107 - Ek 25
Ji Han'ın erdemli yola gerçekten saldırmak istemediğini duyan Zhao Jiangui sonunda rahat bir nefes aldı.
Sonraki birkaç gün boyunca büyük hizmetçinin rehberliğinde kendini mezhep efendisinin hizmetkarı rolünü oynamaya adarken diğer yandan mezhepteki insanlar arasındaki ilişkilere dikkat ederek Ji Han'ı öldürmeye çalışan perde arkasındaki kişinin kim olduğunu belirlemeye çalıştı.
Hiçbir şey elde edemedi. Ancak birkaç gün sonra, öfkesi sonunda dindiğinde Ji Han onu mezhebin zindanına, Shi Ge ve Xu Jingying'i görmeye götürdü.
Küçük Kargalar’ın suikast girişiminden bu yana yarım yıldan fazla zaman geçmişti ve bu ikisi tüm bu zaman boyunca gözaltında tutulmuştu. Şeytani mezhebin işkence yöntemleri sertti, ikisinin zihinsel durumu pek iyi değildi ve vücutları yaralarla doluydu. Ji Han onları bilerek hayatta tutmasaydı çoktan burada ölmüş olurlardı.
Ji Han onların sorguya çekilmesini emretti ve Zhao Jiangui ile oturup dinledi. Bu sorular belli ki daha önce birçok kez sorulmuştu; Xu Jingying her birine uyuşuk bir şekilde cevap verirken keskin gözlü Shi Ge, Ji Han'ın yanında oturan Zhao Jiangui'ye bir saniyeliğine sersem sersem baktı, sonra tuhaf bir şekilde sırıttı. "Şeytani mezhebin efendisinin bu denli karasevdaya tutulacağını beklemiyordum."
Bu sözler Ji Han'ı hazırlıksız yakaladı. Kaşlarını kaldırarak, "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.
Zhao Jiangui'nin kalbi gümledi. İçinden bir ses bunun iyi olmayacağını söylüyordu.
Shi Ge: "Yanındaki hizmetçi... erdemli yolun malum kahramanına oldukça benziyor."
Shi Ge sözünü daha bitirmeden Zhao Jiangui Ji Han'ın kendisine baktığını fark etti, ancak sadece kuru kuru gülmekle yetinebildi. Ji Han onun güldüğünü görünce daha da mutsuz göründü. Başını çevirerek Shi Ge’ye soğuk bir sesle cevap verdi. “Saçma sapan konuşm…”
Shi Ge hemen sözünü kesti. “Mezhep Efendisi Ji, istediğini elde edememek hoş değil, değil mi?”
"Çeneni kapat!" dedi Ji Han öfkeyle.
Shi Ge sırıttı. "Ne yazık ki ikiniz erdemli ve şeytani yollardasınız. Bence o kahraman sadece kendi yolunu önemsiyor. Kesinlikle seni bulmaya gelmez."
Ji Han: “Eğer daha fazla saçmalarsan zatım senin ağzını parçalar!”
Zhao Jiangui, Ji Han'ın sadece utangaç olduğunu ve bu şekilde sataşılmasına dayanamayacağını biliyordu ama şu esnada Ji Han ne kadar sinirlenirse görenler Shi Ge’nin tahmininin doğru olduğunu o kadar fazla hissediyordu. Sorgulayan birkaç muhafız birbirine baktı, ifadeleri biraz garip görünüyordu. Zhao Jiangui aceleyle arkadan Ji Han'ın kolunu çekti, Ji Han'ın öfkeyle Shi Ge’ye vuracağından korkuyordu. Ji Han ona dik dik baktı, sonra dönüp öfkeyle dışarı çıktı.
Zhao Jiangui onun adımlarını takip edip Ji Han’a yetişti. İkisi birlikte dışarı çıktıklarında Ji Han aniden ona bağırdı. "Bunların hepsi senin yüzünden!"
Zhao Jiangui şaşırmıştı. "Ne?"
Ji Han dişlerini sıktı. "Zatımın onuru tamamen yerle bir edildi!"
Zhao Jiangui: "..."
Zhao Jiangui onu nasıl rahatlatacağını bilmiyordu; biraz neşeli bile hissediyordu. Hafifçe öksürüp Ji Han’a fısıldadı. "Onlardan yeni bir ipucu alabileceğini sanmıyorum. Şimdi ne yapacaksın?”
Ji Han birkaç derin nefes aldı, sonunda zihnini sakinleştirdi. "Kaplanların dağa dönmesine izin vereceğim."
Zhao Jiangui hafifçe kaşlarını çattı. "Demek istediğin..."
"İşverenin kimliğini yalnızca Küçük Kargalar’ın başının bildiği söylenmiyor mu?" dedi Ji Han. “O zaman başlarını bulup onu sorgulayacağız."
Zhao Jiangui: "Ama dövüş sanatları aleminde hiç kimse Küçük Kargalar’ın başının kimliğini bilmiyor."
“Dövüş sanatları aleminde hiç kimse Küçük Kargalar’ın üç büyük ustasını da yenemiyordu.” dedi Ji Han belli belirsiz. "Bu gece güzel bir gösteri olacak. İzlemek ister misin Kahraman Zhao?"
Aklından geçeni anlayan Zhao Jiangui hafifçe gülümsemeden edemedi. "Mezhep efendisi beni kibarca davet ediyor, naçiz Zhao elbette gelecek."
108 - Ek 26
Zhao Jiangui, Ji Han'ı çalışma odasına kadar takip etti. Tam avluya adım attıklarında Kıdemli Sun ve Kıdemli Yu'nun kargaşa içinde mezhep efendisini aradıklarını gördüler.
İkisinin de yüzleri sevinç doluydu. Bu bakışları gören Ji Han korksa da onları içeri davet etmek zorundaydı. "Kıdemliler zatımı ne için arıyorlar?"
Kıdemli Sun: “Mezhep efendisi, ne mutlu size.”
Kıdemli Yu başını salladı. “Mezhep efendisi için harika bir hediye hazırladık!”
Kıdemli Sun: “Mezhep efendisi bunu kesinlikle beğenecek!”
Ji Han: “Buna gerek…”
Ancak iki kıdemli belli ki Ji Han'a konuşma şansı vermek niyetinde değildi. Kıdemli Sun ellerini çırptı ve dışarıdan biri hemen son derece büyük bir kutu taşıdı; üst kısmındaki kırmızı ipek kurdelelerle çok görkemli görünüyordu.
Zhao Jiangui merakla baktı, içinden tahminlerde bulunmaktan kendini alamadı. Bu kadar büyük bir kutuya bir insan bile konabilirdi. Ji Han'a ne verdikleri hakkında hiçbir fikri yoktu.
Tam bunu düşünüyordu ki Kıdemli Sun kırmızı ipek kurdeleyi çekti, Kıdemli Yu kapağı kaldırdı. İçinden gerçekten de canlı bir insan çıktı.
Genç bir adamdı, henüz yirmi yaşlarında görünüyordu. Yürüyüşü cilveli görünüyordu, bir dövüş sanatçısına pek benzemiyordu. Beyaz elbiseler giyinmişti. Bu giyim tarzı Zhao Jiangui'ye biraz tanıdık geliyordu. Hemen sonra genç adam başını kaldırdı, sulu güzel gözleri parlıyordu. Nazik bir sesle, "Mezhep efendisine selamlar," dedi.
Zhao Jiangui korkuyla titredi. Ji Han neredeyse bir ağız dolusu çayı dışarı püskürtüyordu.
Bu adamın yüzü en az onda yedi oranında Zhao Jiangui'ninkine benziyordu. O kadar ki Zhao Jiangui bile adamın uzun zamandır kayıp olan öz kardeşi olup olmadığını merak edecekti.
Bununla birlikte bu adamın yüzünde Zhao Jiangui’nin gözlerinde asla görünmeyecek bir şefkat vardı. Kendi yüzüne bu kadar benzeyen bir yüzdeki bu ifadeyi görünce Zhao Jiangui kendini çok garip hissederek ürpermekten kendini alamadı.
Ji Han soğuk bir sesle, “Bu ne anlama geliyor?” diye sordu.
Kıdemli Sun'un yüzü gülümsemeyle doluydu. “Mezhep efendisi, bu, Kıdemli Yu ve benim bulmak için çok para harcadığımız bir güzellik.”
Ji Han'ın yüzü asıldı.
Kıdemli Sun: "Adı Guigui!"
Ji Han: "…"
Zhao Jiangui: "…"
109 - Ek 27
Ne olursa olsun onlar mezhebin kıdemlileriydi ve Ji Han'ın temeli şu anda sağlam değildi. Ellerindeki güce sırt dayamak zorundaydı. Onlarla asla ters düşmemeliydi.
Bu yüzden, kalbinde ne kadar öfke ve memnuniyetsizlik olursa olsun, duygularını bastırmaktan başka çaresi yoktu. Dişlerini sıktı. Onlara kibarca sordu: “Niyetiniz nedir kıdemliler?”
Kıdemli Sun gülümsemeye devam ederek, “İçten içe farkında değil misiniz mezhep efendisi?” dedi.
Ji Han: “...”
Kıdemli Yu bir farkındalık yaşayarak sesini yükseltip Kıdemli Sun'a vurdu. “Kıdemli Sun! Mezhep efendisi için biraz edep göster!"
Kıdemli Sun da nihayet anlayarak Kıdemli Yu’ya başparmağını kaldırdı.
Ji Han: "..."
"Mezhep efendisi, bu ihtiyar sözlerine dikkat etmiyordu!" dedi hemen Kıdemli Sun. "Onu şimdi göndereceğim!"
Ji Han'ın ifadesi sonunda biraz daha iyi göründü. Başını salladı. "Zatım yorgun. Başka söyleyeceğiniz yoksa…”
Kıdemli Sun aceleyle başını salladı. “Bu ihtiyar sizden müsaadesini istiyor mezhep efendisi.”
Kıdemli Yu’yu çekiştirerek aceleyle ayrıldı. Ji Han arkasını dönüp Zhao Jiangui'ye bakarken öfkeyle dişlerini gıcırdattı. Kulaklarının uçları da hafifçe kızarmıştı. “Sana bu kılığa girmeni kim söyledi?!”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han bunun Muhafız Hua’nın fikri olduğunu öğrenseydi muhtemelen Muhafız Hua’yı iyi bir sonuç beklemeyecekti. Fakat kendisi farklıydı; Ji Han ona hiçbir şey yapmaya çalışmazdı, dahası gücü yetmezdi. Muhafız Hua’yı satamazdı.
Zhao Jiangui yüreğini çelik gibi sert tuttu. “Benim fikrimdi.”
Ji Han: “…”