41
Zhao Jiangui Ji Han'ın kılıç tarzını daha önce görmüştü.
Ji Han kılıcını talim ederken istemeden de olsa bir hamle kadar görmüştü ve Ji Han'ın temelini açıkça anlamıştı.
Ayrıca Ji Han'ın tarzını dövüş sanatları aleminde de duymuştu.
Eğer teke tek dövüşselerdi bu üçü kesinlikle Ji Han'ın rakibi olamazdı. İkiye karşı bir dövüşselerdi Ji Han muhtemelen kıl payı kazanabilirdi. Ancak üçü aynı anda saldırırsa ve kirli numaralar kullanırsa, Ji Han onlardan birini veya ikisini ciddi şekilde yaralayabilir ancak kendisi de şüphesiz kaybederdi.
Onun canını almak için gelmişlerdi. Yani kaybederse doğal olarak hayatını kaybedecekti.
Shi Ge aniden son derece acınası bir tonla konuştu. “Mezhep Efendisi Ji, eğer mücadele etmezsen biraz daha rahat ölebilirsin.”
Ji Han ona soğuk soğuk baktı, hiçbir şey söylemedi.
Shi Ge çaresizce iç geçirdi. “Çok yazık.”
Xu Jingying tiksintiyle kaşlarını çattı. “Yazık mı? Birini öldürmeden önce bu kadar iğrenç saçmalıklar söylemesen olmuyor mu?!"
Shi Ge’nin çenesini kapatmaktan başka çaresi yoktu.
Ancak Zhao Jiangui daha da endişelendi.
Gençken ünlenen birçok delikanlı kendi gücünü abartırdı. Ji Han'ın da aynısını yapacağından korkuyordu.
Kendini abartmasaydı, bu savaşı kesinlikle kaybedeceğini bilmesi gerekirdi.
Madem durum böyleydi, neden hamle yapmıştı?
Şeytani mezhebin geri kalanı gelene kadar zaman kazanmaya çalışıyor olabilir miydi?
Zhao Jiangui bunu gerçekten anlayamadı.
Şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi.
Kılıcı yanında olmasa da, onun yerine kullanabileceği başka bir şey bulabilirdi.
Etten kemikten bir çift avuçla bile Ji Han'ın hayatını kesinlikle koruyabilirdi.
Bastonlu Sun aniden garip bir şekilde güldü. “O halde zaman kaybetmeye gerek yok, Mezhep Efendisi Ji, kılıcını çek.”
Ji Han sessiz kaldı.
Fakat eli çoktan kabzaya gitmişti.
Bastonlu Sun demir bir baston, Xu Jingying bir kılıç ve Shi Ge de uzun bir kamçı kullanıyordu.
Ji Han'ın kılıcı kınından henüz çıkmıştı ki uzun kırbacını Ji Han'ın kafasına ve yüzüne indirmişti bile. Daha birkaç dakika önce Ji Han'la konuşurken ona karşı büyük bir sempati ve şefkat göstermişti ama şimdi bu saldırıda hiç merhamet göstermiyordu, hareketleri gaddar ve acımasızdı, sanki Ji Han bir anda onun ezeli düşmanı haline gelmişti.
Xu Jingying ve Bastonlu Sun da ona doğru saldırdı.
Zhao Jiangui’nin yüreği ağzına gelmişti neredeyse.
Hizmetçi onu arkasından koruyordu, sanki ona ölmek üzere olan bir hasta gibi davranıyordu. Hizmetçiyi kenara ittirmek üzereydi ki Bastonlu Sun'un demir bastonu aniden köşeyi dönüp ona doğru savruldu.
Bu insanların önünde hizmetçinin dövüş sanatları gerçekten bir hiçti ve elindeki esnek bir kılıçtı, bu yüzden bu hareketi asla engelleyemezdi.
Zhao Jiangui kolunu yakaladı, demir bastondan kaçınmak için aceleyle geriye doğru çekildi.
Bastonlu Sun bir canavar gibi bağırdı.
"Zhao Jiangui!” diyerek sesini yükseltti. “Hamlemi karşıla!"
Zhao Jiangui’nin içini kötü bir his kapladı. Bastonlu Sun’un sözleriyle Ji Han’ın gerçekten aklı karışmış, kılıcını geri çekmişti.
Kılıcı sadece saldırıya yönelikti, savunmaya yönelik değildi ve kendisine kaçış yolu bırakmazdı. Bu hamleyi yarı yolda zorla geri çekmek göğsündeki nefesin hemen çalkalanmasına, gözlerinin kararmasına neden oldu.
Shi Ge elbette bu önemli fırsatı kaçırmayacaktı. Kırbacı Xu Jingying'in kılıcından daha uzundu. Neredeyse Ji Han arkasını döndüğü anda vahşice sırtına Ji Han’ın sırtına çarptı. Bastonlu Sun'un bastonu ani bir dönüş daha yaptı, sonra Ji Han'ın göğsüne sertçe çarptı.
Ji Han son anda içsel enerjisiyle kalbini korumaya çalışsa da bu hamleyle ağır bir yara aldı. Ağız dolusu kan kusarak yere diz çöktü, kılıcından destek almak zorunda kaldı.
Anlaşılan Bastonlu Sun’un önceki hamlesi bir aldatmacadan başka bir şey değildi. Ji Han'ın kılıç kullanışını önceden incelemişlerdi. Böylece Ji Han'ı kılıcını geri çekmeye zorlamış, sonra el birliğiyle onu öldürmek için gücünün dengesiz olmasından faydalanmışlardı.
Bastonlu Sun’un dudaklarında şimdiden bir gülümseme belirmişti.
Bu gerçekten iyi bir plandı. Şeytani mezhebin efendisi bile onların elinde ölmek zorunda kalacaktı.
Ancak bir kahkaha atamadan önce hiç tatmadığı keskin bir acı hissetti.
Başını eğdiğinde bir kılıcın karnının altından saplanarak sırtından çıktığını gördü.
Ji Han'ın kılıcıydı.
Bastonlu Sun Ji Han’a inanamayarak baktı. O kadar öfkeliydi ki demir bastonuyla bu adamın yüzüne vurmak istedi. Fakat ellerinde derman kalmamıştı.
Bastonlu Sun yere yığıldı.
Ji Han neredeyse son gücünü de tüketmişti.
Xu Jingying'in kılıcı da gelmek üzereydi.
Zhao Jiangui daha fazla düşünmeye vakti harcamadan hizmetçinin esnek kılıcını kaptı ve Xu Jingying'in bileğine doğru savurdu.
Xu Jingying esnek kılıçtan kaçınmak için kılıcının yönünü çevirmeye mecbur kaldı.
Zhao Jiangui aslında esnek kılıç kullanmayı bilmiyordu, sadece bir oyun oynamıştı. Xu Jingying onun esnek kılıç kullanmayı bilmediğinden habersizdi, dövüş sanatları aleminin bir numaralı kılıç ustası olarak nam saldığı için ona karşı biraz temkinli olması kaçınılmazdı.
Hizmetçinin korkudan beti benzi atmıştı bile.
Aceleyle Ji Han'ın yanına atıldı. Ji Han'ın birkaç akupunktur noktasını mühürledi ve belindeki küçük çantadan birkaç acil şifa hapı çıkardı.
Ji Han neredeyse bayılmak üzereydi.
Shi Ge ve Xu Jingying, Zhao Jiangui'nin gerçekten saldırmasını beklemiyorlardı.
Bastonlu Sun çoktan ölmüştü, Zhao Jiangui ile baş etmek için ikisi birlik olsa bile bu biraz zor olacaktı.
Xu Jingying aniden öfkelenerek Shi Ge'ye doğru alçak sesle bağırdı. “Zhao Jiangui'nin iyi hareket edemediğini söylememiş miydin! Yalancı!"
Shi Ge endişeyle kaşlarını çattı. “Şeytani mezhebin mensuplarının konuştuğu buydu. Ben de bilmiyorum… Yoksa… Yoksa aslında…”
Bilincini kaybeden Ji Han’a baktı. Bir aydınlanma yaşamış gibiydi.
Burası şeytani mezhepti. Şeytani mezhebin mensuplarının etrafta konuştukları şeyler tabii ki efendilerinin lehine olurdu.
“Anladım.” Shi Ge başını salladı. “Vücudu rahatsız olan, Mezhep Efendisi Ji idi.”