57
Doktor Yan ilaç kaynatıyordu.
Tedavi sırasında insanların onu izlemesinden de ilaç kaynatmasına yardım edilmesinden de hoşlanmıyordu. Sabah erkenden körükle ateşi yakmıştı. Zhao Jiangui'nin içeri girdiğini duyduğunda sanki onu selamlama zahmetine bile giremezmiş gibi sadece gözlerini hafifçe kaldırdı.
Zhao Jiangui: “İlaç almaya geldim.”
Doktor Yan: “Henüz hazır değil.”
Zhao Jiangui: “Ne kadar sürecek?”
Doktor Yan: “Çok değil.”
Zhao Jiangui beklemek zorundaydı.
Xiao-Lin'e bunu mümkün olan en kısa sürede anlatması, ardından Xiao-Lin'in Yenilmezler İttifakı'na bir mesaj göndermesini sağlaması gerekiyordu. Şeytani mezhebin bu planda başarılı olmasına kesinlikle izin veremezdi.
İlaç hâlâ kaynamamıştı.
Zhao Jiangui'nin içi huzursuzdu, biriyle konuşmak istiyordu. Ji Han'dan Doktor Yan'ın Ölümsüz Tıp Vadisi'nden geldiğini duyduğunu hatırladı. O ve üçüncü kız kardeşinin kocası kardeşlerdi muhtemelen. Ağzını açıp, “Doktor Yan,” dedi, “Ölümsüz Tıp Vadisi'nden misiniz?”
Doktor Yan ona şöyle bir baktı, cevap vermedi.
Zhao Jiangui: “Hocanız kimdi acaba?”
Doktor Yan ilacı kepçeyle doldurdu.
Zhao Jiangui: “Vadinizin tanrısal doktoru Mo Qingfeng'i tanıyor musunuz?”
Doktor Yan başını kaldırdı. Ona sert bir ifadeyle, soğuk gözlerle baktı. “Benim işlerim seni alakadar etmez.”
Zhao Jiangui: “...”
Doktor Yan aniden bir adım geri çekildi, gözlerini tekrar indirdi ve yumuşak bir sesle, “İlaç hazır.” dedi.
Zhao Jiangui: “...”
Zhao Jiangui'nin ilacı alıp ayrılmaktan başka çaresi yoktu.
Yol boyunca geri yürüdü. Wei Qi çoktan gitmiş, Xiao-Lin büyük hizmetçi ile kapıyı bekliyordu. Xiao-Lin ile bu konu hakkında açıkça konuşmaya cesaret edemedi, böylece yalnızca kapıdan içeri girdi. Ji Han masada oturuyordu; kaşlarını çattı ve neden bu kadar geç döndüğünü sordu.
Zhao Jiangui: “İlaç biraz yavaş kaynadı.”
Az önceki konuşmayı duyduğunda kalbi büyük ölçüde soğumuştu. Şu anda Ji Han'a ne söyleyeceğini bilmiyordu. Bu yüzden sadece sessizce ilaç kasesini ona verdi, oturup Ji Han'ın ilacı içmesini izledi.
Ji Han ilaçtan küçük bir yudum aldığı gibi kaşları çatıldı, dudaklarını sımsıkı kapadı. Bir süre sonra acınası, kısık bir sesle mırıldandı: “Çok acı.”
Zhao Jiangui iç geçirdi.
“Acı olsa bile ilacı düzgün bir şekilde içmelisin.” dedi Zhao Jiangui sert bir yüz ifadesiyle. “Dökmek yok.”
Ji Han hafifçe homurdandı. İlaçtan bir yudum daha alarak fısıldadı: “Acı olmasıyla sorunum yok. Dökecek de değilim.”
Zhao Jiangui tekrar iç geçirdi. “İlacını bitirdiğinde sana meyve şekeri alacağım.”
Ji Han neredeyse bir yudum ilaçla boğulacaktı. Gözleri yaşardı. Uzun uzun öksürdükten sonra öfkeyle bağırdı: “Bir daha dağdan aşağı inmene izin yok!”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han bir terslik olduğunu fark ederek aceleyle, “Zatımın acıyla sorunu yok!” dedi.
Zhao Jiangui: “İlacını bitir hadi.”
Ji Han sustu, ilaç kasesine baktı, dişlerini sıktı ve ilacı tek seferde içti.
Zhao Jiangui elinde olmadan hafif bir gülümseme sergiledi. Alçak sesle, “Gerçekten de acıya dayanabilen küçük bir kahra… şeytan.” diye övdü.
Ji Han: “...”
Kapının dışından Xiao-Lin ve büyük hizmetçinin kısık kahkahaları geldi.
“Neye gülüyorsunuz!” Ji Han hiç olmayacak kadar sinirlendi. “Tekrar gülerseniz sizi ceza salonuna gönderip dilinizi koparttırırım!”
Kapının dışındaki ses kesildi.
Ji Han başını çevirdiğinde Zhao Jiangui'nin de güler gibi olduğunu gördü.
Gülüşü çok silikti. Neredeyse fark edilmeyecek kadar. Ji Han şaşırdı. Ardından ona öfkeyle baktı.
Ji Han: “Sen de mi ceza salonuna gitmek istiyorsun?!”
Zhao Jiangui gülmeyi bıraktı, biraz heyecanlanmıştı.
İşte geldi, işte yine geldi!
Senaryoya uygun sözleri duymayalı kaç gün geçmişti öyle!
Xiao-Lin kıdemlilerinin yazdığı yeni senaryo kitapçığını ona vermekte çok yavaştı! Daha fazla devam edemeyeceğinden endişelenmeye başlamıştı bile!
“Mezhebin ceza salonuna gitmeme gerek yok.” dedi Zhao Jiangui yavaşça. “Tek istediğim mezhep efendisinin ceza salonunda olmak.”