Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm

Yeni danmei!! Şeytani Mezhebin Efendisi ile Konuşmanın Yanlış Yöntemi --- Ana hikaye bitti, ekstraları tamamlayınca buraya yazacağım.

Bölüm 83--84 (1-2)

 83 - Ek 1


   Zhao Jiangui ve Ji Han'ın Kılıç Söylemi Zirvesi’nde müsabaka için sözleşmeleri dövüş sanatları aleminde büyük yankı uyandırmıştı.


   Günümüz dünyasının iki büyük kılıç ustası arasındaki ölüm kalım savaşı; bu nadir görülecek bir manzara olurdu! Böylesine iyi bir gösteriyi kim seyretmek istemezdi ki?!


   Zirvenin altında uzun bir kuyruk oluşmuştu. İnsan denizi dört bir yanı sarmıştı. Sayısız kahraman günler öncesinden yataklarını serip burada beklemeye başlamıştı. Müsabaka günü hem erdemli hem de şeytani taraflar şimdilik barış ilan etmişler, sabah erkenden Kılıç Söylemi Zirvesi’ne tırmanmışlardı.


   Elbette söz konusu iki adamın şu anda küçük bir bambu kulübede özel bir görüşmede bulunduklarından habersizlerdi. Erdemli ve şeytani taraflar zirvenin etrafında iki ayrı grup oluşturdular, önlerinde arena denebilecek boş bir kayalık bıraktılar. Fakat o ikisi gecikmişlerdi. Kalabalık huzursuzlanmadan edemedi.


   Kalabalık fısır fısırdı. Birisi sırıtarak, “Zhao Jiangui korktu mu yoksa?” dedi. “Neden randevuya gelmedi hâlâ?”


   Hemen başka biri karşılık verdi. “Peh! Şeytan Ji de gelmiş değil!”


   Erdemliler kalabalığında ansızın bir gürültü ortalığı yardı. Ba Dağı’nın kahramanı Jin Beiguo tüm gücüyle şeytani tarafa kükredi. 


   Jin Beiguo: “Kardeş Zhao’muzun kılıç! ustalığı! olağan! üstü!”


   Şeytani mezhepten Muhafız Hua geride kalmak istemeyerek ellerini beline koyup bağırdı. “Bizim mezhep efendimiz gökler! altındaki! en! birinci!”


   Çöllerin kuzeyinin iki yiğidinden biri de katıldı. “Kahraman Zhao en mükemmeli!”


   Diğeri kenardan başını salladı. “Abim haklı!”


   Muhafız Hua telaşa kapıldı. En başından beri yanında sessizce bekleyen, bir yabancı gibi susan Wei Qi’ye birden bir tokat attı. Sesini alçaltıp, “Çabuk,” dedi, “her şeyi yitirsek de ihtişamımızdan vazgeçemeyiz! Çabuk mezhep efendisini yücelt!”

 

   Ji Han'ın şu anda gizlice Zhao Jiangui ile buluştuğunu bilen tek kişi olan Wei Qi'nin yüzü acı içindeydi. Başını eğdi. “Yapmasam…”


   Muhafız Hua öfkelendi. “Wei Qi! Mezhep efendisi seni el üstünde tutuyor!”


   Böylece Wei Qi acı içinde elini salladı. “Mezhep efendisi önder! Mezhep efendisi harika! Mezhep efendisi dünya üstünde yüceler yücesi!”


   Jin Beiguo tüm gücünü toplayarak onun sesini bastırdı. “Kardeş Zhao Kardeş Zhao! Alemin en azılısı!


   Muhafız Hua olanca enerjisiyle bir aslan gibi kükredi. “Mezhep efendimiz mezhep efendimiz! Camianın efendisi!”


   Her iki taraf da yay gibi gergindi. Neredeyse kavgaya tutuşacaklardı.


   Wei Qi sessizce yüzünü örttü. “...” 


   Mezhep efendisi böyle bir karmaşa yarattıklarını bilseydi kesinlikle sinirlenirdi.



84 - Ek 2


   Ji Han uzun zamandır kendisini izleyen dövüş sanatçılarını atlatarak Zhao Jiangui’nin şu anlık yerleştiği bambu kulübenin kapısına gelmişti.


   İkisi avluda durup birbirlerine baktılar, bir an durakladılar ve sonra aynı anda güldüler.


   Ji Han: “Yolda Xiao-Lin'le karşılaştım, seni bulmak için buraya gelmemi söyledi.”


   Zhao Jiangui: “Beni müsabaka için zirveye mi götüreceksin?”


   Ji Han başını sağa sola salladı.


   “Seninle bir kılıç müsabakası yapmayı çok isterdim ama şu an bunun zamanı değil." Belinde asılı duran kılıcın kınına hafifçe vurdu; yanında en iyilerinden bir kavanoz şarap asılıydı. “Seni iki aydır görmedim, bu yüzden önce bir içki içelim diye geldim.”


   Zhao Jiangui kaşlarını çattı.  "Neden tekrar içmek istiyorsun? Yaraların..."


   O sırada Ji Han hayati organlardan kaçınmasına rağmen yaraları oldukça derindi ve sonra tekrar açılmışlardı. Muhtemelen hemen iyileşemezdi.


   Ji Han da kaşlarını çattı. Biraz sinirlenmiş gibiydi. “İçmesek de olur. Bugün sana bir iş için geldim.”


   Zhao Jiangui'nin onu içeri buyur etmesini beklemeden büyük adımlarla kulübeye girdi. Zhao Jiangui arkasından takip etmek zorunda kaldı. “Ne istiyorsun?”


   Ji Han: “O suikastçıları hatırlıyor musun?”


   Elbette bu konuyu hatırlıyordu. Mezhepteyken suikastçıların sorgulanmasından bir sonuç çıkmamıştı. Şimdi Ji Han'ın görünüşüne bakınca yeni bir bilgi olduğu anlaşılıyordu.


   Beklediği gibi Ji Han, “Suikastçıların sorgulanması meyvesini verdi.” dedi.


   Zhao Jiangui, “O… Baban mıymış?” diye sormadan edemedi.


   Bu sözleri söylerken tereddüt etmişti. Şu anda Yin Buhuo’ya nasıl hitap edileceğinden emin olamıyordu. Ji Han'ın Yin Buhuo’ya hâlâ sevgi beslediğini biliyordu. Ji Han da sözlerindeki tereddüdü fark etmişti. Bir duraklamadan sonra sözlerine devam etti.


   “O değildi.” dedi sessizce. “Korkarım gölgeler ardında beni öldürmek isteyenler var.”


   Zhao Jiangui uzun zaman önce erkek kardeşinden bu konuyu derinlemesine araştırmasını rica etmişti. Baicang Dağı’ndaki savaş sırasında Yin Buhuo ile Doktor Yan kolluk kuvvetleri tarafından tutuklanmıştı ancak Kıdemli Wen kayıplara karışmıştı. Buhar olup uçmuştu sanki. Dövüş sanatları aleminde en ufak bir iz bile bulamamışlardı.


   Bu konu çok tuhaftı. Ji Han Wei Qi'ye kapsamlı bir soruşturma emri vermesine rağmen sonuç alınamamıştı. Zhao Jiangui kolluk kuvvetlerinin davaları soruşturma şeklinin dövüş sanatları alemindekilerden çok farklı olduğunu biliyordu. Cezasını tamamladıktan sonra hemen başkentteki kolluk kuvvetlerine gidip o gün Ji Han’ı öldürmek isteyenin Kıdemli Wen olduğundan şüphelendiğini, bu meselenin çok acil olduğunu söylemeyi düşünüyordu. Ancak şimdi Ji Han böyle söylediğinde tereddüt etti.   


   Bu mesele gittikçe daha karmaşık bir hal alıyor gibi görünüyordu. Sayısız ipucu olmasına rağmen nereden başlayacağını bilmiyordu. Ancak Ji Han şu anda tehlike altında olduğundan işleri olabildiğince çabuk halletmesi gerekiyordu.


   Ji Han masaya oturdu. Uzun süren sessizliğin ardından, “Babam… artık gittiğinden beri mezhepte yapılacak bir sürü iş çıktı. Aslında gelmemeliydim.” dedi.


   Geçmişte Ji Han Yin Buhuo’nun elindeki bir satranç taşıydı. Mezhebin asıl yönetimi Yin Buhuo’nun kontrolündeydi. Şimdi Ji Han gerçekten mezhep efendisi olmuştu ve birden fazla taraf arasındaki çatışmaları dengelemesi gerekiyordu. Sırtında ağır bir yük olsa bile zar zor zaman ayırabilip müsabaka için buraya koşturmuştu.


   Ji Han: “Yakında geri döneceğim.” 


   Zhao Jiangui başını salladı. "Anlıyorum."


   Ji Han devam etti. "Dikkatlice düşündüm. O zamanlar söylediğin sözler sebepsiz değildi; bugünlerde kılıç becerilerim seninle savaşmak için yeterli değil.”


   Zhao Jiangui bir an anlayamadı. Ancak bir süre sonra Ji Han’ın bahsettiği sözlerin Baicang Dağı’nda söyledikleri olduğunu fark etti.


   Göklerin altındaki en müthiş kılıç tekniği katliam yapan değil hayat kurtarandır.


   Bu gerçeği ancak uzun yıllar boyunca dövüş sanatları aleminde seyahat ettikten sonra fark etmişti. Kılıç sanatları en nihayetinde aynı noktaya varıyordu. Hepsi aynıydı. Hamleler arasında çok da fark yoktu. Uzmanların aralarındaki mesafe esasında çok kısaydı.


   Mükemmelliğe ulaştıklarında üstün ile aşağı arasındaki ayrım kılıç kullananın kalbiyle alakalıydı.


   Ji Han'ın sesi yeniden sakinleşti. Sözlerine kibirli bir hava katarak, “Ama bir gün seni yeneceğim.” dedi.


   Zhao Jiangui gülmeden edemedi. “O günün geleceğine inanıyorum.”


   Saat geç olmaya başlamıştı. Ji Han'a küçük avluda eşlik etti. Ahşap kapıya ulaştığında Ji Han’ın adım adım uzaklaşmasını izledi. Birden çok önemli bir şeyi hatırladı; Ji Han’dan aldığı şarap kavanozunu sallayarak arkasından bağırdı. “Sonraki görüşmemizde içkiler benden!” 


   Ji Han arkasına bakmadan umursamazca el salladı. Dağ yolu onun sesini taşıdı. 


   "Kim seninle içmek ister ki?!"


   Zhao Jiangui gülmekten kendini alamadı. Alacakaranlık ağırlaşıyordu. Kapıya yaslanarak Ji Han’ın silüetinin bambu katmanları arasında yavaş yavaş kaybolmasını izledi. İçinde hâlâ yoğun bir neşe duyuyordu.

Sonraki Bölüm