117 - Ek 35
Zhao Jiangui şüphe dolu bir zihinle Ji Han'ı şeytani mezhebe kadar takip et.
Şeytani mezhepten ayrıldıklarında saat gecenin geç bir vaktiydi ama şimdi çoktan öğlen olmuştu. Gözlerini kırpmadan geçen uzun bir gecenin ardından hepsi biraz yorgun ve uykuluydu. Hatta Ji Han bile geri dönüp önce biraz kestirmeyi planlıyordu. Yalnızca Zhao Jiangui tamamen ayıktı, Muhafız Hua’yı bulup ona birkaç şey sormayı düşünüyordu.
Ji Han'a, Ji Han'ın yatak odasının kapısına kadar eşlik etti. Etrafta hâlâ birkaç hizmetçi olduğundan bir hizmetçi olarak girdiği kimliğini de hatırlaması gerekiyordu. Ji Han’a, “Mezhep efendisi,” dedi, “bendenizin bazı özel meseleleri var…”
Ji Han ona baktı ve “Nedir?” diye sordu.
Zhao Jiangui tereddüt etti. "Ben..."
Muhafız Hua'ya soracağı şey bir sırdı. Etrafta bu kadar çok dedikoducu ağız varken bunu açıkça söyleyemezdi. Tereddütle, "Önemli bir şey için Muhafız Hua'yı bulmalıyım." dedi.
Ji Han sadece öylesine sormuştu ama ona baktıkça Zhao Jiangui'nin davranışlarının şüpheli göründüğünü ve onun önünde söyleyemeyeceği bir şey olduğunu daha çok hissetti. Kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. "Şu anda gitmene izin yok."
Zhao Jiangui bunu beklemiyordu. "Neden?"
Ji Han ona ters ters baktı. "Zatım mezhep efendisidir. Zatım senin gitmene izin vermiyorsa gitmene izin yoktur."
Zhao Jiangui: "Ama ben…"
Ji Han arkasını döndü ve yatak odasının kapısını iterek açtı. Zhao Jiangui düşünmeden ona yetişti. "Gerçekten önemli bir iş için Muhafız Hua’yı bulmam gerek!"
Ji Han çoktan içeri girmişti. Bir an düşündükten sonra Zhao Jiangui'nin kolundan tutup kapıdan içeri çekti, sonra kapıyı kapattı ve yüksek sesle “Olmaz!” dedi.
Zhao Jiangui: “Neden mantıksız davranıyorsun?!”
Ji Han öfkelenerek bir eliyle Zhao Jiangui’yi itti. “Mantıksız davranıyorsam davranıyorum!”
Zhao Jiangui, Ji Han'ın kendisini iteceğini düşünmemişti. Tökezleyerek yatağa dayandı. Belli belirsiz bir terslik hissetti, başını çevirip baktığında yatakta son derece tanıdık bir yüzün yattığını ve ona şefkatle baktığını gördü.
Zhao Jiangui o kadar korkmuştu ki geriye doğru birkaç adım attı, ona çarptığında neredeyse Ji Han'ı düşürüyordu. Ji Han da onun yüzünden korkuyla sıçradı. Öfkeyle, "Ne yapıyorsun?!" diye sordu.
Zhao Jiangui hiçbir şey söylemedi, sadece elini kaldırdı ve yataktaki kişiyi işaret etti.
Ji Han yatağa doğru baktı.
Kıdemli Sun'un gönderdiği güzellik yatakta brokar bir yorgana sarınmış bir şekilde oturuyordu. Beyaz ve hoş omuzları ortaya çıkmıştı. Ji Han’a usulca bakıp, “Mezhep efendisi,” dedi, “Guigui bütün gece sizi bekliyordu.”
Ji Han: "..."
Zhao Jiangui: "..."
118 - Ek 36
Ji Han, Zhao Jiangui'yi kapıdan dışarı sürükledi, paniğini bastırarak "Neden burada?!" diye sordu.
Zhao Jiangui'nin de kafası karışmış görünüyordu. “Ben nereden bileyim?"
İkisi birkaç dakika sessiz kaldı ve Ji Han dehşet içinde tekrar sordu. “Şimdi ne yapacağım!”
Zhao Jiangui: "Benim de hiçbir fikrim yok!"
Ji Han bir süre durakladı. "Başka bir odada yatsam nasıl olur..."
Zhao Jiangui: "Ya orada kalıp hiç gitmezse?"
Ji Han: "..."
Zhao Jiangui: "O Kıdemli Sun'un adamı. Onu öylece hırpalayamazsın, değil mi?"
Ji Han: "..."
Bugünkü nöbetçi büyük hizmetçiydi. Ji Han ve Zhao Jiangui’nin dışarıda fısıldaştığını görünce dinlemek için yaklaştı, sonunda ne olduğunu anladı.
Zhao Jiangui'nin elini tuttu.
"Kahraman Zhao,” dedi büyük hizmetçi, “iyiliğinize karşılık verme zamanı geldi."
Zhao Jiangui: "Ha?"
Hemen ardından hizmetçi kapıyı tekmeledi, sonra ellerini kalçalarına koyarak çekinmeden bağırmaya başladı. "Hiç utanman yok mu senin?!"
Odadaki güzellik henüz tepki vermemişti ki büyük hizmetçi hızlı bir şekilde hakaretler yağdırmaya başlamıştı bile.
Zhao Jiangui adamın yüzünün yavaş yavaş değiştiğini, gözlerinde bir öfkenin parladığını gördü. Her nasılsa büyük hizmetçinin hakaretlerinin ardından ağlamadı, sadece büyük hizmetçinin hakaretlerini bitirmesini bekledikten sonra usulca, “Abla,” dedi, “kıyafetlerim masanın üzerinde, onları bana uzatabilir misin?”
Büyük hizmetçi: “...”
Zhao Jiangui: “Hiç kıyafet giymiyor mu?!”
Ji Han bir adım geri çekilip fısıldadı. “Daha sonra birine yatak takımını değiştirttireceğim!”
Adam yorgana sarınmış halde yatakta oturuyordu, ince omuzu ve kolunun bir kısmı açıktaydı. Üst bedeninin açılmasıyla Zhao Jiangui'nin bakışları, yılların getirdiği alışkanlıkla ellerine kaymadan edemedi. Bazen birinin ellerine bakarak ne tür teknikler geliştirdiğini anlayabiliyordu. Ancak bu adamı ilk gördüğünde, cilveli yürüyüşüne dayanarak, diğerinin bir dövüş sanatçısı olmaması gerektiğini unutmuştu. Dahası şu anda adamın üzerinde hiçbir şey yoktu, eğer çok uzun süre bakarsa Ji Han muhtemelen sinirlenirdi.
Ancak bakışlarını çekmeden önce garip bir şey gördü.
Adamın elleri ince ve narindi, teni bembeyazdı fakat parmak uçları bir şeyle sarıya boyanmış gibi görünüyordu. Zhao Jiangui bir anda, "Ellerinde ne var?" diye sordu.
Adam gözlerini kırpıştırdı, sonra hafifçe güldü. “Benim gibi tütün içme alışkanlığın olsaydı senin de ellerin böyle olurdu.”
Sonra Ji Han’a bakıp fısıldadı. “Mezhep efendisi bundan hoşlanmıyor mu? Öyleyse Guigui bugün bırakacak.”
Ji Han: "..."
Zhao Jiangui: "..."
Adamın kendisinden bu şekilde bahsettiğini duyan Zhao Jiangui kendini gerçekten rahatsız hissetti.
İki derin nefes aldı. Tekrar konuşmak üzereydi ki adam aniden ona bakıp ihtiyatla, “Mezhep efendisinin neyisin sen?” diye sordu.
Zhao Jiangui cevap vermedi, diğeri de daha fazla bir şey söylemedi. Odada hâlâ başkalarının olmasına aldırış etmeden kıyafetlerini giyinip ayağa kalktı. Tamamen giyindikten sonra Zhao Jiangui'nin yanından geçerken durdu, sonra onu oldukça kibar bir sesle kışkırttı.
"Mezhep efendisinin senden hoşlandığını mı sanıyorsun?” dedi. “Sen de tıpkı benim gibisin; acınası bir yedek."
Zhao Jiangui: "..."
Zhao Jiangui hiçbir şey söylemek istemiyordu.