kendi odasına bırakmıştı.
Xiao-Lin kılıcını almaya gitmiş ama nedense hâlâ geri dönmemişti.
Ji Han onu gördüğünde çok şaşırdı.
Ji Han: “Neden hâlâ gitmedin?”
Bunu söyledikten sonra anında pişman oldu.
Zhao Jiangui ona kesinlikle garip bir cevap verirdi.
Dün gece neden içmek istemişti ki?!
Zhao Jiangui ona, “Neden gideyim?” diye sordu.
Ji Han konuşmak istemedi.
Kapıyı açtı ve kapının dışındaki büyük hizmetçiyi içeri çağırdı.
“Onu odasına gönder.” dedi Ji Han. “Zatım dinlenecek.”
Zhao Jiangui, “Gitmeyeceğim.” dedi.
Biraz gergindi. Xiao-Lin az önce ona Ji Han onun gitmesini istemesi halinde hemen üzerine atlayıp Ji Han'ın beline ölesiye sarılmasını söylemişti.
Bu şekilde Ji Han onu kapı dışarı edemeyecekti.
Ji Han kaşlarını çatarak ona baktı.
Zhao Jiangui tüm haysiyetini bir kenara atıp Ji Han’ın beline sarılmaya hazırdı bile.
Birden kapının dışında bir çığlık duyuldu.
Zhao Jiangui hemen gardını aldı.
Gece yarısı olmuştu. Küçük kargalar gaklıyordu.
40
Yanında kılıcı olmayan Zhao Jiangui kendini biraz gergin hissetmekten alıkoyamadı.
Ji Han'ın kendi dövüş sanatlarına güveni tamdı. Kapının dışında bekleyen çok fazla muhafız yoktu. Yine de bu muhafızların bir çırpıda öldürülmesi son derece zorlu bir düşman olduğunu gösteriyordu.
Hizmetçinin benzi atmasına rağmen çok sakin görünüyordu.
Ji Han neler olduğunu bilmese de bunun kesinlikle iyi bir şey olmadığını anlamıştı.
Kan kokusunu şimdiden alabiliyordu.
Kapının önünden üç kişi içeri girdi.
Biri bıyıklı, beyaz yüzlü bir bilgin, diğeri on yedi on sekiz yaşlarında koyu renk giymiş bir kız ve öteki bastonlu, buruş buruş, topal bir ihtiyardı.
Bu gerçekten de tuhaf bir kombinasyondu ama Zhao Jiangui bunu hiç de ilginç bulmadı.
Küçük Kargalar, şeytani mezhebin efendisine suikast düzenlemek için en iyi üç uzmanını aynı anda göndermişti.
Etrafta sinsice dolaşıp pusu kurarak suikast yapmalarına gerek yoktu, çünkü dövüş sanatları, alemdeki çoğu insanı öldürmeye zaten yetiyordu.
İlk konuşan beyaz yüzlü bilgindi.
Ona Shi Ge derlerdi.
Bakışları Ji Han'ın yüzünde uzun süre oyalandı, ardından esefle iç geçirdi.
“Şeytani mezhebin efendisinin bu kadar yakışıklı olduğunu hiç düşünmemiştim.” dedi kederle. “Çok yazık.”
Ji Han: “...”
Koyu giyimli kızın yüzü tiksinti ile doluydu. “Bu kadar iğrenç konuşmayı keser misin?”
Ona Xu Jingying derlerdi. Bir zamanlar Emei Tarikatı liderinin öğrencilerindendi. Hâlâ genç bir kız gibi görünse de aslında yirmi sekiz yaşındaydı.
Ayrıca kılıç kullanmada mükemmeldi.
Geriye kalan yaşlı adamın soyadı Sun’du. Kimse adını bilmiyordu. Dövüş sanatları alemindekiler ona Bastonlu Sun derlerdi. Elindeki demirden baston onun silahıydı çünkü.
Ji Han onların kim olduğunu aşağı yukarı tahmin etmişti.
Gerilmeden edemedi.
Bastonlu Sun, “Oradaki Kahraman Zhao, Zhao Jiangui mi?” diye sordu.
Zhao Jiangui, “Evet.” dedi.
Shi Ge kenardan cıkladı.
“Bir numaralı kılıç ustasının da bu kadar mağrur ve rahat olmasını beklemezdim.” diye mırıldandı. “Altta olması çok üzücü.”
Zhao Jiangui: “...”
Bu ne anlama geliyor, neden anlayamıyor?
Bastonlu Sun hafifçe öksürdü. "Kahraman Zhao, bizim hedefimiz sen değilsin. Rica ederim yolumuzdan çekil.”
Zhao Jiangui: “Çekilemem.”
Shi Ge iç çekti, oldukça kederli görünüyordu.
“Buradaki hizmetçilerin Kahraman Zhao’nun bedeninin pek iyi olmadığını konuştuklarını duydum. Bu yüzden bir hamle yapamaz muhtemelen.” dedi. “Bizim dengimiz olmadığına göre neden sadece bu şeytanı terk edip kendin kaçmıyorsun?”
Zhao Jiangui ve Ji Han, Shi Ge’nin neden bahsettiğini bir süre sonra anladılar.
Her ikisinin de yüzü neredeyse aynı anda hafifçe kızardı. Shi Ge de epey şaşırmıştı. “Söyledikleri gerçekten de doğruymuş.” diye yakındı.
Xu Jingying ona bağırdı. “Kapa çeneni! Daha fazla konuşma!”
Ji Han da onlarla daha fazla konuşmak istemiyordu.
Büyük hizmetçiye gözüyle işaret verdi. Hizmetçi o anda Zhao Jiangui’yi yakalayıp kenara çekildi.
Zhao Jiangui’nin kafası karıştı. “Sen ne…”
Hizmetçi kemerinden esnek bir kılıç çıkardı. Anlaşılan o da dövüş sanatlarından biraz anlıyordu.
Zhao Jiangui’ye fısıldadı. “Genç Efendi Zhao, bedeniniz rahatsız. Kendinizi zorlamamalısınız.”
Zhao Jiangui: “...”
Hiç de rahatsız değildi ya!
Hizmetçi içtenlikle, “Lütfen mezhep efendisine inanın Genç Efendi Zhao!” dedi.
Zhao Jiangui: “...”