77
Zhao Jiangui'nin gelmesini beklemeye kalmadan Yenilmezler İttifakı’nın kalabalığı geldi.
Yin Buhuo belli ki onları önce birkaç gün kıskaçta tutmak, fiziksel ve zihinsel olarak tükendiklerinde tek hamlede alt etmek istiyordu. Bu mağara oldukça yüksekte olduğundan gözlerden uzaktı. Ji Han aslında Yenilmezler İttifakı’nın onları bulmasının o kadar kolay olmayacağını düşünmüştü. Bir gün boyunca mağarada kendilerini iyileştirmeye vermişlerdi. Çoğunun morali bozuktu. Keyifsizce köşelerde çömelmişler, tek kelime etmiyorlardı. Wei Qi ise yüzükoyun uzanmış yemek pişiriyordu. Bir anda dört bir yana kokunun yayılmasıyla ne kadar adam varsa sessizce onun tarafına dönmüştü.
Ji Han’ın vücudu da yaralıydı nihayetinde. Gözlerini kapatmış, yarı uykulu halde dinlenirken kokuyu aldığında gözlerini açıp ona doğru bakmaktan kendini alamadı.
Daha önce hâlâ umutsuzluk içinde olan herkes ateşin etrafında bir daire şeklinde oturmuş, kocaman açılmış gözlerinde acınası bakışlarla Wei Qi’nin kendilerine birer çörek vermesini bekliyordu.
Ji Han: “...”
…Birden o da acıktığını hissetti.
Mağaranın dışından aniden ayak sesleri geldi.
Hepsi ağızlarında çörekleriyle saklandı. Ji Han konuşmadan bir duvarın arkasına geçti, nefesini tutup sakince dinledi.
Dışarıda birileri fısıldaşıyordu.
Adamın sesi oldukça genç geliyordu. Aksanı ise epey ağırdı. Han Çincesini pek iyi konuşamıyordu. Ji Han dışarıdan üç kişinin enerjisini algılayabiliyor fakat sadece birini duyabiliyordu.
Adam basit kelimeler konuşuyordu. “Mağara, var.”
Ayak sesleri biraz daha yaklaştı.
Adam derin bir nefes aldı. “Güzel kokuyor, açım.”
Ji Han yan tarafta ağızlarına birer çörek tıkıştırmış olan Wei Qi ile Muhafız Hua’ya soğuk bir bakış attı. Muhafız Hua ödü koparak çöreğiyle saklanmak isterken Wei Qi masum ve sulu gözleriyle onun bakışlarına karşılık verdi.
Dışarıdaki sesler kısa bir süreliğine kesildi ve sonra başka bir ses duyuldu. "İçerideki arkadaşlar, artık saklanmanıza gerek yok. Dışarı çıkıp konuşabilir misiniz?"
Bu kişi muhtemelen Orta Ovalar'dandı. En azından Han Çincesini iyi konuşuyordu. Sesi oldukça sakin ve istikrarlıydı. Ji Han bu sesin biraz tanıdık geldiğini hissetti, bu yüzden başını hafifçe dışarı çıkarıp ona baktı.
Gelen adam Ba Dağı’nın kahraman Jin Beiguo'ydu. Hemen arkasında ise çöllerin kuzeyinin iki yiğit kardeşi onu takip ediyordu.
Ji Han'ın yüzü bir an için çok karmaşık bir hal aldı.
Zhao Jiangui'nin kendisine anlattığı korkunç hikâyeyi hatırlamıştı.
Ji Han, Zhao Jiangui'nin kendisine pek çok konuda yalan söylediğini bilmesine rağmen bu hikayenin aklına takılmasına mani olamıyordu. Jin Beiguo her zaman bu iki kardeşle birlikte görünüyordu ve aralarındaki ilişki gerçekten… insanı düşünmeye sevk ediyordu.
Dahası, Zhao Jiangui ve Jin Beiguo'nun birlikte ölecek kadar sıkı dostlar olduklarını duymuştu. Kasten uyduruk bir hikaye anlatarak sevgili kardeşini böyle utanç verici bir duruma düşürecek kadar ileri gitmesi pek de mümkün değildi.
Çöllerin kuzeyinin iki yiğidi ikiz kardeşler olduğu için ses tonları neredeyse aynıydı. Ji Han onları görmezken hangisinin konuştuğunu anlamakta gerçekten zorluk çekiyordu. Üstelik her nedense şu anda kafası uçuşan dört kelimeyle doluydu: üçlü olsun güçlü olsun. Hiç onların konuşmalarına kulak verecek halde değildi. Ancak üçü dışarıda usulca birkaç kelime ettikten sonra mağaraya yaklaşan başkalarını da hissetti.
Bu sefer daha da fazla insan geliyordu. Ji Han’ın zannınca bunlar kayalıklardan kaçıp tekrar geri dönen, sığınacak bir yer ararken tesadüfen bu mağarayı keşfeden Yenilmezler İttifakı mensuplarıydı.
Wei Qi'nin pişirdiği yemeğin kokusunu aldıkları için mağarada birilerinin saklandığını biliyorlar fakat dostlar mı düşman mı emin olmadıklarından içeri girmeye cesaret edemiyorlardı. Şu anda Yenilmezler İttifakı ile kavgaya tutuşurlarsa kesinlikle zararlı çıkarlardı. Ji Han ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Yerlerini açığa çıkarmakta tereddüt ediyordu.
Dışarıdakiler bir süre orada beklediler ve bir anda saklanmak için hızla mağaraya girdiler. Şeytani mezheptekiler kadar derine inmediler. İki taraf birbiriyle karşılaşmamasına rağmen Ji Han biraz tedirgin hissetti, neler olduğundan emin değildi. Daha dikkatli dinlediğinde dışarıdan yaklaşan sesleri fark etti. Sanki civarda başka bir grup varmış gibiydi.
Kalbi sıkıştı.
Yin Buhuo gelmiş olmalıydı.