74
Yenilmezler İttifakı, şeytani mezhepteki casustan haberi aldığı günden bu yana çoktan dikkatli hazırlıklar yapmaya başlamıştı.
Esasında şeytani mezhebin en fazla Kartal Salonu’nun efendisi Wei ve adamlarını göndereceğini düşünmüşlerdi. Şeytani mezhebin salon efendilerinden birini yakalamak muazzam bir başarı olurdu. Camia toplantısının olacağı gün geldiğinde Baicang Kayalıkları’nın altındaki dar geçitte uzun süre pusuda beklediler. Nihayet şeytani mezhebin adamlarının çıt çıkarmadan patikaya yürüdüğünü gördüler. Yenilmezler İttifakı’nın lideri casusun yolladığı portre sayesinde Wei Qi’yi tanıdı.
Bu sırada Salon Efendisi Wei, yanında savaşçı kıyafeti giyinmiş bir kadınla başka birinin peşinden yürüyordu.
Adam yirmili yaşların başında görünüyordu. Siyah kıyafetler giyinmişti. İttifak Lideri bu adamın biraz tanıdık geldiğini hissetti. Fakat gökyüzünün karanlığı altında adamın yüzünü seçemedi. Salon Efendisi Wei’nin ona olan saygısını gördüğünde adamın şeytani mezhepteki pozisyonunun düşük olmadığını anlamıştı.
Birden arkasındaki birisi alçak sesle haykırdı.
Yanındaki adam ise şeytani mezhebin zalim insanları tarafından keşfedilmemek için ağzını çabucak kapattı. İttifak Lideri arkasına baktığında az önce ağzını açanın Ba Dağı’nın kahramanı Jin Beiguo olduğunu gördü. Kaşlarını çatmadan edemedi.
Jin Beiguo diğer adamın ağzını kapatmaya çalışan elini çekti ve sesini alçalttı. “İttifak Lideri, bu Ji Han.”
İttifak Lideri şaşkına döndü. “Emin misin?” diye fısıldadı.
“Yüzünü göremesem de kılıcını tanıyorum.” Jin Beiguo'nun yüzü düştü. “O gün Kardeş Zhao'nun bu şeytanın peşinden gittiğini kendi gözlerimle gördüm.”
İttifak Lideri bir an boş boş baktı. Sonra kalbinde bir coşku dalgası hissetti.
Çok büyük bir balık yakalamışlardı.
75
Ji Han ve şeytani mezhebin mensupları dar patikada ilerledikten kısa bir süre sonra Ji Han Wei Qi'ye fısıldadı. "Takip ediyorlar mı?"
Wei Qi, "Evet." diye yanıtladı.
Yanındaki Muhafız Hua hafifçe arkasına baktı. Ji Han’a, “Yemi yuttular.” dedi.
Ji Han başka bir şey söylemeksizin plana göre ilerlemeye devam etti.
Yin Buhuo’nun şu anda kendisini takip ettiğini biliyordu. Tek yapması gereken biraz daha yürümekti. İşareti aldıklarında geri dönüp Yin Buhuo ile onları kapana alacaklardı.
Bir süre daha yol aldılar ve nihayet arkalarından işaret için atılan oku duydular. Şeytani mezhebin mensupları talimatları daha öncesinde almışlardı; işareti duyduklarında silahlarını çekip hâlâ şaşkınlık içindeki Yenilmezler İttifakı’na saldırma fırsatından istifade ettiler.
İttifak Lideri pusuya düşürüldüklerini hemen anladı. Şimdilik sadece geri çekilmeyi düşündü. Ancak tam arkasını döndüğünde arkasındakilerin bağırdığını duydu. “Etrafımız sarıldı!” Biraz telaşa kapıldı. Tam herkese seslenerek kuşatmayı yarıp geçmek için yeterli gücü toplamak istiyordu ki gökten alevli oklar yağdı, hemen yanlarındaki çalılıklara düşerek yangın çıkardı.
Baicang Dağı'na bir aydan fazladır yağmur yağmamıştı, yerdeki çalılıklar kupkuruydu. Alevler göz açıp kapayıncaya dek her yere yayılmıştı.
Tekrar geri çekilmekten başka çareleri yoktu.
Ancak alevli oklar kesilmedi. Yolda neredeyse bir ateş duvarı oluşturarak Ji Han'ın geri çekilmesini de engelledi.
Şeytani mezhebin mensuplarından birkaçı ileri atılmış ve oklar hayati noktalarına isabet etmişti. Oldukları yere yığılmışlar, yeri kaplayan çalılıklara karışarak bir anda alevler içinde kalmışlardı. Yine de ok yağmuru dinmiyordu. Muhafız Hua’nın korkudan beti benzi attı. İçsel gücünü ileterek uzaklardaki okçulara bağırdı. “Durun! Biz sizin tarafınızdayız!”
Bunu der demez neredeyse bir okla vuruluyordu. Wei Qi ok yağmurunu engelleyerek onu tekrar Ji Han'ın yanına çekti.
Bu kısa sürede bile yedi sekiz kişiyi yaralamışlardı. Yenilmezler İttifakı onlardan biraz daha kötü durumdaydı. Ok yağmuru bir anlığına durdu, alevlerden uzaklaşacak kadar bir zaman bulmuşlardı ki alevli oklar tekrar fırlatıldı.
Muhafız Hua hâlâ şoktaydı. Ne olduğunu anlayamadan Ji Han'ın kolunu çekiştirdi. “Mezhep efendisi, onlar…”
Ancak Ji Han kayıtsızdı. “Önce buradan çıkalım.”
Artık Yenilmezler İttifakı’nın durumunu umursamıyorlardı. Buradan çekilmeleri için kayalıklara doğru gitmeleri gerekecekti. Fakat eğer kayalıklara giderlerse gerçekten de bir çıkış yolları kalmayacaktı. O harita hâlâ Ji Han’ın aklındaydı. Çevrede birkaç gizli, derin mağara vardı. Şimdilik gidip sığınabilirlerdi.
Yara almamış mezhep mensupları yaralılara destek olurken mağaraya sığındılar. Wei Qi bir meşale yaktı. Onları saydığında birkaç kişinin kayıp olduğunu fark etti.
Neyse ki yanlarında ilaç getirmişlerdi. Bir an önce yaralıların tedavisiyle ilgilendiler. Herkesin aklı karışmış, hepsi şaşkına dönmüşlerdi. Mezheptekilerin neden birden onlara saldırdığını gerçekten anlayamıyorlardı.
Muhafız Hua da hafif yaralar almıştı. Kaşlarını çatıp, "Bizi tanımadılar mı?" diye mırıldandı.
Dört bir yan sessizliğe gömüldü. Kimse ona cevap vermedi.
Muhafız Hua’nın şaşkınlığı daha da artmıştı. “Saldırı için ateş kullanacaklarının bahsi hiç geçmemişti. Nerede yanlış yaptık?”
Yine kısa bir sessizlik çöktü. Ji Han yavaşça konuşmaya başladı.
“Muhafız Hua, hâlâ anlamıyor musun yoksa?” Sanki önemsizmiş gibiydi sesi. “Bizi terk ettiler artık.”