4
Camianın kıdemlileri ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydı.
Casus, şeytani mezhebin efendisinin kılık değiştirdiğini ve çoktan Yenilmezler İttifakı’nın civarlarına vardığını haber verdi.
Daha fazla bekleyemezlerdi!
Birkaç kılıç ustası bir dizi cümle derledi, Zhao Jiangui'ye bunları olduğu gibi ezberlemesini ve ayrıca bir şey olursa casusu bulup onunla iletişime geçmesini söyledi. Bir süre sonra Zhao Jiangui’nin kazara ittifak liderinin büyük öğrencisini öldürdüğü yalanını uydurarak Zhao Jiangui’yi Yenilmezler İttifakı’ndan kovdular. Peşinden ise dövüş sanatları camiasından bir grup yoldaşı onu öldürmesi için gönderdiler.
Kahramanlarca uydurulan hikayeye göre şu anda Zhao Jiangui’nin çok sayıda rakibe karşı tek başına durması, ağır yaralı bedenini zar zor sürükleyerek şeytani mezhebin efendisinin yolu üstüne varması, mezhep efendisi tarafından alınması ve ağza alınmayacak işlerin kendiliğinden gerçekleşmesi gerekiyordu.
Çok geçmeden bu fikrin biraz gerçek dışı olduğunu fark ettiler.
Nihayetinde Zhao Jiangui dövüş sanatları aleminin bir numaralı kılıç ustasıydı. Onu dövmek için kovalayan bir grup adam onun elbisesinin koluna bile dokunamamıştı.
Camianın ittifak lideri sıkıntıyla ona seslenip durumu açıkladı. “Kahraman Zhao! Yaralanmış gibi yapman gerek!”
Zhao Jiangui, “Ben sizler tarafından yaralansaydım daha da garip görünürdü.” dedi.
İttifak lideri, Doğru ya, diye düşündü. Zhao Jiangui’nin ünü iyi biliniyor, nasıl bu kadar kolay yaralanabilir? Şeytani mezhebin efendisi titiz düşünceli. O anda kesinlikle erdemli okulun gizli oyunlar oynadığını düşünecektir.
Neyse ki ikinci bir planları vardı.
…
Zhao Jiangui kılıcını kollarında tutarken yolun ortasında şeytani mezhebin efendisinin ortaya çıkmasını bekledi.
Uzakta bir at arabası gördü. Dizaynı casusun şeytani mezhebin efendisinin bindiğini söylediği ile tam olarak aynıydı. Yolunu kesmek için adım attı. Araba ona ulaştığında arabacı son derece düşmanca tavırlar sergiledi, ona kırbacını savurdu. Fakat kırbacın ucunu yakalayıp çekmesiyle arabacı neredeyse düşecekti.
Arabacı arabayı sertçe durdurdu ve ona küfretti. “Sen nereden çıktın köpek! Arabamızı durdurmaya nasıl cüret edersin!"
Zhao Jiangui: “Ben bir insanım. Fazla hızlı gidiyorsunuz. İnsanlara zarar vermemeye dikkat edin.”
Arabacı tekrar küfretmek istemişti ki arabadan buz gibi bir ses geldi. “Yeter.”
Arabacı çenesini kapattı.
Zhao Jiangui arabanın içindekinin kendini saklayan şeytani mezhebin efendisi olduğunu biliyordu.
Mezhep efendisi “Sen kimsin?” diye sordu.
Zhao Jianqui’nin, o kahramanlar tarafından yazılan satırları söylemekten başka çaresi yoktu. “Ben bir insanım.”
Şeytani mezhebin efendisi, “Ne tür bir insan?” diye sordu.
Zhao Jiangui soğuk bir tavırla, “Yolunu kaybetmiş bir insan.” dedi.
Şeytani mezhebin efendisi, “Hangi yola gidiyordun?” diye sordu.
Zhao Jiangui kaşlarını çattı. Uzun bir süre sonra, kendini zorlayarak nihayet son kelimelerini söyledi.
“Hoşuna giden yola.”
Şeytani mezhebin efendisi: “...”
5
Ortalığı aniden bir sessizlik kapladı. Herkes ağzını kapatmış, kimse bir şey söylemiyordu.
Uzun bir süre sonra, biri artık arabanın perdesini kaldırdı.
Zhao Jiangui başını kaldırıp baktı. Arabanın içinde yirmili yaşlarının başında, tamamen siyah kıyafetler giyinmiş genç bir adam oturuyor ve soğuk bir şekilde ona bakıyordu.
Dövüş sanatları camiasının ittifak lideri ona şeytani mezhebin efendisinin resmini göstermişti bir kere. Resim, karşısındaki kişinin görünüşüne onda yedi sekiz kadarıyla benziyordu. Harika. Arabada oturan adam gerçekten de şeytani mezhebin efendisi Ji Han'dı.
O kahramanların ayarlamalarına göre Ji Han şu anda neye uğradığını şaşırmış olmalıydı. Yıllardır gizlice hasretini çektiği aşkı aniden önünde belirmişti. Az ya da çok bir tepki verecekti. Zhao Jiangui’nin tek yapması gereken susmak, Ji Han'ın tepki vermesini beklemek ve sonra şeytanın tepkisine bağlı olarak, kahramanların hazırladığı satırlardan sahneye en uygun olanını seçmekti.
Ji Han'ın buz gibi soğuk gözlerinde bir dalgalanma belirdi.
Zhao Jiangui, sabah ezberlediği yanıt ifadelerini aklından geçirmeye başladı.
Ji Han, "Zhao Jiangui?" diye sordu.
“Benim.” diye yanıtladı Zhao Jiangui.
Ji Han alay edercesine güldü. “Çok güzel.”
Zhao Jianqui hiçbir şey söylemedi.
O kahramanlar ona bu ifadeye nasıl karşılık vereceğini söylememişlerdi. İşleri mahvetmekten korkuyordu. Bu yüzden sessiz kalıp aptalı oynamaktan başka yapacak şeyi yoktu.
Ji Han, “Kılıcın nerede?” diye sordu bu sefer.
Zhao Jiangui: “Kılıcım mı?”
Bu gidişat pek doğru değil gibi görünüyordu.
Ji Han'ın hafifçe kaşlarını çattığı görüldü. Soğuk bir sesle, "Kılıcın nerede?" diye sordu tekrar.
Zhao Jiangui, “Burada.” dedi.
Ji Han sertçe, “Kılıcını çek.” dedi.
Zhao Jianqui'nin aklı karışmıştı: “Neden kılıcımı çekmemi istiyorsun?”
Ji Han alaycı bir tavırla güldü. “Tüm dövüş sanatları alemi senin bir numaralı kılıç ustası olduğunu söylüyor. Hiç de ikna olmadım. Portreni odama asıp kendimi gece gündüz dövüş sanatlarını uygulamaya teşvik eder, bir gün seni yeneceğimi söylerdim."
Zhao Jiangui: “...”
Bu, anlaşmada söylenenlere pek benzemiyordu.
Zhao Jiangui uzun süre düşündü ve dikkatlice, "Burada seninle kavga etmeyi gerçekten istemiyorum." dedi.
Ne de olsa bu şeytanı baştan çıkarması gerekiyordu. Kavgalarda mutlaka yaralanmalar olurdu. Kendisi kazansa yine iyiydi ama ya kaybederse Yenilmezler İttifakı ne yapardı?
Ji Han, “Ne istiyorsun?” diyerek araya girdi.
Bütün sabah satırları ezberledikten sonra, nihayet eşleşen bir satır ortaya çıkmıştı!
Zhao Jiangui hiç düşünmeden ağzını açtı. “Seni istiyorum.”
Ji Han: “...”