55
Zhao Jiangui nerede hata yaptığını bir türlü anlayamıyordu. Ji Han'ın sadece üç yaşında olduğu gibi bir şeyi hiç söylememişti, o halde Ji Han neden böyle düşünmüştü ki?
Gerçekten kavrayamıyordu.
Zhao Jiangui dışarı çıktığında Muhafız Hua’nın bir ağacın altında durup ona gülümsediği gözüne çarptı.
Zhao Jiangui ona, “Xiao-Lin nereye gitti?” diye sordu.
Aklı soru işaretleriyle dolmuştu. Xiao-Lin'in ona cevapları söylemesine ihtiyacı vardı.
Fakat Muhafız Hua ona, “Mezhep efendisi nasıl?” diye sordu.
Zhao Jiangui iç geçirdi. “Anlamıyorum.”
Muhafız Hua: “Anlamıyor musunuz?”
Zhao Jiangui: “Mezhep efendiniz sağ gösterip sol vuruyor.”
Muhafız Hua kahkaha attı.
Zhao Jiangui kaşlarını çattı. “Neye gülüyorsun?”
Muhafız Hua: “İki küçük aptala gülüyorum.”
Zhao Jiangui: “Küçük aptal mı?”
Muhafız Hua: “Mezhep efendisinin kızdığı yok. Aksine çok mutlu, olağanüstü mutlu.”
Zhao Jiangui şaşırmaktan kendini alamadı.
Bu sözlerin anlamı neydi?
Muhafız Hua: “Genç Efendi Zhao, mezhep efendisi ile konuşmanızı istediğim bir şey var.”
Zhao Jiangui, “Nedir o?” diye sordu.
“Kartal Salonu’nun efendisi Wei dağın eteğinde mezhep efendisinin çağrısını bekliyor.”
Zhao Jiangui: “Bu daha önceki… Wei San-er mi?”
Muhafız Hua hafifçe gülümsedi. “Hatırlamanızı beklemiyordum Genç Efendi Zhao. Onun adı Wei Qi ve mezhepteki yetmiş iki salon arasında üçüncü sırada yer alıyor.”
Zhao Jiangui: “Yani bu yüzden hepiniz ona Wei San-er, Üçüncü Wei diyorsunuz.”
Muhafız Hua başını salladı.
Zhao Jiangui: “Ji Han içeride. Neden gidip kendin söylemiyorsun?”
Muhafız Hua: “Mezhep efendisinin öfkesi başına vurmuştur. Gidecek cesaretim yok.”
Zhao Jiangui’nin aklı iyice karışmıştı. “Az önce demiştin ki…”
“O sizin için geçerli, bizim için değil.” Muhafız Hua ona göz kırptı. “Gidip boş yere azar işitmek istemiyorum.”
56
Zhao Jiangui mecburen tekrar içeri girdi.
Ji Han çoktan odasına dönüp masada oturmuş, elindeki meyve şekeri çubuğuna boş boş bakıyordu.
Zhao Jiangui ona yüksek sesle, “Yemeyecek misin?” diye sordu.
Ji Han'ı korkutacağını beklemiyordu.
“Ne zaman geldin?” diye sordu Ji Han. “Ben neden duymadım?”
Zhao Jiangui kaşlarını hafifçe çattı. “Ne düşünüyordun? Nasıl olur da ayak seslerini bile duymazsın?"
Dövüş sanatlarıyla uğraşan biri için bu gerçekten de biraz anormal bir durumdu.
Ji Han: “Ben…”
Başını eğdi. Konuşmak istemiyor gibiydi.
Zhao Jiangui onun yeniden sebepsizce öfkelenmesinden korkup uzak bir mesafeden kapının yanında durarak konuştu. “Muhafız Hua sana bir şey iletmemi istedi; Kartal Salonu’nun salon efendisi Wei dağın eteklerine varmış, senin çağrını bekliyormuş.”
Ji Han: “Neden kendisi gelip benimle konuşmuyor?”
Zhao Jiangui: “Kızacağından korkuyor.”
Ji Han: “...”
Zhao Jiangui çekinerek, “Sen… gerçekten kızgın mısın?” diye sordu.
Ji Han uzun süren bir sessizliğin ardından öfkeyle, “Zatımın tüm onurunu yerle bir ettin!” dedi.
Zhao Jiangui: "Ha?"
Ji Han: “Bu insanların her birinin ağzı diğerinden gevşek. Eğer dövüş sanatları alemine yayılırsa…”
Zhao Jiangui: “...”
Birden aklına Ba Dağı’nın kahramanı ve çöllerin kuzeyinin iki yiğidi hakkında uydurduğu hikaye geldi.
Ji Han: “Korkarım ki birkaç gün içinde dövüş sanatları aleminde kim varsa senin ve benim…”
Daha fazla devam edemedi.
Zhao Jiangui dikkatlice düşündü. Bu insanların onun aslında kim olduğunu bilmiyor gibi göründüklerini ve kimsenin onun adını söylediğini duymadığını hatırladı.
Zhao Jiangui aceleyle Ji Han'ı teselli etti. “Merak etme, benim kim olduğumu bilmiyorlar.”
Ancak Ji Han'ın yüzü daha da çirkinleşmişti.
Ji Han: “Bu daha da kötü. Muhtemelen bu haberin dövüş sanatları alemine yayılması birkaç günden fazla sürmez.”
Zhao Jiangui anlamamıştı. "Ne haberi?"
“Şeytani mezhebin efendisi çok genç…” Ji Han dişlerini sıktı, “ve şimdiden bir erkek sevgilisi olmuş.” dedi.
Zhao Jiangui: “...”
Zhao Jiangui hâlâ anlamıyordu.
Bu iki şey arasında pek bir fark yokmuş gibi görünüyordu. O halde Ji Han neden bu kadar abartılı bir tepki veriyordu?
Bunu sormadan edemedi.
Ji Han ona “Elbette farklı.” diye cevap verdi.
Zhao Jiangui: “Farklı olan ne?”
“...Sadece farklı işte.” diye geçiştirdi Ji Han. Aniden sesini yükseltti. “Sen… Sen az önce dağın eteğinde kim bekliyor dedin?”
Zhao Jiangui: “Sizin Kartal Salonu’nuzun efendisi Wei olduğunu söyledi.”
Ji Han kapının dışındaki muhafızları çağırarak onları Wei Qi'yi mezhebe davet etmeleri için gönderdi.
İkisi daha sonra orada sessizce oturdular. Bu biraz garipti.
Neyse ki Wei Qi çabucak geldi.
Uzun süredir dağın eteğinde bekliyordu, yukarı çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Wei Qi, Ji Han'ın yanına gitti. Konuşmadan önce onu baştan aşağı uzun uzun dikkatle inceledi.
Wei Qi derin bir sesle, “Demek siz bu tür biriydiniz mezhep efendisi.” dedi.
Ji Han afallamıştı. “...Ne?”
“Erkeklerden hoşlanmanızı hiç beklemiyordum.” Wei Qi’nin yüzü düşmüştü. “Önce bu astınızı düşünseydiniz ya!”
Ji Han: "..."
Zhao Jiangui: "..."
Wei Qi: “Siz ve ben birbirimizi uzun yıllardır tanıyoruz, yine de aramızdaki bağ birkaç gün önce tanıştığınız biriyle kıyaslanamaz gibi görünüyor...”
Daha sözlerini bitiremeden Ji Han onun sözünü kesmişti bile.
“Salon Efendisi Wei.” dedi Ji Han. “Asıl meseleyi unutma.”
Wei Qi: “Böyle ketumlardan hoşlanıyorsunuz yani mezhep efendisi.”
Ji Han öfkeyle, “Wei Qi!” dedi.
Wei Qi aceleyle gülümsedi. “Endişelenmeyin mezhep efendisi. Bu sefer mezhebe dönerken ben de hoşlandığım birini getirdim.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han ona hâlâ soğuk gözlerle bakıyordu.
Wei Qi: “Mezhep efendisi, hadi, işimize bakalım.”
Ji Han soğuk soğuk homurdandı. İkisi mezhepteki bazı önemsiz konular hakkında birbiri ardına konuşurlarken Zhao Jiangui canı sıkılarak dinledi. Ji Han birdenbire ona, “İlaç almam gerek.” dedi.
Zhao Jiangui bir an şaşırdı fakat hemen anladı da.
Ji Han ondan kurtulmak istiyordu.
Ne de olsa şeytani mezhebin bir üyesi değildi; bazı gizli konular hakkında konuşurlarken kenarda dinlemesine izin verilemezdi.
Zhao Jiangui başıyla onayladı. “Gidip ilacını getireyim.”
Odadan ayrılmasına karşın aklı orada kalmıştı.
Şeytani mezhebin gizli işlerinin çoğu erdemli okulla alakalıydı.
Yenilmezler İttifakı'nda bir şeyler olduğundan veya şeytani mezhebin Yenilmezler İttifakı'na zarar vereceğinden endişelendiği için odadan çıktıktan sonra sessizce geri dönüp dışarıdaki büyük bir ağacın gölgesine saklandı.
Ne de olsa Ji Han'ın dövüş sanatları onunkinden biraz daha düşüktü, nefesini dikkatlice gizlerse Ji Han onu kesinlikle fark edemezdi.
İki adamın gerçekten de Yenilmezler İttifakı'ndan bahsettiğini duydu.
Konuşan kişi Wei Qi'ydi.
“Dövüş sanatları camiasının genel toplantısı iki ay sonra yapılacak.” dedi Wei Qi. “Baicang Şehri’nde.”
Ji Han bir şey söylemedi.
Wei Qi devam etti: “Vakti geldiğinde erdemli okulun camiadaki tüm önemli isimlerinin bulunacağı yerde Baicang şubemizin idarecisi hazır olacak. Baicang Kayalıkları’nda toplanacaklar. Dağın arkasında doğrudan uçurumun tepesine çıkan gizli bir yol var.”
Ji Han kayıtsızca, “Zatımın haberi var.” dedi.
Wei Qi: “Camia bir araya geldiği zaman dağlara tuzaklar kuracağız…”
Kapının dışındaki patikadan aniden ayak sesleri geldi.
Biri geliyordu.
Zhao Jiangui gücünü alelacele kesmek zorunda kaldı. Avludan dışarı fırlayıp kapıya ulaştığında arkasına baktı. Büyük hizmetçi çay getirmişti sadece.
Zhao Jiangui, Ji Han'ın kendisinden ilacı alıp geri gelmesini istediğini hatırladı. Eğer geri dönmesi çok uzun sürerse Ji Han'ın şüphelenmesine neden olabilirdi.
Aceleyle dışarıya doğru yürüdü. Ne var ki zihni çoktan kaosa sürüklenmişti.
Şeytani mezhep gerçekten de Yenilmezler İttifakı’na karşı harekete geçmeye başlamıştı.
Ji Han ona karşı ne kadar iyi olursa olsun, sonuçta o hâlâ şeytani mezhebin efendisiydi.
İşlerin bu noktaya geleceğini bilmesine rağmen nedense şu anda yüreğinin bir parça hayal kırıklığı ile sızlamasına mani olamıyordu.