66
Zhao Jiangui, Ji Han idman odasındaki işlerini hallederken ona eşlik etti. Hava artık kararmaya durmuştu.
İdman odasından döndüklerinden beri ikisi de ağızlarını açık tek kelime etmemişlerdi. Zhao Jiangui’nin aklı Yenilmezler İttifakı meselesiyle doluydu. Bu savaşta hangi tarafta olması gerektiğini bilmiyordu artık. Yine de ne olursa olsun Ji Han'ın hayatını kurtarması gerektiğini ve bu meseleden sonra Ji Han onu ne kadar suçlarsa suçlasın kendisinin boyun eğeceğini yüreğine kazımıştı.
Büyük hizmetçi yemeği getirdi. Zhao Jiangui Ji Han'la birlikte yemek için kaldı. Ji Han yaraları nedeniyle hâlâ belli şeyler yiyordu: sade pirinç lapası ve lahana. Pirinç lapasına uzun uzun, sessizlik içinde baktı. Birden yemek çubuklarını bırakarak acı bir yüzle, “Yemek istemiyorum.” dedi.
“Olur mu öyle şey?” dedi Zhao Jiangui, Ji Han için bir parça sebze alıp kasesine koyarken. “Az da olsa yemelisin.”
Ji Han acınası görünüyordu. "Ben yumurtalı erişte yemek istiyorum."
Zhao Jiangui: “…”
Ji Han'ın yumurtalı erişte tutkusunu gerçekten anlamıyordu. Mükemmel bir mezhep efendisi nasıl yabancı toprakların egzotik tatlarını sevmek yerine yumurtalı erişteye bu kadar takıntılı olabilirdi?
Ji Han, “Sadece bugünlük,” diye ekledi, “yumurtalı erişte yemek istiyorum.”
Zhao Jiangui bir an sessiz kaldı. Önce büyük hizmetçiyi çağırarak Doktor Yan’a sormasını söyledi.
Doktor Yan'ın odası biraz uzaktaydı. Zhao Jiangui Ji Han'a, “Yumurtalı erişteyi bu kadar çok mu seviyorsun?” diye sormadan edemedi.
Ji Han ona, “Küçükken antrenmanlardan yorulduğumda babam yememe izin vermezdi,” dedi, “ama gerçekten çok acıkırdım, bu yüzden dadım benim için gizlice yumurtalı erişte pişirirdi.”
Zhao Jiangui iç geçirdi. “Baban çok katıymış.”
Ji Han, “Ama o olmasaydı asla bugün olduğum kişi olamazdım.” dedi.
Zhao Jiangui yorum yapmadı.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra Zhao Jiangui, “Peki ya bahsettiğin dadı ne oldu?” diye sordu.
Ji Han dudaklarını büzdü, daha fazla konuşmadı.
Zhao Jiangui’nin de çenesini kapamaktan başka çaresi yoktu.
Hizmetçi çoktan dönmüştü; Doktor Yan bir kase yumurtalı erişte yemenin Ji Han'ın yaraları üzerinde bir etkisi olacağını düşünmüyordu. Hizmetçi aşçıyı bulmak üzere gidecekken Ji Han ona seslendi.
Ji Han: “Ben kendim giderim.”
Bunu söyledikten sonra Zhao Jiangui’yi mutfağa sürükledi.
Zhao Jiangui Ji Han'ın kendi başına yemek yapacağını gerçekten beklemiyordu.
Usta ellerle iki kase yumurtalı erişte yaptı ve Zhao Jiangui'den oturup onunla birlikte yemesini istedi. Zhao Jiangui, Ji Han'ı mutfakta erişte yerken gördüğü o geceyi düşünmeden edemedi. Fakat o erişteleri kendisinin yaptığından emin olamadı.
Kendini tutamayıp sorunca Ji Han, “Aslında sadece erişte yapmayı biliyorum. Bana dadım öğretti.” dedi.
Ardından Zhao Jiangui'ye “Benimle içer misin?” diye sordu.
Zhao Jiangui sarhoş oldukları son seferi düşünmeden edemedi.
Ji Han: “Fazla içmeyeceğiz, sadece iki fincan.”
Zhao Jiangui tereddüt etti. “Yaraların…”
Ji Han’ın dudakları seğirdi. “O zaman sen şarap iç, ben de çay.”
Zhao Jiangui: "Sen su içeceksin."
Ji Han: “...”
Hizmetçilerden biri iyisinden bir şarap getirdi. Zhao Jiangui kendine bir fincan şarap koyarken Ji Han’a sıcak su doldurdu.
Ji Han sudan bir yudum aldı ve yapmacık bir tavırla, “Güzel şarap.” dedi.
Zhao Jiangui şaşkındı. “Neden içmeyi bu kadar çok seviyorsunuz? Açıkçası şarabın tadı hiç de güzel değil."
Ji Han: “Şarap üzüntüleri giderebilir ya da en azından unutturabilir.”
Zhao Jiangui ona baktı. Ji Han’ın ona söyleyecek bir şeyi varmış gibi hissediyordu sürekli.
Fakat Ji Han hiçbir şey söylemeye yanaşmıyordu.
Belki de insanın yüreğinde acı varken sarhoş olması daha kolaydı. Birkaç fincan şaraptan sonra Zhao Jiangui başının hafifçe döndüğünü hissetti.
Ji Han ona, “Bugün günlerden ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.
Zhao Jiangui bir an düşündü ve başını iki yana salladı.
Ji Han, “Güz Ortası Festivali.” diye yanıtladı.
Zhao Jiangui hayret etmekten kendini alamadı.
Bugünü kendisi hatırlamasa bile şeytani mezhepte birileri mutlaka hatırlardı. Fakat nedense mezhep ıpıssızdı. Hiç de festival havası yoktu.
Ji Han’a sormak istemişti ki Ji Han ona, “Bu gece kasabada havai fişek patlatacaklarını duydum.” dedi.
Zhao Jiangui, “Görmek ister misin?” diye sordu. “Sana eşlik edebilirim…”
Ji Han aniden ona ters ters baktı. “Sana dağdan inmene izin verilmediğini söylemiştim.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han, “Havai fişekleri çatıdan da görebiliriz.” diye ekledi.