65
Zhao Jiangui düşüncelerinde boğulurken gece boyu gözünü bile kırpmadı.
Ertesi gün Ji Han yine etrafta dolaşmak istediğini söyledi. Zhao Jiangui ona yürüyüşünde eşlik etti. Kalbi endişeyle çırpınıp duruyordu. Birkaç defa neredeyse Ji Han'a gerçeği söyleyecek gibi oldu fakat sonunda kendine mani oldu.
Ji Han gerçeği öğrendiğinde Yenilmezler İttifakı'na ne olurdu?
Hiçbir şeyi anlayamıyordu ve gerçeği söylemeye cesaret edemiyordu.
Zhao Jiangui ilk kez kendini bir korkak gibi hissetti.
Bir süre onunla yürüdükten sonra Ji Han onu idman odasına götürdü.
“Burası dövüş sanatlarını özgürce çalıştığım yer.” dedi Ji Han ona. “Lafı açılmışken, idman odasına günlerdir gelmedim, kılıç becerilerimde gerilemiş olmalıyım.”
Zhao Jiangui: "Yaralısın, bu yüzden düzgün bir şekilde dinlenmelisin."
“Bunu babama söyleseydim çok kızardı.” dedi Ji Han. “Yaralı olsam bile yıkılmamalı, en azından kılıç tekniklerine bir göz atmalıydım.”
Zhao Jiangui onun sözlerine açıkça karşı çıktı. "Yaralıysan dinlenmelisin. Kılıç eğitimi iyileşene kadar bekleyebilir."
Ji Han içini çekti. “Eğer geride kalırsam tekrar yetişmek zor olur.”
Zhao Jiangui: “Sana eşlik edebilirim.”
Ji Han irkildi, ona inanamayarak baktı.
Zhao Jiangui aniden utandığını hissetti.
Ji Han başını çevirdi, gerginlikle kol yenlerini oynadı. Bu sözleri duymamış gibi yapıyordu.
Birden kapının iki yanında birer muhafızın durduğunu fark etti. İki muhafızın yüzünde herhangi bir ifade olmamasına rağmen kahkahalarını duyduğuna yemin edebilirdi.
Görülmenin utancını yaşıyor ama onuru adına bu duyguyu gösteremiyordu. Ji Han elini sallayarak muhafızları uzaklaştırdı. Ancak herkes gittikten sonra Zhao Jiangui'ye tekrar baktı. Sonra konuyu ciddiyetle değiştirdi. “Önce iş konuşalım.”
Zhao Jiangui şaşırdı. “Ne işi?”
Ji Han: “Dün gece Muhafız Hua ve Wei Qi ile tekrar konuştum. Suikastçılar konusunda… hâlâ Kıdemli Wen’in parmağı olduğundan şüpheleniyorlar.”
Zhao Jiangui Kıdemli Wen’in görünümünü düşündü, onların görüşlerine büyük ölçüde katılıyordu.
Her zaman Kıdemli Wen'in Ji Han'a zararı olacağını hissetmişti. Üstelik Kıdemli Wen şeytani mezhepte önemli bir konumdaydı. Bu iş gerçekten onun başının altından çıkmışsa sonrasında başka neler olacağını kimse bilemezdi.
“Sadece şüpheleniyorlar ve ellerinde herhangi bir kanıt yok. Başka bir deyişle, beni kimin öldürmek istediğini hala bilmiyorum.” dedi Ji Han kayıtsızca. “Etrafımdaki herkes bu ihtimal dahilinde ve ben onların kalplerinin içini göremiyorum.”
Zhao Jiangui'nin yüreği titredi. Kendisinin de Ji Han'ı… öldürmek isteyenlerden biri olarak görülüp görülmeyeceğini merak etti.
Ji Han devam etti. “Şu anda tek bildiğim o kişinin sen olmadığı.”
Zhao Jiangui şaşırmıştı. “Neden?”
“Beni öldürmek isteseydin kılıcını açık ve dürüstçe çekip benimle düello yapardın.” Ji Han hafifçe gülümsedi. “Kahraman Zhao asla böyle yakışıksız yollara başvurmaz.”
Zhao Jiangui artık bir şey diyemiyordu.
Kullandığı yöntem yakışıksızlığın da ötesindeydi. Şu anki yöntemi aşağılık olmaktan başka bir şey olarak yorumlanamazdı.
Ji Han ona bir baktı. “Bugünlerde neden hep endişelisin? Ne oldu?"
Zhao Jiangui telaşla inkâr etti. “Hiçbir şey, hiçbir şey olmadı.”
Ji Han ona usulca, “Bir şey olursa bana anlatmayı unutma. İçine atma.” dedi.
Zhao Jiangui konuşacak gibi ağzını açtı birkaç defa. Fakat nihayetinde sustu.
Ji Han onu zorlamadı, sadece gözlerini indirip yere baktı.
Zhao Jiangui sonunda kendi zihninin karmaşasından kurtuldu ve ancak o zaman Ji Han'da bir sorun varmış gibi göründüğünü fark etti. Bir an tereddüt ettikten sonra yavaşça sordu. “Sorun nedir?”
Ji Han kendini sakinleştirmek için elinden geleni yapıyor gibiydi.
Zhao Jiangui aniden biraz endişelendi.
“Neyin var?” Zhao Jiangui nazikçe Ji Han'ın elini tuttu. “Ne oldu? Anlat bana."
Ji Han gözlerini kaldırıp tekrar ona baktı.
“Zhao Jiangui…” Ji Han onun elini kavradı. “Gerçekten çok korkuyorum.”
Bir an şaşkına dönen Zhao Jiangui, kendine geldikten sonra Ji Han'ın elini sımsıkı tutmaktan kendini alamadı. "Senin... Senin korkmana gerek yok."
Ji Han’a, senin yanında ben varım, demek istemiş fakat ağzını açıp konuşmaya cesaret edememişti.
“Zhao Jiangui, ben…” diye fısıldadı Ji Han dişlerini sıkarak. “Mezhep efendisi olmasaydım ne güzel olurdu.”
Zhao Jiangui onu kollarının arasına alıvermişti. Ji Han ondan kaçmadı.
“Korkma.” dedi Zhao Jiangui yumuşacık bir sesle. “Senin yanında ben varım.”
Aklı o kadar karışmıştı ki ne dediğini neredeyse hiç bilmiyordu. Ji Han şeytani mezhebin efendisi olmasaydı, kendisi de erdemli okulun bir kahramanı olmasaydı ne güzel olurdu diye düşünüyordu yalnızca.
“Evet.” Ji Han onun yakasını sımsıkı kavradı. Sıradan bir sesle, yavaşça konuştu. “Yanımda sen varsın.”