Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm

Yeni danmei!! Şeytani Mezhebin Efendisi ile Konuşmanın Yanlış Yöntemi --- Ana hikaye bitti, ekstraları tamamlayınca buraya yazacağım.

Bölüm 53-54

53


   Zhao Jiangui sonunda şeytani mezhepten ayrılarak dağdan aşağı indi.


   Yanında Ji Han'ın birkaç muhafızı ile Muhafız Hua vardı. Ji Han ona, onların onun için asla işleri zorlaştırmayacak yakın sırdaşları olduğunu, bu yüzden endişelenmesine gerek olmadığını söylemişti.


   Şeytani mezhebin bulunduğu dağın eteklerinde küçük bir kasaba vardı. Kasabadakilerin çoğu şeytani mezheptekilerin ailesiydi. Oldukça müreffeh bir kasabaydı. Tapınak fuarına yetişmişlerdi; sokaklar çeşitli tezgahlarla doluydu, kasaba halkı etrafta koşuşturuyordu.


   Birçok insan Muhafız Hua’yı tanıyor gibiydi. Onu selamladıklarında istemsizce Zhao Jiangui’den tarafa birkaç kere bakıyorlardı. Yetenekli bir adam ve güzel bir kadın olarak birbirlerine mükemmel uyduklarını gördüklerinde hiç çekinmeden büyük bir sırıtışla, “Nihayet evlendiniz mi Muhafız Hua?” diye sordu biri.


   Muhafız Hua ona gözlerini devirdi. "Wei Qi! Wei San-er! Saçma sapan konuşmayı bırak, dikkat et de mezhep efendisi dilini kesmesin.”


   Wei Qi şaşkındı. “Bunun mezhep efendisi ile ne ilgisi var?”


   Muhafiz Hua Zhao Jiangui'yi işaret etti. Esrarengiz bir tonla, “Mezhep efendisinin adamı.” dedi.


   Zhao Jiangui: “...”


   Wei Qi bir aydınlanmaya vardı.


   Etraflarındaki kargaşayı duyan herkes başını çevirip doğrudan ona baktı.


   Zhao Jiangui'nin soğuk bir yüzü vardı. Onların bakışlarından biraz rahatsız olmuştu. Gözlerini indirerek sokağın kenarındaki meyve tezgahında ne varsa onu inceliyormuş gibi yaptı.


   Tezgâh sahibi, “Bir şeye mi bakıyorsunuz efendim?!” diye sordu.


   Zhao Jiangui cevap vermedi.


   Arkasındaki Muhafız Hua, “Sadece bir göz atıyor.” diye yanıtladı. 


   Tezgâh sahibi bir sepet meyve kaparak Zhao Jiangui'nin kollarına tıkıştırdı.


   Zhao Jiangui dondu kaldı. “Sen…”


   Tezgâh sahibi: “Efendim, kibar olmanıza gerek yok! Bendenizden size bir hediye!"


   Zhao Jiangui: "...Ha?"


   Tezgâh sahibi: “Başka bir şey isterseniz alın!”


   Zhao Jiangui: “Bu… Hak etmediğim hediyeyi alamam…”


   Birden arkasından biri ona seslendi. “Beyefendi!”


   Arkasını döndüğünde, elinde sıkıca sarılmış bir tavuk taşıyan başka bir adam tavuğu onun kollarına atmıştı.


   Zhao Jiangui: “...Bu nedir?”


   Adam: “Mezhep efendisinin geçen gün yaralandığını duydum. Mezhep efendisinin şifa bulması için onu geri götürün efendim!”


   Zhao Jiangui: “A…”


   Adam: “Teşekküre gerek yok efendim! Siz mutlu olun yeter!”


      Zhao Jiangui: “...”


   Zhao Jiangui bir grup insan tarafından kuşatılmıştı. Artık konuşmak istemiyordu.


   Muhafız Hua kahkahayla gülmekten kendini alamadı.


   Wei Qi baştan aşağı en ince ayrıntısına kadar Zhao Jiangui’yi uzun uzun süzdü. Muhafız Hua’ya, “İyi ha,” dedi, “bu endam, mezhep efendisinin gözleri fena değilmiş.”


   Muhafız Hua başını salladı. “Evet fena değil. Bir numaralı kılıç ustasını kapıverdi.”


   Wei Qi: “...Ne dedin sen?”


   Muhafız Hua Zhao Jiangui'yi işaret ederek güldü. “Sana tanıdık gelmiyor mu?”


   “O Zhao…” Wei Qi yutkunarak iç geçirdi. “Mezhep efendisinin zevkleri biz ölümlülerin gerçekten de anlayabileceği bir şey değil.”


54


   Dağ yolundan şeytani mezhebe doğru yürürken Zhao Jiangui aklından Ji Han'ın kendisini takip etmeleri için muhafızlar göndermiş olmasının büyük bir şans olduğunu geçirdi, yoksa bu devasa eşya yığınını şeytani mezhebe nasıl geri götüreceğini gerçekten bilemezdi.


   Muhafız Hua yan taraftan, “Bu yolculuğun gerçekten çok getirisi oldu,” diye iç geçirdi.


   Zhao Jiangui hiçbir şey söylemedi.


   Elinde bir demet meyve şekeri ve yandaki tezgâh sahibinin ısrarla ona verdiği bir çıngırağı tutuyordu.


   Şeytani mezhebin mensuplarının aileleri çok… çok heveslilerdi.


   Bu şeylerin hiçbirini nereye koyacağını gerçekten bilmiyordu. Muhafızlar tavuğu mutfağa gönderdiler, sonra geri kalanını Ji Han'ın kaldığı odaya getirdiler.


   …


   Zhao Jiangui, Ji Han'ın çoktan yataktan kalkıp dolaşabildiğini fark etti. Xiao-Lin onun avluda yürüyüş yapmasına yardım ediyordu.


   Ji Han muhafızların getirdiği büyüklü küçüklü torbaları gördüğünde bir an için afalladı. “Bunların hepsini sen mi aldın?” diye sordu şaşkınlıkla.


   Zhao Jiangui: “Hayır…”


   Muhafız Hua: “Bunların hepsi dağın eteğindeki kasabadaki insanlardan.”


   Ji Han şaşkındı. “Bunları neden gönderdiler?”


   Muhafız Hua: “Ah, Genç Efendi Zhao'nun mezhep efendisinin adamı olduğunu duydular, bu yüzden kaçınılmaz olarak biraz heyecanlandılar ve...”


   Ji Han: “Kimin adamı?!”


   Muhafız Hua yavaşça cevapladı. “Tabii ki mezhep efendimizin…”


   Ji Han: “Saçmalık!”


   Zhao Jiangui: "..."


   Muhafız Hua: “Ama o gün…”


   Ji Han ona öfkeyle baktı. “Konuşmaya devam edersen zatım senin dilini koparacak!”


   Muhafız Hua ağzını kapattı. Gülümsüyor gibiydi.


   Ji Han yerdeki eşyalara baktı. “Dışarı! Her şeyi dışarı atın!"


   Zhao Jiangui: "..."


   Muhafızlar eşyaları tekrar dışarı taşımak zorunda kaldı.


   Ji Han, Zhao Jiangui'yi işaret ederek, “Şu andan itibaren dağdan aşağı inmene izin yok!” dedi.


   Zhao Jiangui onun tam olarak neye kızdığını anlamamıştı.


   Muhafız Hua artık kahkahayla gülmekten kendini alamıyordu.


   Ji Han ona soğuk bir bakış attı. “Neye gülüyorsun! Sen de defol git!"


   Muhafız Hua Zhao Jiangui’ye göz kırptı, Xiao-Lin'i dışarı sürüklerken gülümsemesini gizledi.


   Zhao Jiangui elindeki meyve şekeri ile çıngırağa baktı ve sessizce ellerini arkasına sakladı.


   Ji Han'ın duyguları taşmış gibi görünüyordu. Birkaç kez öksürmekten kendini alamadı. Zhao Jiangui'nin hâlâ elinde bir şey saklar gibi olduğunu görünce tekrar sinirlendi.


   “Elinde başka ne var?!” dedi Ji Han. “Zatım hepsini dışarı atmanı söyledi!” 


   Zhao Jiangui incindiğini hissetti. “Ama ben bunun için para ödedim!”


   Satıcı parayı almayı reddetse de inatla ona birkaç bakır para uzatmıştı.


   Ji Han kaşlarını çattı. “Satın mı aldın? Ne satın aldın?"


   Zhao Jiangui konuşmadı.


   Ji Han sesini yumuşattı. “Çıkar onu.”


   Zhao Jiangui isteksizce sağ elini uzattı.


   Elinde bir demet meyve şekeri tutuyordu.


   Ji Han hafifçe afalladı. “Dağdan aşağıya sadece bunu almak için mi indin?”


   Zhao Jiangui hiçbir şey söylemedi.


   Ji Han biraz çaresiz görünerek içini çekti. “Çocukken bunları severdim ama o yaşı çoktan geçtim.”


   Zhao Jiangui onun bu sözlerini duyunca elini geri çekmek istedi.


   “Bekle.” dedi Ji Han. “Gönlünden geçmiş de bana bunu almışsın, mutlu oldum.”


   Zhao Jiangui: “...”


   Ji Han: “Meyve şekerlerini bana ver… Elinde başka ne saklıyorsun?” 


   Zhao Jiangui diğer elini de uzatmak zorunda kaldı.


   Meyve şekerlerini aldığında yandaki satıcı ona bu çıngırağı vermekten geri durmamıştı.


   Ji Han, “Çıngırak.” dedi.


   Zhao Jiangui başını salladı.


   Ji Han: “Ne demek bu şimdi?”


   Zhao Jiangui: “Ne?”


   Birdenbire Ji Han tekrar düşmanca bir tavır aldı. 


   “Çık dışarı.” Ji Han’ın yüzü asılmıştı. “Zatım üç yaşında değil!”


   Zhao Jiangui: “...”


   Bu adamın ne yapacağı gerçekten belli olmuyordu.


   Kederle başını eğip dışarı çıktı.


   Ji Han: "Geri gel!"


   Zhao Jiangui şikayet dolu bir yüzle arkasını döndü.


   Ji Han duygu göstermeden ona baktı, sertçe elini uzattı.


   Ji Han: “Meyve şekerlerini bırak. Kendin çık.”


   Zhao Jiangui: “...”


Sonraki Bölüm