114 - Ek 32
Küçük Kargalar’ın başına göre, Ji Han'ı öldürmek için onları kiralayan kişi bir gizemdi. Onunla her karşılaştığında farklı görünüyordu.
Bu kişinin kadın mı erkek mi olduğunu bile bilmiyorlardı, tek bildikleri şeytani mezhebe çok aşina olduğuydu. Muhtemelen şeytani mezhebin bir mensubuydu.
Ji Han, “Sizinle en son ne zaman temasa geçti?” diye sordu.
Küçük Kargalar’ın başı: "Yaklaşık yarım ay önce."
Ji Han: “Ne yapmanızı istedi?”
Küçük Kargalar’ın başı: “Onun için birisine göz kulak olmamızı istedi.”
Küçük Kargalar’ın başından göz kulak olmasını istediği kişi, Baicang Dağı savaşı sırasında ortadan kaybolan Kıdemli Wen'di.
Ölmek üzere olan Kıdemli Wen'i şeytani mezhebin dağının eteklerinde Küçük Kargalar’ın başına teslim etmiş ve ardından kendisi de meçhul bir yerlere gitmiş, yarım aydır kimseyi görmemişti.
Yerleri buradan çok uzakta değildi. Ji Han, Küçük Kargalar’ın başıyla diğerlerinin bağlanmasını emretti. Kendisi Kıdemli Wen’i yakalamak için ayrılacaktı.
Küçük Kargalar’ın başı dişlerini sıktı. “Benden söylememi istediğin şeyi zaten söyledim. Gitmemize izin vermen gerekmiyor mu?”
Ji Han ona tuhaf bir bakış attı. “Zatım sizi bırakacağına ne zaman söz verdi?”
Küçük Kargalar’ın başı: “...”
“Sen Küçük Kargalar’ın liderisin, dövüş sanatları alemindeki pek çok sırrı biliyorsundur.” dedi Ji Han. “Elime geçirdiğimi en iyi şekilde kullanmak her zaman daha iyidir.”
Küçük Kargalar’ın başı telaşlandı. “Az önce Zhao Jiangui…”
Ji Han onun sözünü kesti.
“Seni yakalayan kişi benim, o değil." dedi. “Sana verdiği söz sayılmaz.”
Küçük Kargalar’ın başının başka çaresi kalmayınca nefretle yargıladı. "...Ji Han, senin sözünü tutmayan bir pislik olacağını hiç beklemezdim!"
Ji Han soğuk bir şekilde karşılık verdi: “Hangi şeytanın sözünün eri olduğunu gördün ki?”
Zhao Jiangui, Wei Qi'nin Küçük Kargalar’ın başı ve Shi Ge ile diğer tüm mensuplarını götürmesini izlerken anlaşılmaz bir şekilde biraz rahatsızlık hissetti. Gerçekten de Küçük Kargalar’ın başına onları bırakacaklarına dair söz vermişti, ama şimdi sözünden dönmüş gibi görünüyordu.
Ancak Ji Han'ı ikna etmek için ağzını açmaya niyetlenmişti ki Ji Han onun sözünü kesti.
"Beni öldürmek istediler. Bunu yapmam aşırı değil.” dedi Ji Han. “Bu yüzden fikrimi değiştirmeye çalışma. Bu dünyada bana zarar vermek isteyen milyonlarca insan var; kalbimi katılaştırmazsam şimdiye kemiklerim bile kalmazdı."
Zhao Jiangui onun tamamen haklı olduğunu biliyordu.
Dövüş sanatları aleminin şeytani yolu her zaman her türlü kötülüğü yapacak bir grup kötü adamdan oluşuyordu. Şeytani mezhep bunun üzerindeki en büyük etkiye sahip olduğu için şeytani mezhebi bir lider olarak görmeye razı oluyorlardı. Ve yine bu nedenle o lideri ortadan kaldırmak ve yerine başkasını koymak isteyen sayısız insan vardı. Bu bir grup kaplan ve kurdu dehşete düşürebilecek tek şey yalnızca başka kaplanlar ve kurtlardı.
Zhao Jiangui şeytani mezhebin hiçbir efendisinin yufka yürekli olduğunu duymamıştı. Sadece tıslayan bir kedi olan Ji Han, geçmişteki mezhep efendilerine kıyasla alışılmadık biri olarak görülüyordu ancak en azından biraz acımasızlık göstermeseydi gerçekten de oyundan saf dışı edilebilirdi.
Bunu biraz daha düşündükten sonra yine de Ji Han’ın onlardan daha da farklı olduğunu gördü.
Şeytani mezhepte ona içtenlikle saygı duyan Wei Qi, Muhafız Hua ve diğerleri vardı. Dağın eteklerindeki mezhep mensuplarının aileleri de onu epey seviyordu. Bu, zulme dayanarak elde edilebilecek bir sevgi değildi. Dahası, hâlâ yanında Zhao Jiangui vardı.
Böyle düşünen Zhao Jiangui bir adım öne çıktı, cesaretini topladı ve Ji Han'ın elini tuttu.
"Mezhep Efendisi Ji," dedi alçak bir sesle. “Dünyanın en iyi iki kılıç ustası buradayken sadece gölgelerde saklanabilen bu küçük haydutlardan gerçekten korkmamız mı gerekiyor?"
115 - Ek 33
Zhao Jiangui, Ji Han'ın sanki inanılmaz bir şey duymuş gibi şaşkınlıkla kendisine baktığını gördü.
Ji Han'ın duygulanacağını düşünmüştü ama Ji Han elini nazikçe itti. Karmaşık gözlerle, yumuşak, alçak bir sesle ona cevap verdi: “Senin ve benim erdemli ve şeytani taraflarda olduğumuzu unutma. Bir gün mutlaka gitmen gerekecek.”
Bunu söyledikten sonra Zhao Jiangui ile konuşmaya devam etmedi. Etrafındaki herkesin bakışlarını görmezden geldiği ender bir andı. Dosdoğru arkasını dönüp uzaklaştı.
Zhao Jiangui bir an için olduğu yerde donup kaldı. Aklına gelen ilk şey, birkaç gün önce Kılıç Söylemi Zirvesi'nden ayrılırken Yenilmezler İttifakı'nın kıdemlilerinin kendisine söylediği sözler oldu.
Yaşlı ittifak liderine erdemli ve şeytaniler arasında bir savaşın kaçınılmaz olup olmadığını sormuş ancak ittifak lideri her şeyin Zhao Jiangui’nin ellerinde olduğunu söylemişti. O sırada yaşlı ittifak liderinin sözlerinin aslında ne anlama geldiğini anlayabilmiş değildi fakat şu anda belli belirsiz çözmüş gibiydi.
Erdemli ve şeytani yol arasında çıkacak savaşlar sayısız hayata mal olacaktı. Baicang Dağı’ndaki savaşın ardından yaşlı ittifak lideri bu gerçeğin farkına varmış olsa gerekti. Ji Han durumu koruyup şeytani mezhebi değiştirmediği sürece Zhao Jiangui Yenilmezler İttifakı’nın onlara karşı harekete geçmeyeceğinden emindi.
Ji Han'ın yanında kalırsa onun eylemlerini kontrol altında tutmak için sayısız yolu olacaktı ve aynı şekilde şeytani mezhepte bulunduğu sürece Ji Han'a suikast düzenleyecek cesarete sahip kişiler de muhtemelen daha az olacaktı.
Wei Qi, Zhao Jiangui'nin yanından geçiyordu. Zhao Jiangui'nin ciddi bakışını görünce elini uzatıp omzunu sıvazlamaktan kendini alamadı. “Kahraman Zhao, mezhep efendisi yüreğindekini dile getirmeyen bir adamdır sadece. Bence az önce ona söylediklerin onu sevinçle doldurmuştur.”
Daha cümlesini bitiremeden Ji Han'ın ön taraftan gelen sesini duydu.
“Wei Qi.” dedi Ji Han soğuk sesiyle. “Dilinin koparılmasının nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmek ister misin?”
Wei Qi öksürdü ve aceleyle Ji Han'a yetişti.
Zhao Jiangui yerinde durdu, kılıcını taşıyan Ji Han'ın figürünü izledi ve gizlice bir karara vardı.
Eğer bunu yaparsa Ji Han, asıl Ji Han olarak kalacaktı.
Ji Han'ın o şüpheci, gaddar ve dik başlı şeytani mezhep efendilerinden birine dönüşmesine izin vermeyecekti.
116 - Ek 34
O kişi Kıdemli Wen'i yakındaki bir kasabadaki terk edilmiş bir eve kapatmış ve Küçük Kargalar’ın başından evi koruması için birini göndermesini istemişti. Muhafızların dövüş sanatları becerileri çok yüksek değildi, bu yüzden zahmetsizce içeri girdiler ve uzun zamandır görülmeyen Kıdemli Wen'i gerçekten evin içinde buldular.
Kıdemli Wen baygındı. Wei Qi yanına giderek nefesini kontrol edip nabzını yokladığında sadece kendi kemik zayıflatıcı tozuyla zehirlendiğini gördü.
Kıdemli Wen daha önce Zhao Jiangui’ye kemik zayıflatıcı toz vermişti. Bu şeyin hayatına tehdit olmayacağını, sadece içsel gücünü mühürlediğini ve insanı ortalama birisinden daha zayıf hale getirdiğini biliyordu. Şimdi Kıdemli Wen de bununla zehirlendiğine göre, bu onun hak ettiği cezaydı. Wei Qi avluya gidip bir kova kuyu suyu aldı. Sonra onu uyandırmak için üzerine döktü. Düşmüşe bir de tekme atan zalim görünümünü takındı. "Bizi hatırladın mı Kıdemli Wen?"
Kıdemli Wen ancak uzun bir süre sonra kendine geldi. Önce Wei Qi’ye şaşkınlıkla baktı. Ardından bakışlarını Ji Han’a çevirdiğinde öyle korkuya kapıldı ki neredeyse yataktan yuvarlanacaktı. Titreyerek merhamet diledi. “Beni bağışlayın mezhep efendisi, beni bağışlayın!”
Başka kimsenin anlayamayacağı sözler mırıldanıp durdu. Pek kendinde değilmiş gibi görünüyordu. Wei Qi sorularını nasıl sorarsa sorsun aynı şekilde davranıyordu. Şu an için ondan herhangi bir ipucu almak zor olacaktı. Ji Han’ın tek yapabileceği Wei Qi’ye Kıdemli Wen’i geri getirmesini emretmekti.
Zhao Jiangui evde dolaştı.
Çok fazla eşyası olmayan, sade bir şekilde dekore edilmiş bir yerdi. O kişi muhtemelen her şeyi götürmüştü. Her tarafa baktı, sonra yer masasının üzerinde son derece tanıdık bir şey gördü.
Bir çift geyik derisi eldivendi.
Birkaç gün önce Muhafız Hua'da da benzerini görmüştü ancak bunlar kesinlikle Muhafız Hua’nınkiler değildi. Bu eldivenler biraz daha eski görünüyordu, tasarımı oldukça farklıydı ve çok daha büyüktü. Muhafız Hua’nın elleri kesinlikle o kadar büyük değildi. Bir erkeğe ait gibiydi. Zhao Jiangui şaşırmadan edemdi. Eldivenleri aldı, burnuna götürüp kokladığında tanıdık, keskin bir koku duydu.
Zhao Jiangui kaşlarını çatmaktan kendini alamadı.