72
Baicang Şehri’ne varmalarının üzerinden yedi günden fazla zaman geçmişti.
Mezhep her şeyi çoktan ayarlamıştı. Hatta ihtiyar mezhep efendisi Yin Buhuo da dün gece mezhebin takviye güçleriyle birlikte buraya gelmişti. Tüm planlar ve hazırlıklar neredeyse mükemmeldi. Fakat Wei Qi her zamankinden daha tedirgindi.
Kendi endişelerinin gerçekleşmesinden korkuyordu. İhtiyar mezhep efendisinin dün Doktor Yan’ı da beraberinde getirmesi endişelerini az çok destekliyordu. Ji Han kesinlikle saf bir çocuk değildi. Wei Qi onun her şeyi çoktan tahmin etmiş olması gerektiğini düşünüyordu fakat o her nasılsa tüm bunlara katlanmayı seçiyordu.
Kalbi keder içindeyken suratına da yansıması kaçınılmazdı. Wei Qi her gün çatık kaşlarla şaşkın şaşkın duruyordu. Fakat bugün hizmetçilerin, Ji Han’ın durumunun açıkça kötüye gittiğini konuştuklarını duydu.
Büyük hizmetçi mezhepte kalmıştı. Onunla beraber gelen on beş yaşlarındaki bir düzine kadar genç hizmetçi mezhep efendisinin birkaç gündür doğru düzgün yemek yemediği, iştahı olmadığını söylediği hakkında gevezelik edip duruyorlardı.
Wei Qi Ji Han’la görüşmeye karar verdi.
Ji Han önceki günlerden pek farklı görünmüyordu. Sadece yüzü biraz solgundu. Aklında her ne varsa kaşları sertçe çatılmıştı. Belli ki mutlu değildi.
Wei Qi uzun bir süre düşündü ve sonunda kapıyı açarak “Bir şey için mi endişeleniyorsunuz mezhep efendisi?” diye sordu.
Ji Han elleri arkasında, sessizce pencerenin yanında duruyordu.
Aslında Wei Qi içten içe farkındaydı; Ji Han muhtemelen Zhao Jiangui için endişeleniyordu. Yu Xian-er ve Zhao Jiangui günlerdir dışarıdaydı, üstelik güvende olduklarına dair bir mektup bile göndermemişlerdi. Dahası Yu Xian-er Zhao Jiangui’yi götürdüğünde Zhao Jiangui zehre maruz kalmıştı. Ji Han'ın endişelenmesi şaşırtıcı değildi.
Ji Han aniden, “O dövüş sanatlarını bilmiyor ve dövüş sanatları aleminden de değil. Ona bunu yaptırman biraz fazla pervasızcaydı.” dedi.
Wei Qi şaşırmıştı. Açıklama yapmak üzereydi ki Ji Han derin bir iç çekmiş ve “Onu özlüyor musun?” diye sormuştu.
Wei Qi: “Tabii ki özlüyorum.”
Ji Han: “Yine de endişeli görünmüyorsun.”
“O hasta ya da yaralı değil ve şu anda çok güvenli bir yerde.” Wei Qi hafifçe gülümsemekten kendini alamadı. “Astınız neden endişelensin ki?”
Ji Han bir an sessiz kaldı ve alçak sesle “Doğru,” dedi, “endişelenmene hiç gerek yok.”
Yüzü nihayet daha iyi görünüyordu.
İkisi biraz daha sohbet etti. Ji Han Wei Qi'ye mezhebin dövüş sanatları camiasının toplantısı için yaptıkları hazırlıkları titizlikle sordu. Ardından Wei Qi ayrılmak için izin istedi. Kapıya doğru yürürken Yin Buhuo ve Doktor Yan’ın yaklaştığını gördü. Doktor Yan Yin Buhuo’nun yanında yürüyor, ona büyük bir saygı gösteriyordu. Ancak tavırları kaçınılmaz olarak bir yakınlık hissini de beraberinde getiriyordu.
Wei Qi'nin kalbi aniden çılgınca çarpmaya başladı.
Endişelerinin en azından yarı yarıya haklı olduğunu biliyordu.
73
Wei Qi duvara doğru çekilerek onların Ji Han'ın odasına girmesini izledi.
Ji Han ihtiyar mezhep efendisine karşı her zaman çok saygılı olmuştu. Yin Buhuo'nun içeri girdiğini görünce ayağa kalktı, saygıyla eğildi ve “Baba.” diye selam verdi. Fakat Yin Buhuo'nun yanındaki Doktor Yan’ı görmezden geldi.
Yin Buhuo'nun yüzü hafifçe düştü. Şeref koltuğuna adımlayarak oturdu. "Han-er, o senin ağabeyin."
Bahsettiği kişi elbette yanındaki Doktor Yan’dı.
Ji Han kaşlarını hafifçe çattı ama yine de konuşmadı.
Yin Buhuo hoşnutsuzdu.
“O haydutların bana suikast düzenleyip ağır yaralamasından sonra ağabeyini göndermiş olmanın bir hata olduğunu düşündüm.” dedi Yin Buhuo. “Emekliliğe ayrılmam gerektiğini düşünerek onu geri getirdim. Sen mezhep efendisisin, yanında sana yardım edecek bir kardeşin olduğunda daha rahat edebilirsin.”
Ji Han hiçbir şey söylemedi.
Yin Buhuo devam etti. “Siz küçükken onunla oynamana izin vermediğim için bana kırgın olduğunu biliyorum. Fakat dikkatini dağıtacak şeylerden uzak durmanı istiyordum. Yoksa bugünkü başarılarını nasıl elde ederdin?”
Gözlerini indirip Ji Han’a baktı. Sanki önünde yeni yeni büyüyen bir çocuk vardı. Yüzü çok nazikti.
Ji Han'ın memnuniyetsizliğini içine atmaktan başka çaresi yoktu. Başını Doktor Yan’a doğru hafifçe eğdi, ona ‘ağabey’ dedi.
Yin Buhuo çok memnundu.
Büyük bir kaygı içinde, mezhebin dövüş sanatları camiasının toplantısı için yaptığı hazırlıkları titizlikle sordu. Ji Han için çok endişeleniyordu.
Zhao Jiangui Yenilmezler İttifakı'na haber gönderdikten sonra Yenilmezler İttifakı'nın o yoldan dağa çıkacağını ve böylece şeytani mezhebin grubunun yolunu kesip onları bir hamlede yok edebileceklerini tespit etmişlerdi bile.
Bu, Zhao Jiangui'ye sadece onlara karşı komplo kurmak için kasten açıkladığı bilgiydi. Yenilmezler İttifakı o daracık yola girdiğinde mezhep önden ve arkadan onları çevreleyecekti. Kaçacak hiçbir yolları kalmayacaktı.
Yenilmezler İttifakı'nda Zhao Jiangui gibi çok fazla uzman olmasa da yüksek dövüş sanatları becerilerine sahip birkaç kişi vardı. Ji Han birçok şey için endişeleniyor ve aceleyle hareket etmeyi reddediyordu. Fakat Yin Buhuo mezhepteki yakın sırdaşlarını daha sonra onu takip etmeleri için getireceğini söylemişti. Şeytani mezhebin şimdiki efendisi olarak Ji Han önce yem görevini üstlenerek düşmanı derinlere çekecek, Yin Buhuo da arkadan kuşatacaktı. O erdemli uzmanlar muazzam yeteneklere sahip olsalar bile kaçamayacaklardı. Yenilmezler İttifakı bu saldırıyla mutlaka hezimete uğrayacaktı.
Ji Han Yin Buhuo’yu izliyordu.
Bunları anlatırken Yin Buhuo çok endişeli görünüyordu. Ona defalarca kez dikkatli olmasını, sonuç ne olursa olsun hayatını riske atmamaya çalışmasını söyledi. Bu sırada Yin Buhuo’nun yanındaki ağabeyinin yüzü en başından beri karalar içindeydi. Sanki Ji Han ona birkaç milyon gümüş tael borçluymuş gibiydi, yüzüne dahi bakmak istemiyordu.
Doğru ya. Ji Han birdenbire ona mezhep efendiliğini borçlu olduğunu hatırladı.
Yin Buhuo planın ayrıntılarını netleştirdikten sonra Doktor Yan ile birlikte ayrılmaya kalktı.
Ayrılmadan önce Yin Buhuo Ji Han’a hâlâ yaralı olduğunu ve daha fazla hastalanmaması için dinlenmesi gerektiğini söyledi.
Tavrı önceki günlerden farklıydı.
Onlar ayrıldıktan sonra Wei Qi kapıdan içeri girdi.
Ayrılmamış, kapının dışında beklemişti aslında. Yin Buhuo onun farkındaydı fakat gitmesini istememişti. Muhtemelen artık bu konuyu saklamak niyetinde değildi.
Ji Han, “Her şeyi duydun mu?” diye sordu.
Wei Qi başını salladı. “Evet.”
İki adam da sessizliğe gömüldü.
Ji Han ona tekrar sordu: “Yu Xian-er ile çok yakın olduğunuzu görüyorum. İkiniz nasıl tanıştınız?”
Bu sorunun az önce konuşulanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Wei Qi biraz şaşırmış olsa da utançtan yüzü hafifçe kızararak cevap verdi. “Bir gün salonumuzdaki birkaç kardeşle birlikte Qinhuai Kıyıları’na doğru gezmeye çıkmıştık. Nehirde bir eğlence teknesi vardı. O... o teknedeydi..."
Ji Han, “Senden çok hoşlanıyor.” dedi.
Wei Qi utanç içinde başını kaşıdı.
Ji Han, "Camianın toplantısı için gelmene gerek yok." dedi birden.
Wei Qi şaşkına dönmüştü.
Ji Han ellerini arkasına koyup sırtını döndü. “Başka bir şey yoksa geri dönebilirsin.”
Wei Qi kaşlarını çattı. Söyleyeceklerini düşünüyor gibiydi. “Kahraman Zhao da sizden çok hoşlanıyor.”
Ji Han: “...”
Wei Qi: “Ne olursa olsun astınız toplantıya gidecek.”
Ji Han uzun bir süre sessiz kaldı. Tüm bu karmaşık olaylardan dolayı bunalmış gibi hissediyordu. İşlerin böyle olmasını istemiyordu ama ne yapması gerektiğini de bilmiyordu.
Wei Qi, “Mezhep efendisi,” diye alçak sesle seslendi.
Ji Han, “Nasıl istersen öyle yap.” diyebildi yalnızca.
“Kahraman Zhao en başında rol yapıyor olsa da uzun zamandır arzularına yenilmiş durumda.” dedi Wei Qi tereddütle. “Eğer size bir şey olursa mezhep efendisi, o da aynı şekilde üzülecektir.”
Ji Han sert bir sesle, “Biliyorum.” dedi.
Zhao Jiangui ile olan ilişkisi hakkında insanların bu kadar açık konuşmasından hâlâ hoşlanmıyordu. Bunun ne tür bir duygu olduğunu gerçekten bilmiyordu. Belki Zhao Jiangui'nin aldatmacasına karşı azıcık öfke duyuyor, belki de sadece utanıyordu.
Neyse ki diğerine kin beslemiyordu. Erdemli ve şeytaniler her zaman böyleydi. Omuzlarında kendi sorumluluklarını taşıyorlardı. Kendi kalplerine aykırı işler yapmaktan başka çareleri olmazdı. Bu koşullar altında Zhao Jiangui’nin omuzlarındaki yükü çok iyi anlayabiliyordu.
Wei Qi'nin yüzünde karmaşık bir ifade vardı. Bir şeyler söylemek istiyordu fakat kendini durdurdu. Ji Han'a doğru eğildi ve geri çekildi.
Ji Han masanın arka tarafına döndü. Masada kaşiflerin gönderdiği harita duruyordu. Baicang Dağı’nın tüm arazisini binlerce kez görmüştü, neredeyse tüm detayları aklına kazınmıştı.
Masadaki mumun ışığı titriyordu.
Birden Ji Han’ın aklına geliverdi.
Dövüş sanatları camiasının genel toplantısı yarındı.