46
Doktor Yan bir reçete bırakıp dikkat edilmesi gereken bazı konuları büyük hizmetçiye anlattı. Ji Han'ın sağlığı iyi durumdaydı, bu yüzden birkaç gün içinde yataktan kalkıp yürüyebileceğini ve bir aylık istirahatın ardından tamamen iyileşeceğini tahmin ediyordu.
Zhao Jiangui’nin morali hâlâ yerle birdi. Vurduğu tokadın Ji Han’a kan öksürtmesini düşünüyor, yüreği üzüntüyle doluyordu.
Yataktan uzakta bir köşeye oturdu; büyük hizmetçi ile diğer hizmetçilerin Ji Han'a bir kase pirinç lapası servis etmesini, ilaç hazır olmadan önce Ji Han'ın dinlenmesi için tekrar yatmasına yardım etmelerini seyretti.
Ancak Ji Han yatmak istemedi. Büyük hizmetçinin kulağına uzanıp bir şeyler söyledi. Hizmetçi daha sonra başını çevirerek yüzünde anlamlı bir ifadeyle Zhao Jiangui'ye doğru yürüdü. “Genç Efendi Zhao, mezhep efendisi gidip kendisiyle konuşmanızı istiyor.”
Zhao Jiangui bir an için yanlış duyduğunu sandı.
Hizmetçi gülümseyerek, “Genç Efendi Zhao,” dedi, “mezhep efendisini getirtecek değilsiniz ya?”
Zhao Jiangui daha sonra yanına gitti.
Ji Han'ın yüzü artık renklenmişti. Yine de dudakları hâlâ solgundu. Nefesi zayıftı ve güçlükle konuşuyordu.
Zhao Jiangui kendini daha da suçlu hissetmekten alıkoyamadı.
Hasta numarası yapmasaydı Ji Han asla yaralanmayacaktı. Ji Han'ın nefes almasını rahatlatmaya çalışmasaydı Ji Han asla kan kusmayacaktı.
Neredeyse her şeyi berbat edecekti.
Ji Han onun gözlerinin içine baktı. Yavaşça adını seslendi. “Zhao Jiangui.”
Zhao Jiangui çoktan suçluluk duygusuyla başını öne eğmişti.
Ji Han dedi ki: “Son derece ağır iç yaralanmalarım vardı. Göğsümde kan pıhtılaşmıştı.”
Zhao Jiangui: “O anda sırtına vurmamalıydım.”
Ji Han: “Tükürdüğüm şey göğsümdeki kan pıhtısıydı, senin vuruşun kanatmadı.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han ekledi: “Ama o tokat yine de acıttı.”
Bunu söylerken Ji Han'ın ifadesi durgundu, kızacakmış gibi bir hali yoktu.
Zhao Jiangui: “Bu benim hatam.”
“Kendini suçlamana gerek yok.” Ji Han biraz düşündü. Tereddüt etti ama yine de "Sen… sen ne zamandır uyumuyorsun?" diye sordu.
Zhao Jiangui şaşkına döndü.
O daha konuşamadan büyük hizmetçi araya girmişti bile: “Mezhep efendisi aldığı yaralar yüzünden komaya girdikten sonra Genç Efendi Zhao gözlerini bile kırpmadı.”
Ji Han'ın yüz ifadesi oldukça karmaşık görünüyordu.
Zhao Jiangui, “Dinlendim aslında.” dedi.
Ji Han: “Yatağın kenarına uzanarak mı dinlendin?”
Zhao Jiangui: “Dövüş sanatlarıyla uğraşan biri için bu hiçbir şeydir.”
Ji Han kaşlarını çattı. Başını çevirerek büyük hizmetçiye yan odayı toplamasını emretti.
“Ben uyandım artık, bu yüzden burada nöbet tutmana gerek yok.” dedi Ji Han, Zhao Jiangui'ye. “Yandaki odayı toparlamalarını söyleyeceğim, oraya git ve iyice dinlen.”
Zhao Jiangui çam fıstığı şekerlerini kolunda taşıyordu. Ji Han'ın ilacı içmesini henüz beklemediğini düşünerek aceleyle, “Önemi yok, az önce bir süre dinlendim ben.” dedi.
Zhao Jiangui ciddi bir şekilde zamanı düşünüp ekledi: “İki saatten fazlaydı. Bu yeterli.”
Ji Han: “...”
Başka bir şey söylemedi. Yorgun hissediyor gibiydi.
Hizmetçi Zhao Jiangui'yi çoktan kapıdan dışarı çekmişti.
“Genç Efendi Zhao, önce dinlenmelisiniz.” dedi. “Mezhep efendisinin yaraları iyileşmeden vücudunuzun tekrar çökmesine izin vermeyin.”
Zhao Jiangui sadece başını sallayabildi.
Yandaki odaya geri döndü ve son iki günde olanları hatırlayarak yüzünü yıkadı. Aklı hâlâ biraz karışıktı.
Kıdemli Wen'le ilgili düşüncelerini gidip Ji Han’la konuşması gerekiyordu fakat şimdiki gibi bir zamanda değil. Ji Han'ın yaraları hâlâ çok ciddiydi. Bir süre sonra ona söylemese de çok geç olmazdı.
Bir de şu iki suikastçı vardı. Şeytani mezhebin onlardan neler öğrenebileceğinden emin değildi. Müşterilerini açığa çıkarmaları muhtemelen çok zor olacaktı. Ayrıca bir suikast başarısız olursa ikincisinin olacağından ve bunun da bir şans eseri başarılı olması durumunda işlerin kötüleşeceğinden endişe ediyordu.
Birden kapısı bir kez daha çalındı.
Zhao Jiangui onun Ji Han'ın hizmetçilerinden olduğunu fark etti. Genç kız uzun, yeşil bir elbise giyiyordu. Elinde bir yiyecek kutusu tutuyor, gülümseyerek ona uzatıyordu.
“Mezhep efendisi Genç Efendi Zhao'nun bu saate kadar yemek yemediğini duydu ve bendenize bunu getirmesini özellikle emretti.” Göz kırptı. “Mezhep efendisi bugünlerde yağlı yiyemez. Bu yüzden hepsi hafif ve basit yemekler; Genç Efendi Zhao'nun bunları yemeye alışkın olup olmadığından emin değilim.”
Zhao Jiangui, “Çok teşekkürler.” dedi.
Genç kız gitmek için acele etmedi. “Mezhep efendisi bir de dedi ki, eğer bu yemeklere alışık değilseniz yemek istediğiniz şeyi mutfaktan isteyebilirmişsiniz, aşçının becerileri çok iyiymiş.”
Zhao Jiangui: “Yemek seçmiyorum.”
Genç hız rapor vermek için hoplaya zıplaya geri döndü. Zhao Jiangui yemek kutusunu açtı; sade lapadan başka sadece sebzeler ve tofu vardı. Gerçekten de epey hafif yemeklerdi.
Yine de bu Ji Han'ın özel olarak gönderilmesini emrettiği şeylerdi.
Yemek çubuklarını alıp yeşil sebzelerden ağzına attı.
Ji Han'ın bugünkü duyarlı tavrı karşısında Zhao Jiangui artık başarıdan uzak olmadığının farkındaydı.
İç geçirdi. Her nedense çok tatsız hissediyordu, biraz bile mutlu değildi.