47
Zhao Jiangui sabah erkenden kalktı. Ji Han'ın hâlâ uyuduğunu öğrenince tek başına kahvaltı etmeye gitti. Bir süre dövüş sanatları çalıştıktan sonra kendini ferahlamış hissetti.
Xiao-Lin'in başındaki şişlik çoktan inmişti. Heyecanla yanına geldi.
Xiao-Lin: “Kahraman Zhao! Mezhep efendisi uyandı! İlaç içecek!"
Zhao Jiangui'nin kalbi heyecanla attı. Aceleyle Ji Han'ın odasına doğru koştu.
Hizmetçiler Zhao Jiangui ve Ji Han arasındaki ilişkiyi uzun zamandır biliyorlardı. Mezhep efendisinin odasına dalan Kahraman Zhao’ya aldırmadılar, alışmışlar gibiydi.
Ji Han dağınık saçları ve dış cübbesiyle yatak başlığına yaslanmıştı. Onun içeri girdiğini fark edince sadece gözlerini kaldırdı, sonra tekrar indirerek elindeki kapkara ilaç kasesine baktı.
Kendini zorlukla ikna edip kararını verdi, bir yudum aldı. Anında kaşları çatıldı.
Zhao Jiangui doğru zamanda geldiğini görünce aceleyle çam fıstığı şekeri paketini yokladı ve “Ji Han!” diye bağırdı.
Ji Han'ın eli korkudan titredi. Neredeyse tüm ilacı yatağa döküyordu.
“Sabahın köründe.” dedi Ji Han soğuk bir yüzle. “Ne diye bağırıyorsun?”
Zhao Jiangui hafifçe öksürdü. “Kabalık ettim.”
Ji Han hiçbir şey söylemeden ilaçtan bir yudum daha aldı.
Zhao Jiangui, “İlaç mı içiyorsun?” diye sordu.
Ji Han: “Evet.”
Zhao Jiangui: “Bu ilaç acı görünüyor.”
Ji Han onu görmezden geldi.
Zhao Jiangui ihtiyatla, “Acıya dayanamıyor musun?” diye sordu.
Cebimde koca bir paket çam fıstığı şekeri var!
Bu cümleyi söylemeye hazırdı.
Ancak Ji Han aniden kaşlarını kaldırdı.
“Ne dedin sen?” dedi Ji Han soğuk bir sesle. “Acıya kim dayanamazmış? Zatım acıya dayanıksız değil, hem de hiç!"
Zhao Jiangui şaşkınlıkla doldu. “Ha?”
Ji Han soğuk soğuk homurdandı. “Erkek adam dedikleri! Nasıl acıya dayanamayabilir!"
Zhao Jiangui: “Hayır…”
Ji Han çoktan başını arkaya yatırmış ve bir kase ilacı tek seferde içmişti.
Zhao Jiangui: “...”
Bu Xiao-Lin'in bahsettiği davranıştan farklı değil miydi?..
Ji Han acılı bir ifadeyle ağzını kapattı. Sanki ağzını açar açmaz yuttuğu her şeyi kusacakmış gibiydi.
Zhao Jiangui uzun süre sonra kendine geldi. Dikkatle, “Sen... iyi misin?” diye sordu.
Ji Han: “Tabii ki iyiyim!”
Bunu söyledikten sonra ağzını tekrar kapattı. Yüzünün rengi çekilmişti.
Zhao Jiangui: “...”
…Gençler gösteriş yapmayı gerçekten seviyor.
Zhao Jiangui çam fıstıklarını sessizce kaldırdı.
48
Ji Han sonunda sakinleşti.
“Zatım acıya dayanıksız değil, zatım acıya hiç dayanıksız değil…” diye geveledi.
Zhao Jiangui önündeki sahnenin çok tanıdık geldiğini düşündü. Sanki ustası küçük kardeşini ilaç içmeye ikna ediyormuş gibiydi. Bu yüzden başını salladı ve hiç düşünmeden, “Gerçekten de acıya dayanıklısın. Küçük bir kahraman sayılırsın.” dedi.
Ji Han: “...”
Ji Han: “Küçük bir kahraman mı?”
Zhao Jiangui düşündü. Belki de şeytani mezhepteki çocuklara bu şekilde cesaret verilmiyordu. Hiçbir şey olmamış gibi sözlerini değiştirdi. “Küçük bir şeytan.”
Ji Han uzun bir süre şaşaladı. “Zhao Jiangui, sen de biraz ilaç almalısın.”
Zhao Jiangui çok rahatça cevap verdi. “Benim ilacım sensin.”
Artık bunu oldukça akıcı bir şekilde, biraz bile kızarmadan söyleyebiliyordu.
Ji Han: “Kapa o çeneni. Kimmiş senin ilacın, zatımı yiyemezsin.”
Zhao Jiangui'nin aklına uzun zamandır unutulmuş olan senaryodan bir satır geldi.
“Yiyemez miyim?” Senaryonun içeriğini hatırlamaya çalıştı. “Tabii ki de yiyebilirim.”
Ji Han: “Yine ne saçmalıyorsun?”
Zhao Jiangui gözlerinin onun gözlerine dikti. Usulca fısıldadı. “Zarafetine doyum olmaz.”
Ji Han: “...”
Ji Han'ın ciddi yaralanmaları vardı, gerçekten onunla tartışacak gücü yoktu.
Adamın biraz tofu yemesi ona iki kilo et kaybettiecek değildi. Bu yüzden onu kendi haline bırakabilirdi.
Ji Han böyle düşündü.
Ji Han gözlerini indirmesine rağmen Zhao Jiangui bakışlarını ondan ayırmadı.
Bu sözleri söyledikten sonra, nedense aklında sadece bu üç kelime kalmıştı.
Zarafetine doyum olmaz.
Gerçekten de zarafetine doyum olmaz.