42
İkili tartışıyor olsalar da gözlerini Zhao Jiangui'den hiç ayırmamışlardı.
Bastonlu Sun ölmüştü ama hiç de üzgün görünmüyorlardı.
Katillerin bu kadar soğukkanlı ve acımasız olması gerekirdi.
Sadece Zhao Jiangui’ye baktılar ve bir sonraki hamlesine karşı gardlarını aldılar.
Zhao Jiangui’nin düşünceleri karmaşıktı.
O ve Xiao-Lin sadece Yenilmezler İttifakı için Ji Han'ı kandırmaya çalışıyorlardı. Ji Han bunun doğru olduğuna inanıyordu. Ne var ki Ji Han'ın hareket etmesi zor olan kendisini korumak için gerçekten hayatını ortaya koyacağını hiç düşünmemişti.
Şeytani mezhep efendisinin bu kadar sorumluluk sahibi olduğunu ilk defa görüyordu.
Hizmetçinin esnek kılıcını yere bıraktı.
Esnek bir kılıcı nasıl kullanacağını bilmediği için bu kılıç onun pek işine yaramayacaktı.
Ji Han'ın kılıcı hâlâ Bastonlu Sun'un karnında çaprazlamasına saplanıyordu.
Ji Han kılıcı sapladıktan sonra artık çekip çıkaramamıştı.
Sanki Zhao Jiangui'nin kalbinin derinliklerinde bir şey hafifçe sıçrıyor, düşüncelerinin kıyaslanamayacak kadar karmakarışık olmasına neden oluyordu. Kılıcın kabzasını kavradıktan sonra yavaş yavaş sakinleşti.
Bu kılıç kendi kılıcından biraz daha dar, uzun ve hafifti.
Yine de kendini çok rahat hissediyordu.
Bu gerçekten iyi bir kılıçtı.
Yüreği tamamen sakinleşmişti.
Shi Ge ve Xu Jingying sonunda bir şeylerin ters gittiğini fark ettiler.
İlk sefer yapamadılarsa ikinci sefer olabilirdi. Burada hayatlarını kaybetmelerine gerek yoktu. Hâlâ yaşamaya devam etseler bile bir kolları veya bir bacakları eksik olursa hayatlarının geri kalanında ne yaparlardı?
Xu Jingying: “Kahraman Zhao, eğer üçümüz savaşırsak mutlaka hepimiz yaralanırız. Hep beraber geri adım adım atsak...”
“Daha fazla konuşmaya gerek yok.” Zhao Jiangui kılıcı kavradı. Yüreği durgun su gibiydi. “Gitmenize asla izin vermeyeceğim.”
Xu Jingying: “Ama…”
Zhao Jiangui soğuk bir tavırla, “Kılıcını çek!” dedi.
43
Şeytani mezhebin kıdemlisi Wen nihayet adamlarıyla birlikte geldi.
Xu Jingying ciddi şekilde yaralanmıştı ve Shi Ge son anlarını yaşıyordu.
Şeytani mezhebin adamları Xu Jingying ve Shi Ge’yi yakalayıp etkisiz hale getirdikten sonra Kıdemli Wen endişeyle Zhao Jiangui'ye doğru yürüdü.
“Kahraman Zhao,” dedi, “iyi misiniz?”
Zhao Jiangui'nin sağ omzu Xu Jingying'den bir kılıç darbesi almıştı. Yara derin olmasa da üzerinde beyaz giysiler olduğundan korkunç şekilde kana bulanmış görünüyordu.
Kıdemli Wen: “Bu ikisiyle şimdilik mezhep ilgilenecek. Bir itirazınız yoktur değil mi Kahraman Zhao?”
Zhao Jiangui ona biraz karmaşık bir ifadeyle baktı.
Başını salladı. Kıdemli Wen ancak o zaman yüzünü ağır yaralı ve baygın Ji Han'a çevirdi. “Lütfen endişelenmeyin Kahraman Zhao. Doktor Yan'ı çağırması için birini göndereceğim.”
Zhao Jiangui aslında Xiao-Lin'in nerede olduğunu sormak istiyordu. Bir kılıç getirmek o kadar zaman almazdı. Xiao-Lin'in Küçük Kargalar tarafından çoktan zehirlenmiş olmasından endişeleniyordu. Ancak bu Kıdemli Wen… gerçekten biraz tuhaftı.
Nihayetinde hiçbir şey söylemedi.
Şeytani mezhebin mensupları ikisinin akupunktur noktalarını mühürleyip onları gözaltına aldılar. Ayrıca Bastonlu Sun’un cesedini temizlemek ve ağır yaralanan muhafızları kurtarmakla meşgul oldular.
Tüm bunlar çok ustaca ve nizamlıydı. Sanki şeytani mezhebe arada bir suikastçılar saldırıyor da insanlar ölüyormuş gibi.
Zhao Jiangui daha fazla konuşmak istemiyordu.
Hizmetçi hâlâ gergin bir şekilde Ji Han'ın yanında bekliyordu. Zhao Jiangui oraya doğru yürüdü, yerdeki kını aldı, kılıcı kınına geri koydu ve sonra kılıcı Ji Han'ın yanına yerleştirdi.
Ji Han'ın yüzü kağıt kadar beyazdı. Az önce kan kustuğundan dudaklarında hâlâ kan lekeleri vardı. Zhao Jiangui ona daha yakından bakmak için çömeldi. Aslında uzanıp kanı silmek istemişti ama aniden odanın içinde hâlâ onlara bakan birçok insan olduğunu hatırlamıştı. Bu çok belirsiz bir hareket olurdu. Bu yüzden, sert bir duruşla Ji Han'ın nefesini yokladı. İçi rahatladı. Ölmemişti.
İyi ki ölmemişti.
Zhao Jiangui rahat bir nefes aldı.
Başını kaldırdı. Hizmetçi suskun bir yüzle ona bakıyordu.
Zhao Jiangui bir şeyler söylemesi gerektiğini hissetti fakat birden ne söyleyeceğini bilemedi.
Senaryoda Ji Han ağır yaralandığında ne yapması gerektiğine dair bir ifade yoktu.
Zhao Jiangui sadece kuru bir sesle, “Merak etme, iyileşecek,” diyebildi.
Hizmetçi hâlâ bir şey söylemiyordu.
Zhao Jiangui sanki kendini teselli ediyormuş gibiydi.
Zhao Jiangui kendini çok garip hissetti.
Hizmetçi etrafına bakındı ve aniden ona fısıldadı. “Genç Efendi Zhao… sizin mezhep efendisine yalan söylediğinizi biliyorum.”
Zhao Jiangui'nin kalbi sarsıldı. Hizmetçinin aslında buraya şeytani mezhebin efendisini baştan çıkarmak için geldiğini anladığını düşündü.
Hizmetçi devam etti. “Vücudunuzda herhangi bir rahatsızlık yok, dün gece bir şey olmadı, değil mi?”
Zhao Jiangui: “Eee…”
Demek bu konudan bahsediyordu…
Zhao Jiangui kaşlarını çattı. Şu anda olanlarla nasıl başa çıkacağını dikkatle düşündü.
Hizmetçi iç geçirdi. “Merak etmeyin, mezhep efendisine söylemeyeceğim.”
Zhao Jiangui çok şaşırdı.
“Mezhep efendisine gerçekten tüm kalbinizle aşık olduğunuzun farkındayım.” dedi hizmetçi. “Yoksa mezhep efendisine evvelsinde bu kadar kızmazdınız.”
Zhao Jiangui: “...”
Burada bir yanlış anlaşılma var gibi görünüyordu.
Hizmetçi: “Sadece yönteminiz yanlış. Birini seviyorsanız ona karşı dürüst olmalısınız. Bu seferki önemli değil fakat Genç Efendi Zhao, umarım ileride mezhep efendisini kandırmasınız.”
Zhao Jiangui: “...”
Ne demek önemli değil… Bu küçük yalan açıkça ciddi bir mesela ya!
Hizmetçi: “Mezhep efendisi fazla konuşmayı reddetse de, bu savaştan sonra sizi seveceğinin farkındayım.”
Zhao Jiangui: “...”
“Genç Efendi Zhao,” hizmetçi gözyaşlarına boğulurken mendilini sıktı, “ikinize mutluluklar dilerim!”
Zhao Jiangui: “...”