44
Doktor Yan genç bir adamdı.
Ji Han'dan pek büyük sayılmazdı. Yine de her zaman huysuz bir surat takınmayı severdi. Sanki herkes ona sekiz yüz bin gümüş tael borçluymuş gibi hakir görürdü.
Ama herkes ona saygılı davranırdı.
Sadece çömeldi ve Ji Han'ın yarasına basitçe baktıktan sonra kibirli bir şekilde, “Ölmeyecek.” diye konuştu.
Zhao Jiangui bu adamdan hiç hoşlanmamıştı.
Doktor Yan Ji Han'ı yatağa taşıyacak birini buldu. Ardından birini tedavi ederken seyircilerin kendisini izlemesinden hoşlanmadığını söyleyerek herkesi dışarı attı.
Zhao Jiangui kapının dışında endişeyle bekledi. Şeytani mezhepteki birkaç kıdemli ve salon ustası da adamlarıyla birlikte aceleyle geldi.
En son gelen, Muhafız Hua oldu.
Emrindeki öğrenciler baygın Xiao-Lin'i taşıyor ve Doktor Yan’ı bulmaya geliyorlardı.
“Bayıltılmış ve çadırın içine atılmış.” dedi Muhafız Hua. “Devriye gezen muhafızlar bulmuş.”
Zhao Jiangui bakmak için yanına gitti.
Xiao-Lin'in başında gerçekten şiş bir yumru vardı ama bu, en iyi ihtimalle hafif bir yaraydı.
Ji Han'ın kapısının dışındaki muhafızlar öldürülmeseler bile ciddi şekilde yaralanmışlardı. Küçük Kargalar muhafızlara ağır darbeler indirmişti, o halde Xiao-Lin'e neden merhamet göstersinlerdi ki?
Zhao Jiangui fazla mı düşünüyordu yoksa bu konuda bazı ipuçları mı vardı, bilmiyordu.
…
Odanın kapısı açıldı.
Doktor Yan içeriden çıktığında Muhafız Hua tarafından Xiao-Lin'in başındaki yaraya bakması istendi.
Zhao Jiangui odaya aceleyle girdi.
Ji Han'ın qi'si oldukça sakinleşmişti. Hâlâ bilinci kapalı olmasına rağmen yüzü genel olarak daha iyi görünüyordu.
Zhao Jiangui rahat bir nefes aldı.
Bu Doktor Yan sinir bozucu olsa da tıbbi becerileri oldukça iyiydi.
Ji Han'ın iyileşmesi gerekiyordu. Bu yüzden kıdemliler, muhafızlar ve diğerleri teker teker ayrıldılar. Ayrılmadan önce Zhao Jiangui'ye attıkları bakışlardaki imalar gerçekten manidardı. Bu kadar çok insan ona bakarken Zhao Jiangui kendini gerçekten garip hissetti, böylece ayrılmak zorunda kaldı.
Büyük hizmetçi aceleyle onu durdurdu.
Hizmetçi, “Genç Efendi Zhao, diğerlerine bir oda ayarlamalarını emrettim, burada kalabilirsiniz.” dedi.
Zhao Jiangui afallamıştı. “Bir oda ayarlamalarını mı?”
Hizmetçi ciddi bir tavırla başını salladı. “Başcariye odasını.”
Zhao Jiangui: “...”
Hizmetçi tereddüt etti. “Eee… Yoksa mezhep efendisinin yatağında mı yatmak istersiniz Genç Efendi Zhao?”
Zhao Jiangui: “Hayır…”
Hizmetçi: “O halde mezhep efendisi size emanet Genç Efendi Zhao. Herhangi bir emriniz olursa benimle veya Xiao-Lin'le konuşmanız yeterli.”
Birdenbire anladı: Hizmetçi ondan ağır yaralı Ji Han'la ilgilenmesini mi istiyordu?
Doğrusu biriyle bizzat ilgilenmek gerçekten de onu baştan çıkarmak için iyi bir fırsat olabilirdi.
Zhao Jiangui yine de biraz tereddüt içindeydi.
Hizmetçi: “Mezhep efendisi uyandığında Genç Efendi Zhao'yu yanında görürse kesinlikle çok mutlu olacaktır.”
Zhao Jiangui: “Daha önce hiç bir hastaya bakmamıştım…”
Hizmetçi: “Her şeyin bir ilki vardır.”
Zhao Jiangui: “...”
Hizmetçi: “Biz sana yardım edersek her şey yolunda gidecek.”
Zhao Jiangui: “Ama…”
Ama Ji Han çok kötü yaralanmıştı. Ya dikkatsizce davranıp onu öldürseydi ne yapardı?
Hizmetçi, Zhao Jiangui'nin bu kadar tereddütlü olduğunu görünce iç çekmekten kendini alamadı. “Genç Efendi Zhao.”
Zhao Jiangui, “Ne oldu?” diye sordu.
Hizmetçi ciddi bir tonla, “Biraz da kişinin kendisinin adım atması gerekir.” dedi.
Zhao Jiangui: “...”
Hizmetçi Zhao Jiangui'nin omzunu okşadı. “Fırsatlar insanları beklemez, gökler çaba göstereni ödüllendirir. Elinizden geleni yapın!”
Zhao Jiangui: “...”
45
Zhao Jiangui şu anda ne yapacağını bilmiyordu.
Neyse ki Xiao-Lin'in uyanması uzun sürmedi.
Başındaki şişlik henüz inmemişti ama şimdiden o kadar heyecanlıydı ki sanki Zhao Jiangui’yi dışarı sürükleyip yüz tur koşturmak için can atıyor gibiydi.
"Ne büyük bir fırsat! Kahraman Zhao!" Xiao-Lin sesini alçalttı. “Bu büyük bir fırsat!”
Zhao Jiangui ona, “Şey… Benim ne yapmam lazım?” diye sordu.
Kendisine rehberlik edecek bir senaryo olmadan, birdenbire ne yapacağını şaşırmıştı.
Xiao-Lin: “Mezhep efendisi sizi korumak için yaralandı, şu anda çok endişeli olmalısınız!”
Zhao Jiangui: “...”
Gerçekten de biraz endişe içindeydi ancak Xiao-Lin'in bahsettiği noktaya ulaşmamıştı.
Xiao-Lin: “Mezhep efendisi uyandığında Kahraman Zhao'nun gece gündüz yanı başında beklediğini, günlerce dinlenmediği için eriyip gittiğini ve sonunda geceyi çıkaramayıp başucunda uyuyakaldığını görürse kesinlikle çok duygulanacaktır!”
Zhao Jiangui: “Bu…”
Xiao-Lin: “Kahraman Zhao! Bana inanın!”
Zhao Jiangui şimdilik ona inandı.
Bir sandalye çekti ve Ji Han'ın yatağının yanına oturdu.
Böyle hareketsiz oturmak gerçekten biraz sıkıcıydı. Zhao Jiangui, Ji Han'ın uyanmaya dair en ufak bir işaret göstermediğini görünce gözlerini hafifçe kapattı ve içsel sanatlar mantrasını zihninden okumaya başladı.
Şu anda gecenin geç vakitleriydi.
Bu gece boyunca biraz yemek yemiş, hâlâ uykusu gelmemişti. Bu yüzden Ji Han'ın başucuna döndü. Büyük hizmetçi onun uyuyamayacak kadar endişeli olduğunu düşündü ve ona iki kez tavsiyede bulundu. Fakat Zhao Jiangui'nin dinlenmeyi reddetmekte ısrar ettiğini görünce sessizce yatıştırıcı bir tütsü yaktı.
Zhao Jiangui'nin tütsü konusunda hiçbir bilgisi yoktu. Ji Han'ın odasında ise her zaman tütsü yanıyordu. Hizmetçinin ne yaktığını anlayamadı. Şimdiden biraz uykusu gelmişti. Gecenin ikinci yarısında ise koku gittikçe güçleniyor gibiydi. Zhao Jiangui Ji Han'ın yatağına yaslandı ve bilinçsizce uykuya daldı.
Yaklaşık iki saat uyuduğunu tahmin ediyordu ki yanı başında birinin öksürmesiyle gözlerini açtı. Odanın dışından belli belirsiz bir sabah güneşi vuruyordu. Başını çevirdiği anda Ji Han'ın çoktan uyandığını, durmadan öksürdüğünü ve konuşamadığını gördü.
Büyük hizmetçi ile Xiao-Lin gürültüyü duyup odaya girerlerken aceleyle birinden Doktor Yan’ı çağırmaya gitmesini istediler. Zhao Jiangui bir an için ne yapacağını bilemedi. Ji Han'ın çok kötü öksürdüğünü görünce ona yardım etmek istedi, soluğunu yumuşatmak için sırtını sıvazladı.
Ji Han'ın sırtında hâlâ bir kırbaç yarası olduğunu unutmuştu.
Hizmetçi onu durdurmak için konuşmak istemiş fakat geç kalmıştı.
Zhao Jiangui, Ji Han'ın sırtına bir tokat attı. Kullandığı güç çok büyük olmasa da yine de oldukça acı vericiydi.
Ji Han acıyla derin bir nefes aldı. Ona dik dik bakmak istercesine gözlerini kaldırmıştı ki sadece daha da kötü öksürmeye başladı.
Zhao Jiangui kendi kendine, “Eyvah, her şeyi gerçekten berbat ettim,” diye düşündü.
Ancak bu düşünce aklından geçerken Ji Han bir ağız dolusu kan öksürdü.
Zhao Jiangui bir anda paniğe kapıldı.
Xiao-Lin'in elini tuttu ve tutarsızca, “Doktor Yan nerede?!” dedi.
Xiao-Lin: “Yakında burada olur. Kahraman Zhao, panik yapmayın…”
Zhao Jiangui: “Mezhep efendinize tokat attım ve kan öksürdü ya!”
Hizmetçi hiç telaşlanmadan bir fincan sıcak su koyarak Ji Han'a yavaşça içirdi. Ji Han öksürmeyi bıraktıktan sonra Doktor Yan geldi.
Bir grup aylak insan yine onun tarafından kapı dışarı edildi.
Zhao Jiangui’nin çok canı sıkılmıştı.
Keyifsizce Xiao-Lin'e fısıldadı. “Her şeyi berbat ettim.”
Xiao-Lin onu teselli etti. “Kahraman Zhao, kendinizi böyle suçlamanıza gerek yok.”
Zhao Jiangui: “Duygulanmak ne kelime, Ji Han şimdi benden nefret edecek.”
Xiao-Lin: “...Merak etmeyin Kahraman Zhao. Mezhep efendimiz o kadar dar görüşlü değil.”
Zhao Jiangui sadece kalbi küle dönmüş gibi hissetti: “Şimdi ne yapmalıyım?”
Xiao-Lin kollarından bir paket çam fıstığı şekeri çıkardı.
"Endişelenmeyin, Kahraman Zhao. Başka bir planım var." dedi Xiao Lin, kendinden eminmiş gibi sıradan bir tonla. "Mezhep efendimiz acı şeylerden nefret eder ve ilaç içmeyi sevmez. Bu şeker paketini yanınıza alın, ilacı içtiği an ona şeker verin."
Zhao Jiangui son bir umut ışığına tutunarak endişeli bir yüz ifadesiyle şeker paketini kabul etti.